10/5) MANAS’IN ZAFERLERİ
Yayin Tarihi 3 Mart, 2009
Kategori TÜRK VE DÜNYA DESTANLARI
HAN MANAS’IN ZAFERLERİ
Kalmuk hanı Alevke Dangu şehrinin hükümdarı Kayıp Dangı’ı saraya çağırdı.
“Kayıp Dang, Kara Şehir’in hanı Manas’ın sonu geldi. Şehiri Tırgot, Mangullar yapmıştır. İçtiği suyunu üç gün kesip ondan sonra zehir koydur. Halkını öldür, kapısını gece açtır. Ardından ordu girecek.” Diye emretti Alevke.
Kayıp Dang, bunu kabul etti, şehir yöneticilerini çağırıp ertesi gün Karaşehir’in suyunu kestirmek için gizlice adam gönderdi. Alevke’nin emrini duyan Kayıp Dang’ın rahipleri akşamleyin bu haberi Manas’a ulaştırıp karşılığında altın aldılar.
Manas gün geçmeden Karaşehir’in suyuna zehir koyacak olan Kalmuk ve hain Moğol’ u öldürdü. O gün Dangu şehrine süratle akın yaptılar, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar şehirden kaçtılar. Kayıp Dang’ın kızı Karaberk, kırk kız arkadaşıyla halk arasında kalıp düşmana direndi ve pek çok yiğitleri atlarından devirdi. Karaberk, Makay’ı da yaralamıştı.
Manas, nişancı kızın yaptıklarını duyup onu canlı yakalatıp getirtti. Manas han kızının güzelliğini gördükten sonra, onu öldürmeden, onunla evlenmek istedi.
Kız babasının öldüğünü öğrendikten sonra “Manas’a varmak değil, babamın intikamını almak istiyorum.” Diye tehdit etti: “Kız nazı ile sevilir.” Diyen Manas, Karaberk’in karşı koyuşundan, kahramanlığından memnun oldu.
Ele geçen Kayıp Dang’ı kızının yanına getirdiler, Kayıp Dang ile Manas barıştı.
Üç kahraman dost oldu. Buğday ekmeğini çiğnediler, el tutuştular, çubuk kırdılar, ellerinden, kan çıkardılar.
“Ekmek kutsaldır. Buğday gibi temiz niyetle yaşayalım! Birbirimize kötü niyette bulunursak çubuk gibi kırılalım! Düşmanımıza beraber saldıralım. Düşmanlaşsak kanımız aksın!” diye bahadırlar Tanrının huzurunda anlaştılar.
Kayıp Dang büyük bir düğün düzenledi. Bay, Akbalta, Berdike, Bakay başta olmak üzere Dangu şehrinde âdetler gereğince baş dünür olarak geldiler. Han Manas şanına yakışır bir şekilde Karaberk ile evlendi. Kayıp Dang, âdetlere göre Türk ustalarına kızı Karaberk için on iki katlı ev yaptırıp, içerisini türlü türlü eşyalarla süsledi. Bu evin güzelliğini ozan Caysang yarım gün methederek bitirememiştir.
Tanrının ulu gününde Cakıp avuldan altmış akıllıyı bir araya topladı, aksakallılarla kurultay düzenledi. Bu yine ne diyecek acaba diye Bay’ın sözünü dinlediler. İhtiyarlar kısrak kesip, tören olan eve yerleştiler.
Ağzında sözü var, dilinde balı var Cakıp şöyle dedi:
“Görmüş geçirmiş ihtiyarlar, size söyleyecek derdim var. Görmediğimizi gördük içmediğimizi içtik. Dolaştık. Gördük ki Altay kutsal yer imiş. Başıboş dolaşmıştık, şimdi canlandık; kurumuştuk, şimdi yeşerdik. Ama dünyalarımız çoğalıyor. Kalmık ve Çinliler bize gün göstermeyecektir. Halimi iyi iken yer arayalım. Uygun görürseniz, hepimiz Altay’dan Ala Dağ ve Andıcan taraflarına göç edelim.
Avulun büyüğü Berdike bu sözü beğenmedi.
“Hayvanlarına yer dar geldiği için böyle söylüyorsun herhalde, Düşmanlar artık yıpranıp bizden korkmaya başladılar. Şimdi nereye kaçacağız? Kazandığımız malı mülkü niye savuralım?”
İhtiyarların sükûnetini Bay yiğit bozdu:
“Cakıp’ın dediği doğrudur. Korumak isteyeni korurum”, buyurmuş Tanrım, ıssız bucaksız sınırı olan Çin’in askerlerinin hesabı yok. Altay’daki Kırgız’ın ordusu kuvvetli değildir. Bir gün gelip bizi yok etmesin! Doğuda Sarı Arka, Kuzey tarafta İdil, Nura Su (nehir)yu, Opol dağı var. Oralar annemizin babamızın büyüdüğü yerdir. Bu taraflara bir bakalım.”
Bu sırada Kambar’ın oğlu Aydarkan şöyle dedi:
“Başımıza bir şey geldiği yok, niye göç edelim diye söyleniyorsunuz? Yoksa Çinliler mi geliyor? Veya Kangay mı geliyor? Doğmak var, ölmek var. Nereye gidersek gidelim ecelimiz gelmişse öleceğiz. Alnımıza yazılanı görelim.”
“Vay dünya! göbek kanımız damlayan topraktan iyi ne var!” dedi Bay.
Manas şöyle dedi:
“Milletim, düşmanın gölgesinden korkup kızışmayalım. Beni han yaptınız, hanın sözünü dinleyiniz! Babalarımız düşmana kanını verse de topraklarını vermiş değildir. Çinliler topraklarımızı elimizden aldılar. Topraklarımızı geri alalım. Bunu yapamazsak Kırgız olmayalım. Şerefimizi koruyarak, intikamımızı, topraklarımızı aldıktan sonra Ala Dağ’a göç edelim.”
Manas’ın sözünü herkes beğendi.
Beş gün sonra Manas’ın karşısına muhtelif boylardan kurulmuş sekiz yüz bin kişilik ordu geldi, bayrakları dalgalanıyor, zırhları parlıyordu.
Manas ilk seferini Altay’daki büyük hana karşı, yani Kırgızlarla defalarca saldırıp topraklarını zapteden Tekes Han’a yaptı.
Han Manas, Tekes Han’a mektup gönderdi:
“Tekes Han, Kırgızdan aldığın toprakları geri ver, yiğitlerinin kan bedelini öde, otuz yıldan beri aldığın vergileri geri ver, aksi halde, yüzyüze gel!”
Mektubu alan Tekes Han öfkelendi:
“Sürgündeki bir avuç Kırgızdan çıkan nasıl bahadır imiş, Manas?”
Tekes Han, Kuyas adındaki kurnaz adamına Doğudaki Kırgızları gözleyiniz, düşmanı görürseniz haber veriniz diye onu casusluğa gönderdi.
Tekes, düşmana karşı tedbir almaya çalışırken yedi gün sonra casuslar gelerek:
“Kırgızlar bizden önce harekete geçmiş.” dediler.
Şaşkına dönen Tekes:
“Kuyascığım bir çare bul!” diye yalvardı.
“Ele geçiremediğimiz Kırgız kendisi geliyormuş. Eceli gelmiş demek, gelsin bakalım!” dedi Kuyas aldırış etmeden.
Kuyas gece yola koyulup Kırgızların saldıracağı tarafa varıp sihir yaptı, geniş dağ deresindeki otlar, çiğ (bir çeşit bitki), kuray (bitki), söğüt ve kavakların hepsini insan şekline getirip gayet çok asker varmış gibi gösterdi.
Ertesi gün Kuyaz gelip Tekes’in gönlünü avuttu.
“Gayet çok asker hazırladım. Huduta yerleştirdim. Git gör?” .
Tekes huduta gelip baktı ki düşmana karşı topuzlarını eline alan, kılıçlarını hazır tutan tamamı pehlivanlardan oluşan sayısız asker var.
Tekes Kuyas’ın hünerinden memnun olup, bununla karşılaşan Kırgızlar ölecektir diye komşu hanlara haber vermeden, yardım talep etmeden rahat yattı.
Dördüncü gün Manas büyük ordusuyla Tekes’in topraklarına geldi.
Ordubaşı Aydarkul Tekes’in sayısız askerleriyle karşılaştığına şaşırıp, Bahadır Manas’a geldi.
“Buca Kalmuk askerine gücümüz yetmez. Felaket olur. Çekilelim.” Dedi bazı korkak binbaşılar.
“Kaçarak ensemize ak yemektense karşılaşıp ölelim.” Diye sinirlenen Manas gidip bakmak için tek başına yürüdü. Bahadır’ı yalnız bırakmamak için Bakay da yürüdü. Yolda Bakay şöyle dedi:
Manas, onların karşısına ben varayım, ben gidip bakayım. Kalmuklar yakalasa beni yakalasın, sen kurtulursun. Onlara göründükten sonra kaçalım, sırrını bilelim.”
Bakay, düşmana gözükerek yürüdü. Sıraya dizilen Kalmuk askerleri kımıldamadılar. Bakay buna şaşırdı. Bakay mızrağını uzatsa onlar da hepsi birden mızraklarını uzattılar. Bakay eline kılıç alsan, kalabalık asker de aynı hareketi yaptı. Bağırsa bağırdılar.
Bunun hile olduğunu öğrenen Bakay, rahat bir şekilde gelip durumu Manas’a bildirdi.
“Manas benim bildiğimi bildin mi, duyduğumu duydun mu, bu bir hileymiş. Kalmuk’un sihirbazı sihir yapıp yerdeki otları, çiğ, kavak ve söğütleri asker yapmış” dedi Bakay gülüp “bunları dövüşerek yenemeyiz. Bu Çinlilerin bilmediği hile yok.”
Kırgızlar büyülü askerlerle dövüşmeden askerlerin ayağına alabildiğince barut koyup ateşledi. Barut, alandaki kalabalık askerleri, kamış, çiğ ile beraber yaktı.
Manas’ın askerlerinin sarayını kuşattığına sinirlenen Tekes Han yanındaki sihirbaz kuyas’ı öldürüp, kendisi de canlı ele geçmek istemiyerek kalbine hançer saplayıp intihar etti.
Manas, Tekes han’ın halkını, binlerce askerini saraya toplayıp şöyle emretti:
“Gök bayraklı yiğitler! Gök Tanrının çocukları! Tekes Han’ın askerlerine dokunmayınız! Kalmuk askerleri halkımıza isteyerek hücum etmiş değildir. Bunların halkını, malını mülkünü talan etmeyiniz! Eğer kim Kalmuk’un Tekes’in halkına kötülük ederse cezası ölümdür!”
Manas Aydarkan’ı yanına alarak askerlerini kontrol etti.
“Bu Kalmukların nesine acıyalım? Bize acımayanın günahı yok mu? Diyerek askerlerin içerisinde Manas’a küsenler oldu.
Han Manas, Tekes Han’ın halkını tamamını Tötön’ün geçidine çağırttı.
Toplanan Kalmuklara Manas şöyle dedi:
“Ey, millet! Başınıza dert geldi. Bizi küstüren, tahkir eden hanınız ile onun mahiyetleri öldü. Hanlığa alışmış halk idiniz. Hansız, başsız gününüz karanlıktır, huzurunuz olmayacaktır. Şimdi kendi isteğinizle kendinize han seçiniz, bayrağınızı kendiniz taşıyınız.”
Manas’ın sözünü halk beğendi. Beyaz saçlı, gözlerinden ateş saçan aksakal Manas’a döndü.”
Genç olsan da erkek imişsin, kılavuz imişsin! Senin gibi evladı olan halk ölmez” diye, Kalmuk putlarına yalvardı dua okudu. Kalmuklar aksakala sığındılar.
Han adayı için birkaç beğ, bahadır ve Dang’ın adı okundu. Ama kimse ben han olacağım diye çıkmadı.
“Bir halktan bir han çıkmazsa, o halkı Tanrı lanetmiş demektir” dedi Bakay “İhtiyar olsa da han yapınız.”
Karaça isimli yaşı seksene gelen ihtiyarı halk sıkıştırdı.
“Ben yaşlandım, yoruldum. Gençlerden yapınız!” dedi Karaça diz çöküp.
“Yaşlı olsan da akıl senden çıkar. Kalmuklar yaşlılarına saygılıdır.”
Karaça tereddüt etti yanına Saykal isimli kızı işve yaparak yetişip geldi.
Kız çubuk gibi ince belli, erkeksi giyinen, kızıl kaş, düğme baş, süt gibi beyaz vücutlu, horoz gibi boynu olan, yuttuğu boğazından gözüken güzel biriydi.
Saykal Kız, babasına şöyle dedi:
“Baba, nasılsınız? Ölen Tekes’in elbisesini nasıl alırsınız? Hükümdarlığa hevesinizi mi vardı? Bu davranışınız olmadı.”
Karaça “çocuğum da tasvip etmedi” diyerek durdu.
“Ey, millet!” Dedi Karaça “Ben size han buldum. Temir Han’ın oğlu Teyiş, han olmaya layık, on sekiz yaşında bir oğlan Teyiş’i han yapınız!”
Karaça, bağırırken toplanan kalabalık “Teyiş Han!” diye putlarına sığındılar.
Han Manas bundan memnun olmadı. Teyiş’i beyaz keçeye oturtup han adetince her taraftan tutup kaldırttı. Tekes’in, nakışları altından olan kızıl sancağı çekildi ve hanlığı ilan edildi.
Temir han’ın en küçük oğlu Teyiş Han, babasının ıssız yerdeki bembeyaz inci gibi güzel olan şehrinin idaresini ele aldıktan sonra yedi atasından beri görülmeyen büyük bir şölen düzenledi. Kalmuklar, bu defa Altaylara, Kagayara ve Mançurya’daki Türk kabilelerine Kırgızlara, Moğolllara ve pek çok halka cidden kendilerini göstermek istediler. “Türk kabilelerinden neyimiz eksikmiş? Kırgızlar çok şölen düzenlediler. Biz de doğuda bir gürültü koparalım” dediler Kalmukların gençleri ve ihtiyarları.
Teyiş Han, Kırgızlar için at yarışı tertip etti. Yarışan kırk ata ödül olarak deve verdiler kısrak kestiler, kımız yaptılar. Halk iki tarafa bölünüp güreş yaptı; dövüş düzenledi. En güçlü, en dayanıklı olanlar ödül aldılar.
Şölen kıvamına geldiğinde, kalabalık çoştuğunda sarı beyaz ata binen, düğme saçlı, on yedi yaşındaki Kalmuk kızı Saykal, meydana çıktı.
“Saykal, Saykal!” diyerek Kalmuklar bağırışıp putlarına sığındılar “Gök Tanrı sana denk gelecek insanoğlunu yaratmamıştır.” diye bağırdılar.
Kız olmasına rağmen, dokuz kulaç mızrak tutup, savaş silahlarını kuşanıp, yürük atına binip, bayraklı mızrak alan Saykal, bahadırlara yakışan heybeti ile duruyordu.
Kuşluk vakti oldu, öğlen oldu, öğlenden sonra oldu, erkekler çevirilmiş olarak durdular. Saykal ile tutuşmaya kimse çıkmadı. Bu işi eceli gelen denemezse, başka insan deneyecek gibi değildi. Kırgızlar Tekes’in yanında pehlivanlığıyla bahadırlığı bir arada olan Saykal’a karşı koyan insanın olmadığını duymuşlardı.
“Bunca erkek arasında bir şerefli erkek yok mu? Erkek kadından kaçar mı? Diye haykırdı Saykal, “Şerefimi kazandım! Ödülümü veriniz!”
Kadının sözünü duyduğunda han olduğunu unutup, gururuna yediremedi er Manas, kadınla dövüştürdünüz. Erkek değilsiniz! “.
Manas yağmurunu dökecek bulut gibi kükreyerek, heybetle savaş silahlarını kuşanıp, sırlı mızrağını uzatıp, Aksargıl’a kamçıyı vurarak Saykal kızın önünü kesti. Er manas güzel, geniş alınlı, yayık göğüslü, uzunca, oyuk burunlu, cadı gözlü Saykal’ı görünce aklı dağılıp ateşli kalbi oynamaya başladı, “Öldürmeyim, değerli bende imiş, benim alacağım kız imiş” diye düşünüp omuzuna mızrağı ihtiyatla uzattı.
Haddini bilmeyen kız dövüşmeye devam etti. Bahadırın mızrağına vurup, altın eyerin hakkı diye kalbine nişan eyleyip göğsüne mızrak vurdu.
Sendeleyen Manas’ın gözlerinden ateş sıçradı, bindiği atı da bir yana eğerek kendini düzeltti. İkinci karşılaşmada kız, Saykal bağırarak, gelip yiğide doğru mızrak vurdu. Mızrağın ucu Manas’ın sağ koltuğunda girip arkasından çıktı. İki dev mızraklarını bırakıp böğür böğüre tutuşup erkek güreşine geçtiler. Saplanan mızrağın arkasından sallanıp durmasına bakmayan Er Manas utanarak Saykal ile dövüşmeye devam etti. Sağ tarafına gelen Saykal kuvvetli Manas’ı göğsünden aldığında arslan çoktan gevşemişti.
“Kadını yenemeyip de alaya mı alınayım?” diye öfkelenen ER Manas baltasını eline alıp Saykal’ın üzerine vurdu. Kız kalkanlarıyla karşı koyup Manas’ı şaşırttı.
Kız Saykal, kaplan Manas’ın sağ omuzuna vurdu, kamçıyla vurup onu at üzerinden devirmek istedi.
Bu kadarla da yetinmedi, Akbalta’nın arslanlarından biri olan Çubak atını, ok gibi hızlı koşturarak ortaya geldi, “Hey bu engiş (birbiri at üzerinde çekmek ve eyerden düşürmeye çalışmak) değil, dövüştür” diye Saykal’ın bindiği atın başına vurdu. Saykal’ın atı ürküp bir yana saptığında Çubak, Manas’ın sol omuzundan doğrulttu.
Akbalta ok gibi hızlı bir şekilde ortaya geldi.
“Kavga çıkacak, bahadırlar durun!”
Bu esnada Kalmuk’un Dogo adlı bahadırı çıkıp Akbalta’ya saldırdı.
“Pis Kırgızlar, bir kıza bahadırınız Manas rezil oldu. Bur kişiye karşı nasıl ikiniz girersiniz!”
“İki yiğit mücadeleye çıkmıştır. Yenip yenilme başkadır. Oyunu bozma!” Çubak, Dogo’ya elini kaldırıp, atını itti.
Kazaklardan Aydarkan, Kırgızlardan Bakay çıkıp beklenmedik olaylar meydana gelmesin diye araya hakem soktular.
Teyiş hakem oldu. Hakem oyunu durdurdu, direnenlere sert davrandı.
Bahadır Manas üzerine saplanan mızrağın ucundaki kılları temizleyip etinden çekip çıkardı. Yiğidin yan kısmında açılan yaradan kan akıyordu. Bu Manas’ın gücüne gitmişti. Bin çeşit otun başı birleştirilerek yapılan Orcemin adlı ilacını yara üzerine örttü, akan kan durdu, gözleri açıldı.
Öfkelendiğinde önüne çıkanı yıkıp kıran Manas, ateşlenip Aksargıl atını oynatıp arkasından toz duman bırakıp tekrar meydana çıktı. Bunu gören kız Saykal da hiçbir şeyden korkmayan erkek gibi, dişi arslan gibi haykırdı.
Niye güzelliğine kapılıp kurtardım ki kadını. Düşmana acıyan kendisi yaralanır, diye kendini kızarak mızrak uzattı Manas.
İki dev, ardı ardına tutuştu. Üçüncü kez tutuşmada Saykal atın sağrısına gitti. Manas, atının sendelendiğine bakmadan Saykal’a mızrak savurdu. Saykal şaşırdı.
Bir yana çevirilerek kendi adamlarının arasına kaçtı.
Manas, Aksargıl atını koşturup peşine düştü.
Manas babasının himayesine sığınan Saykal’a ulaşamadı. Askerleri yarıp giremedi, atını oynatıp “Bahadırınızı çıkarınız!” diye Kalmukların karşısına gelip bağırdı.
Teyiş, Aydarkan ellerini kavuşturarak öfkeli Manas’a geldiler.
“Bahadır Manas, ödül senindir! Manas Karargah’ gel!”
Manas, onlara çok sinirlendi:
“Ödülün bana hiç gereği yok. Kadını yenmeden milletin yüzüne nasıl bakarım”
Bahadır Manas, Bakay’ı Teyiş’i ve Aydarkan’ı alarak Karaça’ya geldi. Gördü ki, Saykal Kız, savaş elbisesini çıkarıp, saçlarının çözüp, yarasına ilaç sürüyordu kuvvetten düşmüştü.
