122) MUTLULUĞU BULMAK!

Yayin Tarihi 1 Kasım, 2008 
Kategori SLAYTLAR-RESİMLER

pour_mes_amis.pps

10649300jg7.jpg

Paylaş:

Yorumlar

“122) MUTLULUĞU BULMAK!” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. Yasemin Yüksel yorum tarihi 21 Şubat, 2009 01:31

    Aşk Üstüne, Nazım’ dan

    “Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.

    Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan “Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile karşılaşabilirsin..
    iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman.
    Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.

    Sen, “Ama senin için şunu yaptım” derken o, “şunu yapmadın” diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın .
    Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın.
    “Peki o ne yaptı” deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu.

    Bir insan eksik yaşıyorsa, ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?
    Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.

    Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. “Acılara tutunarak” yaşamayı öğreneli çok oldu.
    Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki….

    Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor.Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu?
    Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana.
    Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası….

    Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir.
    Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte.

    Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu.
    Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini…
    Hayatı ıskalamaya lüksün yok senin…..( N. Hikmet)

    Sadece aşk üstüne mi, bu sözler?
    Nereye koyarsanız koyun, su gibi her kalıbı alan kelimeler.
    İnsanın insanla olan her türlü beraberliğinde, yaşadıklarında, ayrılığında; sebep ne olursa olsun yaşananlar daha nasıl bir anlam kazanabilir?

    Usta söylemiş. Aynısını söylemek mümkün değil.
    Okuyor, okuyor etkileniyoruz.
    Nazım Hikmet “sevmek” duygusunu yoğun yaşayan bir erkek. Belki de şairliğinin en itekleyici gücü olarak gördüğünden; her kadında yeniden duygulanmış, her duygulanmada yeni satırlar dökülmüştür ağzından.

    Diğer savunduğu değerler ve dile getirdiği görüşleri dışında; bana göre “aşk”ı en iyi anlatan edebiyatçılardan biridir.

    “Seni nasıl seviyorum biliyor musun? Ot yağmuru nasıl severse, ayna ışığı nasıl severse, balık suyu ve insan ekmeği nasıl severse, sarhoşun şarabı, şarabın billur kadehi sevdiği gibi, annenin çocukları, çocukların anneleri sevdikleri gibi, Lenin’in inkılâbı ve inkılâbın Marx’ı sevdiği kadar, velhasıl seni Nazım Hikmet’in Hatice Zekiye Pirayende Piraye’yi sevmesi gibi seviyorum.” “Çıkarsam ve sana kavuşursam, bu öyle dayanılmaz bir saadet olacak ki; gebereceğim diye korkuyorum”

    “Yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli. Belini sarmayalı. Gözünün içinde durmayalı. Aklının aydınlığına sorular sormayalı. Dokunmayalı sıcaklığına karnının. Yüz yıldır bekliyor beni, bir şehirde bir kadın Aynı daldaydık, aynı daldaydık. Aynı daldan düşüp ayrıldık. Aramızda yüz yıllık zaman. Yol yüz yıllık Sonra yüz yıldır bekleyen o kadın, oğlunu sırtlayıp çıkageldi bir gün; yüz yıllık yolu aşarak…”

    Hayatı nasıl şartlar içinde yaşarsa yaşasın; mutlaka aşkın heyecanını, sevginin doyumsuzluğunu tatmıştır. Hiçbir şey engel değildi bunları yaşaması için. Ruhunda, bir kadının varlığı hissetmesi yeterliydi.

    Demir parmaklıklar, görememe, dokunamama, duyamama düşüncesi kalbinin titremesine mani olamazdı. Belki tüm bu karşı koyuşlar karşısında, hala inatla yaşattığı için aşk; böyle büyüleyici dökülüyordu O’nun dudaklarından.

    “Burnumun dibinden geçti de koskoca yaz, bir demet mor menekşe derip de getiremedim sana” diyen duygularla yoğrulmuş bir şair. Hangi satırlarını okursanız okuyun; aşkın, özlemin, bekleyişin, ayrılığın, korkunun, denizin, doğanın, çiçeğin, kuşun, böceğin tadını, anlamıyla ruhunuzda hissedeceksiniz. İçimizden geçenler, en saf haliyle anlatan bizden satırlar.
    Yaşadıklarımız; duyup da söyleyemediklerimiz.
    Söyleyene selam olsun.

    “Öptü beni :
    “Bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardır” dedi.
    “Bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır” dedi.
    “İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde :
    “Körler onları görmese de, yıldızlar vardır” dedi

Yorum yap