124) TÜRK ÇALGILARININ TARİHİ GELİŞİMİ
Yayin Tarihi 13 Şubat, 2008
Kategori TÜRK DÜNYASI
Türk Çalgılarının Tarihi Gelişimi |
Türk Çalgılarının Tarihi Gelişimi Türk folkloru içerisinde oldukça önemli bir yere sahip olan halk müziği ve oyunları, birçok yönü ile oldukça zengin bir yapıya sahiptir. Bu zenginlikler içerisinde gerek halk Türkülerinin gerekse halk oyunlarının ayrılmaz parçası olan halk çalgılarının önemli bir yeri vardır.
“Çalgı” kaynaklarda;
1.Müzik aygıtı, enstrüman,
2.Süpürge
3.Müzikte güzel uyumlu sesler çıkarması için yapılmış araç, enstrüman,
4.Müzikle yapılan eğlence, müzik aracı çalma,
5.Saz takımı,
6.Saz, Türkçe çalmak fiilinden ism-i alet.
7.Çalgı deyiminin müzikle müzik aletiyle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Çalgı deyimi Anadolu halkının çalı süpürgesine verdiği addır. Çalmak ise hırsızlıktır.,
8.Süpürge sapı, çanak-çömlek, teneke kutu gibi herhangi bir nesne. Her ne kadar çok değişik anlamları olan “çalmak” fiilinden yapılmış “çalgı” kelimemiz, Farsça, sazın karşılığı gibi görünüyorsa da çalgı çalmak, çalgıya gitmek, çalgıcılık yapmak toplumumuz da; saz çalmak, saz meclisine gitmek, sazendelik yapmak, deyimlerinin yanında pek fazla itibar görmemiştir.
Bu açıklama ve tanımlardan yola çıkarak müzik yönünden çalgıyı(sazı) tanımlayacak olursak; müzik yapmak veya üretmek için kullanılan aletlere halkımızın verdiği genel bir isimdir denilebilir.
Türk halk çalgısından ise; fabrika imali olmayan, halkın kendi mevcut imkanları içerisinde ve basit araçlarla elde yaptığı, akustik kanunlara uymayan, standart ölçü ve kalıpları olmayan, etnografik özelliği olan çalgıları anlıyoruz.
Çalgı bilim olarak Türkçeleştirilebilecek olan, çalgıların türlerini, tarihini, yapım biçimlerini, ses genişliklerini v.b. konuları inceleyen bilim dalına ise, organoloji denir. Çalgı bilimin temeli XX.y.y. başlarında atılmıştır. Çalgılarda bulunan parçaların adlandırılarak uluslar arası birer terim haline gelmesi de bu yakın döneme rastlar. İlk çağda Çinliler ve Hintliler, orta çağda Araplar çalgıları sınıflandıran çalışmalar yapmışlardır.
Çalgıların kullanımları ve tarih içinden gelerek aldıkları yeni biçimler sosyolojik araştırmalar kapsamındadır. Arkeolojik araştırmalar çalgıların 5000 yıl önce de kullanıldığını göstermektedir. Günümüzde kullanılan hemen hemen her çalgının İsa’nın doğumundan önce de ilkel biçimleri ile bulunduğu bilinmektedir. İlk çağda kullanılan ve günümüz çalgılarının atası sayılabilecek bir çok türün imalinde deri, tahta, kemik ve kurutulmuş toprak v.b. malzemeler kullanılmıştır.
Türk çalgılarının ilk şekilleri yay ile çalınınca kopuz gibi değişik adlar alıyordu. Yay ile çalınan bu teller, parmak ile de çalınıyordu. Ancak tip ve şekil bakımından birbirlerinden fazla bir ayrılıkları yoktu. Bu sazlar, yaylı tamburlar gibi hem parmakla hem de yayla çalınan sazlardı. Ancak eski ve ilkel şekilleri daha çok kemençelerdir. Ögel bu açıklamaları ile, kopuzun hem parmakla hem de yayla çalınan aynı tür çalgı olduğunu ve bu çalgının ilk şekillerinin de yayla çalınan kemençeler olduğunu düşünmektedir.
Gazimihal ise; kopuz adının çalgı anlamında kullanıldığını, telli ve yaylı kopuzların da Asya’dan Avrupa’ya yayıldığını belirtmektedir. Ayrıca “Yaysız saplı sazların kıdemi yaylılar merhalesinden tahminlenemeyecek kadar derindedir; mesela, oklu kopuz olan ıklığ neden sonra oksuz kopuzdan türemiş diyerek yaylı sazların daha sonra türediğini savunmakta ve Ögel ile farklı düşünceleri paylaşmaktadır.
“Türk sazlarının ataları, Dede Korkut veya ulu evliyalar ile efsanelerde adı geçen devlerden gelen!…Ağacı, yerin derinliklerine inen ulu ağaçların köklerinden çıkarılan!…Kılları, telleri, yörük atların kıllarından çekilen!…Derisi, şen ve deli taylardan yüzülen!…Burgu veya kulakları, ulu çöllerde ilahi güçle yalnız biten çalılardan tornalanan, maddelerden yapılmışlardı. Kutlu maddelerden yapılmış sazların, kutlu sesleri vardı. Türkler böyle inanmış, böyle gelmişlerdi. Bu karışık ve gürültülü dünyada, birliğin huzurun ve saadetin yolu da bu idi…
Burada da görüldüğü gibi, günümüzde özellikle alevi inancında görülen bağlamanın kutsallığı, geçmişi çok eskilere dayanan bir Türk inanışıdır.
Yay ile çalınan eski karakterdeki Türk sazları, insana biraz korku ve biraz da sihirle dolu bir duygu verir. Zaten sesi de iniltili ve genizden gelen bir mırıltı ile doludur. Herhalde en eski destanlar bu kemençeler ile çalınıyordu.
“Telli sazlar, yaylı veya yaysız olsunlar, daha çok kapalı yer sazlarıdır. Sevgi ve saygı, tanrıya yakarış, ululardan medet dilenme hep bu sazlarla anlatılır ve yapılırdı. Gazi erenlerin başından geçenler bu sazların eşliğinde söylenirdi. Saz ile söz söyleyenlerin de, dinleyenlerin de ruhlarını kaynaştırırdı. Toplumla ilgili duygular tazelenir, güçlendirilirdi. Uzak duran kişiler yakınlaştırılır, yarına daha iyi hazırlanılırdı. Sazlar ile sözü dinleyip duygulananlar arasında bir duygu birliği ve yakınlaşma doğardı. Birlik ve bütünlük içinde bir millet olma yolunda, telli sazlar bir aracı olurlardı.”
Müziğin ilk insanlarda nasıl başladığını incelediğimizde her ne kadar efsaneye dayanan tarafları varsa da, gerçek olduğuna inandığımız yanları da bulunmaktadır. Esen rüzgarların, sazlıklardaki kırık kamışlara çarparak çıkarmış oldukları ıslık seslerini, onların da taklit ettikleri, üzüntülü ve sevinçli günlerinde çıkarmış oldukları seslerin ilk müzik duygularını verdikleri tahmin edilmektedir. Zamanla düşüncelerini geliştirerek kamışın veya kirişin çıkarmış olduğu sesler onların ilgisini çekmeye başlamış, avlanmak üzere kullandıkları ok ve yaylarını bir müzik aleti gibi kullanmış oldukları bilinmektedir. Avlanma yayına oku sürterek bir takım sesler çıkarmışlar ve adına “okluğ” demişlerdir. Daha sonra okluğun ucuna su kabağı ilave ederek “ıklığ”a dönüştürmüşler ve at kılından yapılan yaylar ile de çalmaya çalışmışlardır. Su kabağının üst kısmına ince deriler gerdirip sap ilave etmişler ve kiriş telleri deri üzerinden geçirmek suretiyle, sesin daha net çıkmasını sağlamışlardır. Yay ile çalınanlara ıklığ, parmak veya mızrap türünden maddelerle çalınanlarına da kopuz adını vermiş oldukları tarihi belgelerden anlaşılmaktadır. Iklığ yaylı sazların, kopuz ise mızraplı sazların atası olarak bilinmektedir.
