121) TARİH BAŞA SARIYOR-8

Yayin Tarihi 17 Şubat, 2008 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

 

image00162.jpg

sultanahmet-mitingi.jpg

 

Sultanahmet mahşer gibi
Sultanahmet Meydanı’na akan ikiyüz bin Türk, İzmir’in işgalini kutlamak için İzmir limanına akan yerli Rumlar’a ve tüm dünyaya cevap veriyordu.

22 Mayıs 1919, Perşembe.. Bir, bin oluyor; binler, onbin.. Binlere binler katılıyordu. Üsküdar’daki 30 bin kişinin yanı sıra, Kadıköy’de de 20 bin kişi toplanıyor, Fatih Camii önünde toplanan 80 bin Türk, Sultanahmet’te 200 bine ulaşarak rekoru tamamlıyordu.
Aynı gün, bir İngiliz generali, Merzifon’a gitmek üzere bir Amerikan gemisi ile Samsun’a ulaştı. Durumu yakından izleyen Mustafa Kemal, İngilizler’in Anadolu’nun içlerine yayılmasına karşı İstanbul Hükümeti’ni uyardı. Yunus Nadi de, hapisten çıkmış, Yenigün gazetesini çıkarmaya başlamıştı.
İşgali protesto ettiler
“Ağlayan minareler altında yemin ediniz. Bayrağımıza ihanet etmeyeceğiz..” Bu sözleri duyan 200 bin Türk, Sultanahmet Meydanı’nı büyük bir işgal protesto alanına çevirmişti.
Kadıköy mitinginden bir gün sonra, İstanbul Sultanahmet Meydanı’na akan ikiyüz bin Türk, İzmir’in işgalini kutlamak için sokaklardan İzmir limanına akan yerli Rumlar’a ve tüm dünyaya cevap veriyordu.
50’nin üzerinde sivil kuruluş (cemiyetler), öğrenciler ve siyasi parti üyelerinin de dahil olduğu 100 bin Türk’ü Sultanahmet Meydanı’ndaki tarihi yapıların arasında bir araya getirmişti.
Kum gibi kaynayan bu yaslı ve mutsuz Türk kalabalığı kadınlardan, erkeklerden, yaşlılardan, gençlerden, askerlerden, subaylardan meydana gelmişti. (…) Bütün meydanları, evlerin balkonlarını, ağaçların üstlerini, camilerin duvarları ile kubbelerin üstlerini, minarelerin şerefelerini ve damları doldurmuştu. İstiklâl Harbi Gazetesi’ne göre ise meydan, “mahşere” dönmüştü.


MUSTAFA KEMAL: Hükümet yabancıların esiri

Kâzım Karabekir’e şifreli telgraf gönderen Mustafa Kemal, İstanbul’daki
Türk Hükümeti’nin yabancıların elinde esir olduğunu vurguluyor.

Bazı Türk paşaları İngilizler tarafından Malta’ya sürgün edilir ve Türk hükümeti seyrederken, Mustafa Kemal Paşa seyretmiyordu. Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya şifreli bir telgraf göndererek,  “Türk Hükümeti’nin yabancıların oyuncağı”  olduğunu vurguluyor ve şunları söylüyordu:“İtilâf Devletleri’nin millî istiklâlimizi ve devletimizi idama mahkûm etmekte oldukları anlaşılmıştır. İstanbul’daki Türk Hükümeti de, yabancı kuvvetlerin elinde esir bulunmakta ve İstanbul şehri de kuvvetle işgal altındadır.”
9.Ordu Müfettişi Mustafa Kemal, Türk Hükümeti için  “âdeta, kuşatılmış bir kale içinde mahsur kalmıştır”  diyordu. 
“Anadolu’da gizli  teşkilat kurulsun!..”
Mustafa Kemal telgrafında, ulusal mücadele için “gizli direniş örgütü” kurulmasını istiyordu:
“Anadolu’daki devlet memurlarının itimat edilecek şahıslarla işbirliği hâlinde gizli olarak teşkilatlanmaları gerekmektedir. İstiklâlimizi temin için bu şekilde yapılacak çalışmalarda ve mücadelede esas ödev  askerlere düşmektedir.
Milletin esaretten kurtarılması, hâkim ve müstakil olarak topraklarımızda yaşayabilmesi, ancak azimkâr ve namuslu ellerin milleti kısa ve doğru yoldan müdafaa-i hukuk ve istikbâle sevkiyle kâbil olacaktır.
Rumlar’ın sahillere yanaşmaları ihtimaline karşı köyler silahlandırılmalı, bu gibi sarkmaların yurdun içine doğru yayılması karşısında ateşle mukabele edilmeli ve sahillerdeki depolarda bulunan silâhlar gizlice içlere doğru kaçırılmalıdır..”
Damat Ferit Hükümeti ise, aynı anlarda, Yunan Ordusu ile savaşılmamasını, düşmanın yurdun içinde ilerlemesi durumunda Türk askerinin o kadar geri çekilmesini (kaçmasını!) emrediyordu!..
“Buyurun tevkif edin”
Bu arada, Sivas’a geçme hazırlığındaki Mustafa Kemal’in tutuklanacağı haberleri yayıldı. Hükümet tarafından yeni ataması yapılmış bulunan Elazığ (Mamüretülaziz) Valisi Kurmay Albay Ali Galip, Sivas’a giderek Vali Reşit Paşa’dan kente ayak basar basmaz Mustafa Kemal’in tutuklanmasını istedi. Fransız Binbaşı Brüno da, Sivas’ı işgalle tehdit ediyordu. Tutuklamaya karşı çıkan Reşit Paşa, “İşte kendisi geliyor, buyurun siz tevkif edin” karşılığını verdi.
Sivas’taki paşa-vali Reşit’in durumu bir telgrafla kendisine bildirmesi üzerine, arkadaşları ile uzun uzun görüşen  Mustafa Kemal ise, “psikolojik savaşla” ilgili önemli bir yaklaşım sergiledi:
“Şimdi paşaya gereken cevabı vereceğim. Fakat, bu ne gaflet, ne bilgisizlik ve ne görüş kıtlığı? Bir Fransız binbaşının gelişi güzel atıp tutmasından ibaret sözler. Sivas’ın işgali kolay şey mi? Fransızlar bunu hangi kuvvetini sevk ederek yapabilecek? Arkadaşlar buna nasıl inanabiliyorlar? Basit bir propaganda ve blöf karşısında arkadaşlarımızın mâneviyat kırıklığına (moral bozukluğuna) uğramaları şayanı hayrettir doğrusu!… Ne Sivas’ı işgal edebilirler, ne de kongreye engel olabilirler.”
Mustafa Kemal, her çağda örnek olacak “azim ve iradesini” yine kongre ortamında, Mazhar Müfit’in omuzlarını sıkarak şu sözlerle ifade edecekti:
“Mazhar Müfit, bu söylediğin şeyler tehlike teşkil etmez. Tehlike ancak azim ve imanına güvendiğim arkadaşlarımda gördüğüm bu zaaftadır.”