“Bahadır, sonunda şeref senindir!” diye kabile reisleri, şöleni yönetenler Manas’ın önüne çıktılar.
Ölümden kaçan kurnaz Manas, kimseye yol vermedi, inadından vazgeçmedi, kimseyi dinlemedi, gök bayrağı elinde idi.
“Saykal’a yenilmeden ya da onu yenmeden, dönmeyeceğim! Onu çıkarın! Şerefinizi kurtarın!”
Karaça Bay çok zeki, hazır cevap sağlam bir kişi idi:
Bahadırınız uygun görürse, benim demek istediğim, Saykal’ın atını Er Manas’a verelim. Han Manas’ı teskin edelim.”
Saykal’ın sarı atını getiren ihtiyar şöyle dedi: “Er Manas! Erkeksen bağışlayıcı ol! Atımız sana hediye, başımız takdimdir! Bizi affet! Ödül senindir! Şeref senindir! Kızmamanı diliyoruz, Bahadır!”
Bu münasip sözü dinleyen Manas, keyfi yerine gelip kamçısını bıraktı ve şöyle dedi:
“Söylediğinize uydum. Hediyenizi gördüm. Hediye büyüklere yakışır. Onu ihtiyar Karaça Bay’a verdim.”
“Oh, sevgili Manas konuştu” dedi halk bağırarak.
“Yerin genişlesin, kabilen çoğalsın” dedi ihtiyar Karaça, Sarı atın dizginini tutup.
Ondan sonra Kız Saykal, Manas’ın gözüne gözükmedi, arslan Manas, iyi niyetle geçenki tutuşmayı unutup, kızın kahramanlığından memnun olup içinde “Tanrı kısmet eylese alınacak kadın imiş” diyerek Karaça’nın evine sık sık bakıp, Kız Saykal’ı kalabalık içinde izledi.
Şölen bitmek üzereyken koşan atlar geldi. Yarışı Manas’ın Akkulası kazındı. Manas Akkula’nın kazandığı ödülü dört kabile halkına bölüştürüp verdi.
Altı günlük şölen bittikten sonra Manas kalabalık askeriyle atlanıp Aral’a geldi, yorulan askerler mola verip dinlendiler.
Kara-Köl denen bu harikulade yeri, Orgo Han yönetiyordu. Orgo Han Türk kabileleriyle pek fazla savaşmış biri değildi. Bu defa haberci kötü haberle gelir. “Altaylı hırsız Kırgızlar şimdi baş kaldırıp boyun eğen kabileleri kendilerine katarak ordu kurdular, Turgout, Moğol, Uygur ve Kalmular’ı sel gibi kaplayıp Pekin’e yürüyorlar, Gafil yatan Kalmuklar’a “Kırgızların yolunu kesiniz. Tedbir alınız” diye haber geldi.
Orgo Han sur üzerinde davul çaldırdı. Adamlarından civardaki yöneticilere, valilere ve komutanlara mektup gönderdi, onları haberdar edip asker topladı. Zaten kalabalık olan Kalmukların askerlerinin sayısı yedi yüz bine ulaştı.
“Kırgızların bizimki kadar askeri yoktur. Onları artık durdurunuz” dedi binbaşıları.
Orgo Han’ın ordusu saraydan bir parça uzakta, gelecek olan Kırgız ordusunun önünü kesip karşılaşmayı beklediler.
Sel gibi gelmekte olan Manas’ın ordusu gözüktü. Nihayet iki tarafın askerleri birbirleriyle burun buruna gelerek durdular.
Orgo Han, tarafından Atan denen pehlivan çıktı. O iki gözü ensesinde, başı keçe evi gibi, iki kaşı hırslı kara köpek gibi, boyu üç kulaç, hergün bir ineği midesine indiren, canı sıkıldığında iki yüz pehlivanı bir araya bağlayıp kaldıran dev idi.
“Pehlivan Atanım, kırgızların Manas denen pehlivanıyla ancak sen karşılaşabilirsin. Sadece sana güveniyorum! Onun hakkından gel.”
“Kırgız da kim oluyormuş? Güneşim değdiği yeryüzünde benden başka pehlivan var mı acaba? Parça parça ederim Manas’ı diyerek, pehlivan Atan yanına kalkan aldı. O masmavi demirden doğru geldi.
Orgo Han’ın askerleri iki tarafa bölünüp Atan’a hürmeti için tezahürat yaparak yol açtılar. Bu esnada Orgo Han’ın askerlerinin içinden kamburlaşan küçücük bir ihtiyar sıyrılıp çıkarak pehlivan Atan’ın önünü kesti.
“Hey, bu karınca mı, insan mı? Yoksa ayağa takılıp ölecek bir şey mi? Dur yolunda!” diye atının dizgininden tutan ihtiyara pehlivan Atan sevindi.
İhtiyar nazlanıp inat ederek Atan’a yol vermedi. Bu esnada hırslanan Atan benim gücümü halk görsün diye eğilerek ihtiyarı almak istedi.
Atan’ın bindiği Dankara adlı at, tıksırıp ürkerek ihtiyara hiç yaklaşmadı. Pehlivan Atan, atını tepip kamçılayarak ihtiyara ulaştı ve onu omuzundan tutup aldı.
Bu sırada deminki ihtiyar kıyamet kopardı. Pehlivan Atan’ın belinden tutup, attan yolup alarak kaldırıp yere attı. Göğsünden bastı. Atan’ın başını otu yolmuş gibi kopardı. İhtiyar sakin halde maral sıfatlı Dankara’ya binip Kırgızlara doğru gitti.
Kalmuklar, deminki ihtiyar insan mıdır, cin midir diye şaşırıp kaldılar.
“Yaşa be pehlivan Pöyüş! Kalmuklara göreceğini gösterdin!” dediler Manas’ın askerleri, ona yol vererek.
Baktılar ki deminki ihtiyar, Kırgızların Köyüş isimli sihirbaz yiğidi imiş. O sabah erkenden kılık değiştirerek Kalmukların arasına girip casusluk yapıyordu. Sonunda bir çareyle Altan’ı yenerek dönmüştü.
Kendine gelen Kalmuklar, Orgo Han’ın yanına gelerek konuştuktan sonra davul çaldırıp askerlerini Kırgızların üzerine sevkettiler.
Kıyasıya dövüş başladı. Kalkanlar parçalanır kanlar döküldü, oklar vızlayıp, yer sarsıldı, büyük bir gürültü koptu.
Er Manas, Orgo Han’a vurup onu yarı canlı halde bıraktı. Bayrağı devrildi, Han öldü. Hansız savaşmaya cesaret edemeyen Kalmuk askerleri kaçtılar. Er manas, Orgo Han’ın kaçan askerlerini takip etmedi. Manas’ın gönlünde acı vardı, çünkü onun da pekçok askeri ölmüştü. O, dövüşten sonra kanların döküldüğü bu yerleri görmek istemedi. Bu kez Manas Bakay’ın peşinden dışarıya çıktı.
Dişediş savaşan iki tarafın kaybı eşit sayıda idi. Savaş alanı yağmur gibi akmış olan insan kanıyla toprak kırmızı çamur haline gelmiş, ark olup akıyordu. Yerden çıkan toz dumandan, gökteki güneş gözükmüyordu. Cesetler dağ gibi olmuştu. Eceli gelen yiğitler ölmüştü, dişleri çıkık olan atlar uzanıp yatıyordu. Toprakta eyer, kırılmış mızrak, sapsız balta, kınsız kılıç, Kalmuk Kırgız karışık çamur gibi yoğurulup yatıyorlardı.
Manas bu manzarayı gözden geçirirken nice nice gençler gözüne ilişti. O hemen buradan uzaklaşmak istedi. Onu öldürmeyi bahadırlık diye düşünmüyordu.
Manas yedekte götürdüğü atını salıverip Bakay’ın yanına geldi, hiç ağlamayan zavallı yiğit, gözleri yaşla dolarak başını ağabeyinin omuzuna koyup kemikleri sızlayarak acı acı ağladı.
“Ağabey, bu katliamdan, bu dövüşten ne zaman kurtuluruz?” diye sendeledi manas’ın gözleri keder doluydu.
Görmüş geçirmiş, ata bindiği zaman yolcu, dövüştüğü zaman asker olan Bakay, böyle manzarayı binlerce defa görmüş olacak ki, hiç şaşmadan Bahadır Manas’a şöyle dedi:
“Er Manas, halkının başını kurtardığın zaman, halkın özgür yaşadığı zaman savaştan kurtulursun.”
Bahadır Manas, yüzüne soğuk su serpilmiş gibi kıvrıldı. Bilgiç Bakay konuşmaya devam etti:
“Yenmek, düşmanı öldürmek demek değildir. Yenmek halkın kurtulması demektir. Halkı kurtarmak erkeğin işidir. Tanrı bunu herkesin alnına yazmış değildir. Nadiren birilerine yazar. Senin alnına işte bu yazılmıştır. Ne zaman halkını muradına erdirirsen, o zaman görevini yerine getirmiş olursun. Seni bunun için Tanrıdan istedi halk. Ağlama! Sen erkeksin, bahadırsın! Erkekler milletinin ocağını mızrak ve kılıcın ucuyla genişletir. Halk bahadırlığı, kılavuzluğu ile altın sırık olup destekler.”
Ertesi sabah Han Manas savaşta ölen yiğitlerini, silahlarıyla birlikte bir çukura gömdürdü. Her birinin başına bir taş koymuştu, taşlar Opol dağı gibi birikti.
Cırgalang’ın boyunda, Cıluu-Su’yun suyunda Han Manas yiğitler kuvvetine dolsun, atlar dinlensin, yaralılar iyileşsin diye üç gün üç gece mola verdi.
Gökte yarım ay kalıp çoban yıldızı parlarken, tan yeri ağarırken, Manas Han’ın karagahına Orgo Han’ın hatunu Samankul hamın önce hiç giymediği Kırgız sarığını giyip, iki çocuğunu yanına alıp, saraydan birbirine benzeyen on boz atı seçip, danışmanı Iraman’ı tercümanı yaparak araba dolusu kızıl ipek kumaş ve değerli hediyelerle geldi.
Kırgızların adetince, oğlu Karatay’ı öne çıkarıp Iraman’ın oğluna şarkı söyletti ve böylece debdebeyle kaideyi yerine getirdi.
Samankul Hanım, Han Manas’ın önünde şöyle söyledi:
“Bu hayatta siyah ile beyaz, gündüz ile gece, kötülük ile iyilik hep beraberdir, Hanım! Kocam ölüp, dul kalmış olsam da oğlum dün Han tahtına oturdu. Eksik olamayın, kaide bilen Hansınız. Ben bahtsızı öldürmek istersen işte buradayım. Başım karşılığında bu küçücük iki oğlumun canını bağışlamanı dilemeye geldim, Manas.”
Han Manas, iyi niyetli, itinalı konuşan kadından memnun kaldı.
“Bir kadın Han önüne saygıyla gelirse, onu bağışlamak vardır, hatun. İki oğlunuz yanınızda yardımcı olsun! Şehriniz huzur içinde, yönetim sizin elinizde olsun.”
Iraman’ın oğlu Bahadır, Manas’ın yiğitliğini, mertliğini, Samankul Hatun’a söylediklerini överek şarkı söyledi. Manas şarkıcıyı beğendi.
“Hatun, eğer uygun görürseniz, bu oğul bizi sabah akşam eğlendirsin” dedi Manas ekleyerek.
“Tamam, olur, bahadır!” dedi Samankul gönlü rahatlayarak. O şehrine dönüp, oğlu, Karatay’ı beğ yaparak ona taç giydirdi.
Iraman’ın oğlu ise Bahadır Manas’ın kırk yiğidinden biri oldu. Karatay adı unutulup yerine Irçı oğlan diye adlandırıldı.
Opol dağının içinde, otuz nehrin kıyısında, ıssız bir yerde bulunan surlu şehri Akun, kırk beş sene han olarak yönetmişti. Dokuz yolun kavşağındaki bu şehre her halktan gelen kervanlar eksilmezdi. Ticaret gelişip halk zenginleşmişti. Şehir refah içindeydi. Akunbeşim’in Kalmuk ve Çin’de saygınlığı vardı. Tekes Han ile Orgon Han, kardeş gibiydiler. Yedikleri içtikleri bir, Askerleri bir idi. Birbirlerine destek ve yardımcı olarak yaşıyorlardı.
Bunu bilen Manas, Tekes Han’dan sonra Orol Han, rahat durmayacak, bir felaket başlatacak diye Akun Han tarafına dil bilen adamlarının gönderip yol ahvalını ve düşmanın hareketini öğrendi. Akun beş altı gün önce yola nöbetçi koyup, asker toplayıp, aşağıdaki Kalmuk ve Çinlilere mektup yazıp mühürleyerek habercisiyle göndermişti.
Kurnaz ihtiyar, bundan dört ay önce Tekes Han’a şöyle demişti:
“Kırgızlardan kötülük gelecektir. Esen Han’dan asker alıp savaşa erken davranalım.” Ama, “kendi ordumuz Kırgızları durduracak, onlara dersini verecektir” diye inat etmiş Tekes Han.
Akun Han, oğulları, kadın ve kızları, kocakarı ve ihtiyarları şehirden çıkarıp, aşağıya gönderdi. Surdan belli bir mesafedeki müsait bir yerde kırgız ordusunu bekledi. Baltanın sapına benzeyen bıyıkları, doru aygırın yelesi gibi örgüsü, göğsünde zırh, başına miğfer, saçında takı, elinde topuz, yanında kalkan, koynunda yelek olan sert belli bahadırları, pehlivanları topladı.
Manas aksakallıları, akıllıları, kırk yiğidini ve komutanlarını bir araya getirip danıştı.
“Tekes Han ve Orgo Han’ı daima bize karşı kışkırtan Akun Han’dır. Keng Çüy’den Altaylıları kovup, topraklarına sahiplenmişti. O toprakları geri alalım.”
Manas, altı yiğidi ile yollara bakıp geldikten sonra şöyle dedi:
“Binbaşı, bölüklere ayrılıp ayrı yarı yürüyelim.
Boşuna kırılmayalım.” Bölüklerin başına Kökçö, Urbu ve Kırgıl seçildi.
Manas, idaresi altındaki ordusunu çukur ya da düzlüklere yaklaştırmadan, dağ geçidinden değil, dağ sırtından geçerek, kimsenin yürümediği yollardan gününden evvel Akun Han’ın şehrine ulaştı.
Akun Han’ın büyük ordusu düşmanın önünü kesmek için çoktan tedbir almıştı.
Savaş, erkek dövüşüyle başladı. Nice erkeklerin kanı aktı, nice yiğitlerin kellesi uçtu.
Er Manas, Kalmuk bahadırı Tulus ile karşılaştı. Tulus yaygara eden gürültücü biriydi:
“Arslanın değil, Tanrı olanın gelsin Kırgız!” Dersini verip kökünü kurutacağım, göğe baktırıp inleteceğim! Son sözünü söyleyiver, Tulus’un kahramanlığını anlat halkına” diye bağırdı.
“Başa bela Tulus’un mızrak kullanmada usta olduğunu duymuştum. Ona Manas’tan başkası mukavemet edemez” dedi Bakay, Akbalta’ya danışarak.
“Bahadır, ona kendin git” dedi Akbalta. Kız Saykal ile yapılan karşılaşmadan sonra Manas’ı dövüşlerde pişsin, Han oldum diye bahadırlığı unutmasın” diye düşünüyordu Akbalta. Tulus gök demirden zırh giyinmişti, değişik bir kalkanı vardı, eline gök mızrağını, öküzün beli gibi yayını aldı. Kaplan gibi heybetle atını mahmuzladı.
Manas, Akkula atını binip, butuna ayakkabısını geçirdi, belinde kılıcı sallanıp, baltası parlıyordu. O ak sungur kuşu gibi bağırarak alana girdi.
“Manas denen sen misin? Başını koparacağım! Ecelini ben getireceğim! Ezerim seni!” diye haykırarak Tulus gürzü Manas’a vurdu.
Çevik er Manas Tulus’un vurduğu gürze, kalkanıyla karşı koydu. Öfkelenen Manas yaygaracı bahadır Tulus’un, Açalbars ile sağ elini kesti, kaçmak isterken de baltasıyla vurdu.
Kalmuk ve Çinlilerin on iki pehlivanı sinirlenip haykırarak Manas’ı kuşattılar.
Her iki tarafın askerleri alana girdiler.
Kıyasıya dövüş ve öldürüş iki gün iki gece sürdü. Kırgızlar Akun Han’ın askerlerini toz dumana katarak sonunda yok ettiler.
Yenildiğin anlayan Akun Han, askerlerini, kararg’hına bırakıp kaçtı. Manas, Akkula atına kamçı vurup Akun Han’ın peşinden gitti. Beyaz alınlı, sivri kulaklı, kasırga gibi hızlı koşan Akkula, Akun Han’ın atına yetişti. Bahadır Manas, yetişir yetişmez mızrak savurdu. Arkasından yetişen kırk yiğidin biri olan Aynakul, Akun Han’ın başını kılıçla uçurup sırlı mızrağının ucuna geçirdi ve han’ın merakla bekleyen ordusunun karşısına gelip fırlattı.
“Kırgızlarla dövüşmek isteyen düşmanın sonu işte budur” diye haykırdı Aynakul. Askerler tamamen teslim oldu.
“Bizim düşmanımız Akun Han idi! Zafer ve şeref bizimdir! Yeter! İhtiyarlara dokunmayınız. Manas askerlerini Akun Han’ın şehrine sokmadı, malına mülküne dokundurmadı”
Bahadır Manas’ın hedefi Alevke idi.
“Elinin körü, Alevke! Bir an gelir, Tanrım ele verir. Atalarımın intikamını alırım. Andıcan’ı kurtarırım. Dünyayı başına yıkarım” diye kin besliyordu.
Altay’a, mavi bayraklı kalabalık ordu girdi. Çalınan zurna dağları sarsıyordu. Bu bahadır Manas’ın avuluna zaferle döndüğünün ihtişamı, işareti idi.
Er Manas Altay’da güneş ışıldarken, beyaz çadırın arkasındaki tepeye oturup danışmanı Akbalta’ya danıştı.
“Gözbebeğim, üstadım Akbalta amca, Ala-Dağ’a göç edelim deyip duruyorsun. Sen görmüşsün, ama ben görmedim babalarımın topraklarını. Ala Dağ’da Kalmuk var, durumu bilmeden nasıl göç ederiz? Bunca halkın sorumluluğunu kim taşıyacak…”
“Oğlum, Manas! ” Söylediğin doğru, haklısın. Altay’a geldikten beri Ala-Dağ’daki Kırgızların yaşayıp yaşamadığı hakkında bir haber alamadık, ya da gidip aramadık” dedi. Akbalta, beyaz sakalının sıvazlayıp kaz yavrusu gibi öterek “Bana müsaade et, ben Ala-dağ’a gidip dolaşıp yolun sağını solunu öğrenip geleyim.”
“Yol uzak, aşılması zor, amca, yorulacaksınız. Genç olsaydınız, diyeceğim bir şey yoktu. Oraya ben varayım. Yerin durumunu göreyim. Göç edeceğimiz yolu bileyim. Kalabalık halkımı aramadan hep Kalmuklarla savaşarak mı yaşayacağım? Atalarımın topraklarını göreyim, diğer Kırgızları bulayım. Görmesem de Ala-Dağ’a hasretim var.”
Akbalta Manas’ın söylediklerini doğru buldu. “Ala-Dağ’a gidersen, alimlerden öğrendik, bilgiçlere sorduk; Katagan’ın hanı amcan danışmend Koşoy’a git. Kırgızların aziz aslanı budur. Alevkeye başını vermeyen Ala-Dağ’daki Kırgızları birleştiren, kimseye bağımlı kalmayan, sur yapıp yiğitleriyle birlikte düşmanın canına okuyan Er Koşoy’a git, ona akıl danış! Tek güvenebilecek insan odur, sana yoldaş olacak erkek odur! Biz Altay’dan gidelim. Bu Altay bize uygun değil, Çinliler bize düşmandır.”
“Yanıma fazla yiğit alırsam Kalmuklar bunu farkeder ve ben yokken halk arasından kargaşa yaratırlar. Ava çıkmış gibi gözükeyim. Kutubiy komutan olarak kalsın!” diye belini bağladı Manas, “Oralar sakin ise, yer varsa, ben döndükten sonra Ala Dağ’a göç edelim.”
Yorumlar
Yorum yap