Bu açıklamalardan; Türk çalgılarının ilk çıkışının aynı tür çalgının parmakla ve yayla(okla) çalınması ile dallara ayrılarak gelişmeye başladığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, kopuz gövdesinin önceleri avuç içi şeklinde ağaçlardan oyularak yapıldığını ve üzerine deri gerilerek uzun yıllar çalındığını fakat XVII y.y.dan sonra deri yerine ağaç kullanıldığını da Evliya Çelebi’den öğreniyoruz.
“Türk sazlarının tel sayıları sonradan çoğalmış ve çeşitli adlar almışlardır.”(Asya Türkleri çalgılarını tel sayısına göre adlandırmıştır. İki telli ve parmakla çalınanların yaygın adı dutar(İki telli) dır. Tel sayısı ikiden çok olanlar dombıra, dambıra ve tambura olarak adlandırılmıştır. Özbekler, üç telli ve kalın saplı tamburalarına setar, dört tellilere çartar, beş tellilere pençtar ve altı telli olanlara ise şeştar demişlerdir. Kazak tambura ve kopuzlarının çoğu iki telli ve kıyak adını verdikleri kemençelerdir.
Bu tür çalgılarda tel olarak ilk önceleri at kılı ve bağırsak kiriş kullanılmıştır. Daha sonraları ipek yoluna yakın bölgelerde ve kültür merkezlerinde ipek tel kullanılmaya başlanmıştır.
İngiliz kökenli kaynaklar, madeni telin 1350 yılında Avrupa’da Klavikord ve Harpsikord’da kullanıldığını yazmaktadır. Fakat, tarihçi Von Hammer Osmanlı tarihi ciltlerinin son kısmına doğru bir notunda madeni saz telini Türklerin İstanbul’a soktuğunu ve dolayısı ile Avrupalılara da tanıttıklarını kaynak göstermeden yazmıştır.
Gerek tezeneli gerekse yaylı kopuz türü çalgıların kökenlerinin Asya olduğu bilinmesine rağmen, Anadolu’da bu çalgıların daha önceden var olduğu, dolayısı ile kökenlerinin Anadolu olduğu konusunda görüşler de bulunmaktadır.
Bunlardan bazıları;
1.Iklığ adlı Türk kemençesinin asıl yurdu Anadolu’dur. Yaygın olarak Mısır’da görülüyordu. Türkistan’da bu sazın bir yurdu olarak gösteriliyordu. Eski Anadolu’da ıklık adlı kemençe daha çok ve yaygın olarak görülüyordu.
2.Terim olarak kopuz genel adı altında toplanabilen tambura tipli sazların ebedi ülkesi kısmen Anadolu’dur.
Nejat Birdoğan ise;”….bağlamanın kopuzdan türemediğine ilişkin bir sav daha var; O da bağlamanın Hitit’lere özgü kutsal bir saz olduğudur. Karkamış kabartmalarında sapından sallanan püsküle kadar bütün biçimiyle bağlama görülmektedir. Kralın önünde çalındığına göre de kutsal bir sazdır. Başka bir sav da; Mezopotamya Çalgı Müziği adlı yayıma göre, Luth, M.Ö.2000’de Sümerler ve Akatlar da yeğlenilen bir çalgı idi. Bu saz, Elamlar’da da yüzyıllar boyu kullanılmıştır. Gövde toparlak ya da yumurta biçiminde olup, sapı çoğunlukla uzun olan bu çalgının adı “üç telli” anlamına “sa-esh” dir. Çalgı Elam’da çok yaygındır ancak, kaynağının Elam olduğu söylenemez.
Çalgının çeşitli bölümlerinin oranları bu günkü bağlamanın tıpkısıdır. Karkamış harabelerinde görülen de bu çalgıdır. Bize öyle geliyor ki, Asyalı göçmen Türk, Anadolu’ya gelirken kendi kopuzunu, çöğürünü sırtına alıp getirdi. Anadolu’da Elam ve Hitit sazını gördü. Meçhul sanatçı(çalgı yapımcı) iki sazı birleştirdi. Bu günkü saz ortaya çıktı.” diyerek, kaynak ta göstererek konuyu açıklamaktadır.
Aslında bu açıklamalarda da görüldüğü gibi, dikkat çekici olan; bağlamanın kopuzdan türeyip türemediğinden veya kopuz türü çalgıların kökeninden daha çok, kopuz türü çalgıların Anadolu’da da olduğu ve Anadolu kültürü ile Anadolu’ya gelen Türkler’in kaynaşmasında bu tür çalgıların önemli rol oynadığıdır.
Fakat, yukarıdaki düşüncelerden farklı düşünceler de bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir; “Bağlamanın kökeni kopuza dayanır. Kopuz Orta Asya’dan Çin’e, Kıpçaklara, oradan da Avrupa’ya yayılmış, Hunlulardan Bizans’a geçmiş, Oğuzlarla Anadolu’ya girmiş, Selçuklularla da yerleşmiştir.
“Şimdiki bağlama cinsi çalgıların atası diyebileceğimiz kopuz, soyca uzun saplı, armut biçimi yada üç kenar gövdeli, önceleri kıl telli ve ses perdeleri yokken, Anadolu’ya gelince şöyle böyle XIV.y.y. da madeni tel takılmak ve bağırsak kirişten ses perdeleri bağlanmak suretiyle oldukça gelişkin bir şekil almıştır.”
“Evliya Çelebi, Levendane bir sazdır ki hemen şeşhanenin yavrusu zannolunur.” demektedir. Yine Çelebi’nin ifadesine göre Anadolu’da neslini görmediği bu saz, Bosna, Budin, Eğri ve Temeşvar gibi serhat ahalisine mahsustur.
“En eski Romen çalgılarından olan cobza(kobza) aslen bir Türk çalgısı olan kopuzun değişikliğe uğramış bir şeklidir. Kökeni Orta Asya olan bu çalgı, bir çok yerlere yayıldığı gibi Romanya’ya da çok eskiden XIV.y.y.ın ilk yarısında girmiştir.” gibi düşünceler bulunmaktadır.
Bilindiği gibi, kopuz türü çalgılarda tel olarak ilk önce at kılı, daha sonra ise bağırsak kiriş kullanılmıştır. Atın ise ilk önce Türkler tarafından evcilleştirilerek binek hayvanı olarak kullanıldığı antropolojik ve arkeolojik çalışmalardan çıkarılan sonuçlardır.
Bu bulgu ve düşünceler bize; kopuz türü çalgıların Asya kökenli olduğunu ve bu çalgılarda at kılını tel olarak ilk kullananların da Türkler olduğunu göstermektedir. Ayrıca kopuzun devamı olan bağlamanın günümüzde de kutsal sayılması ve bunun çok eski bir Türk inanışı olması da bu görüşümüzü desteklemektedir. Fakat bu tür çalgıların Anadolu’da da olduğu söylenebilir.
Çünkü, gerek Anadolu’ya gerekse Anadolu üzerinden Orta Avrupa’ya kadar olan bölgelere çeşitli zamanlarda yapılan Türk göçleri ile bu tür çalgılar Anadolu’ya da taşınmış olabilir. Bu göçlerin tarihini de M.Ö.5000 yıllarına kadar dayandırmak mümkündür.
Ragıp Ozan FALAY |
Email : [email protected] |
Yorumlar
“124) TÜRK ÇALGILARININ TARİHİ GELİŞİMİ” yazisina 1 Yorum yapilmis
Yorum yap
milletimiz her konuda diğer milletlere örnek olmuştur