Ali Galip’i azarladı
Mustafa Kemal, daha sonra Ali Galip’i Kolordu Kumandanlık Dairesi’ne çağırttı ve “gereken cevabı” verdi. Mustafa Kemal’in yüzü asık, kaşları çatıktı. Azarlayan bir nutuk çekti. Ali Galip’in, Sivas’ta günlerce gizli faaliyette bulunmasını “bayağılık” olarak tanımladı. Süt dökmüş kediye dönen Ali Galip’in yanında Mustafa Kemal, kükreyen bir aslan yavrusuna benziyordu. Ali Galip öylesine perişandı ki, sürekli ter döküyor ve yutkunuyordu. Birkaç kelime söylemek istedi ama Mustafa Kemal Paşa müsaade ve müsamaha etmedi. Kızgın biçimde ayağa kalktı, “Size daha ağır muamelede de bulunabilirdim. Emekli bir asker olduğunuza saygı gösterip bu kadarla yetiniyorum. Aklınızı başınıza almaz, haddinizi bilmezseniz, dilinizi de tutamazsanız sonunuz kötü olur”  dedi. Paşa’nın sözleri Ali Galip’in yüzüne tokat gibi iniyordu:
“Askerler mert olur. Türk askeri ise mertlerden mert ve pek civanmert olur. Siz cihanın kabul ettiği bu kaideye istisna mı teşkil ediyorsunuz?”
Alçaklar, caniler!
Mustafa Kemal, Sivas Kongresi’nin tamamladıktan sonra da (11 Eylül), dönemin İçişleri Bakanına bir telgraf çekerek, hak ettikleri biçimde çok ağır hakaretlerde bulunacaktı:
“Alçaklar, caniler!
Düşmanlarla millet aleyhinde haincesine tertiplerde bulunuyorsunuz. Milletin kudret ve iradesini takdirden aciz olduğunuza şüphe etmiyordum. Fakat vatan ve millete karşı haincesine ve bıçaklarcasına harekette bulunacağınıza inanmak istemiyordum. Aklınızı başınıza toplayın! Galip Bey ve yandaşları gibi akılsızların ahmakça olan boş vaitlerine (sözlerine) kapılarak ve Mr.Nowill gibi milletimiz ve vatanımız için zararlı olan yabancılara vicdanını satarak yaptığınız alçaklıkların milletçe tatbik olunacak mesuliyetini göz önünde tutunuz! Güvendiğiniz kişiler ve kuvvetin akıbetini öğrendiğiniz zaman kendi akıbetinizle mukayeseyi unutmayınız!”
“Ne blöfe aldırır, ne tehditten korkarız!”
Öfkesi dinmeyen Mustafa Kemal, gece yarısına doğru yorgunluk kahvelerini içtikten sonra, Mazhar Müfit’e (Kansu) döndü,
“Hele bak şu Brüno gafiline. Bir iki kuru sıkı tehdit ve blöfle bizi yolumuzdan dönecek insan mı sanıyor bu zavallı? Biz ne blöfe aldırır, ne tehditten korkar, ne de siyaset manevra ve tuzaklarına düşeriz!”  dedi. Sonra da, milli mücadelenin kayıtlarını tutan Mazhar Müfit’e emretti:
“Mazhar Müfit, hatıra defterine bu olayı da yaz. Merak etme utanmazsın!.. Yaz ve de ki, ’Mustafa Kemal ve arkadaşları Sivas’a hareket edince Brüno ve arkadaşları Sivas’tan kaçtılar.’Bu notu hatıra defterine bugün yazmanla, o gün yazman arasında hiçbir fark olmayacaktır.”
Moralleri düzelen arkadaşlarının “Paşam bizler, tek kurşun, tek tepe kalıncaya kadar çarpışacağız, diye ant içtik. Ya istiklâl ya ölüm, diyen bir millet de göz önünde mevcutken korkacağımız hiçbir şey yok” yanıtını alan Paşa, bir efkar sigarası tüttürdü ve,  “Haydi ’Dağ başını duman almış’ marşını söyleyelim”  diyerek ayağa kalktı.
Gece yarısı ortalık “Dağ başını duman almış” marşıyla inlerken, milli mücadeleciler odalarına dağılıyordu.

YENİÇAĞ

 

 

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap