117) AYDINLAR’IN, BİLİM DİLİMİZDEKİ İHMALLERİ
Yayin Tarihi 5 Mayıs, 2009
Kategori KÜLTÜREL, TÜRKÇE
Yabancılaşan bilim dilimizdeki ihmaller ve kayıplar üzerine.
Bu yazımda Türkçedeki yabancılaşmada gözden kaçan birkaç husus üzerinde durmak istiyorum. Genel dilde olduğu gibi bu yabancılaşma çeşitli bilim dallarında çok daha fazla bir biçimde gelişmektedir. Devletin dili de bundan nasibini alıyor. Bunun için “güvenliği onaylanmış olmak” anlamında akredite olmak (İng. Accredit) örneğini verebilirim. Bankacılıkta da bu söz “güven yazısı, güven hesabı” anlamında akreditif biçiminde kullanılmaktadır.
Bilim dallarının terimlerinin neredeyse tamamının yabancı kelimelerden oluşmasına herhangi bir tepki gösterilmemektedir. Üniversitelerde her biri bağımsız, birbirinden kopuk birer bölüm olarak etkinlik gösteren bilim dalları batı kökenli yabancı terimlere kapılarını ardına kadar açmış, eskiden kullanılan birkaç Türkçe terime de artık itibar etmez olmuşlardır. Ülkemizdeki bu manzarayı gören, uyaran, önlem alan bir devlet adamı bulunmadığı gibi üniversite rektörleri, fakülte dekanları, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü başkanları da Türkçeyi yabancı dillerin etkisinden uzak tutmak, Türkçeyi zenginleştirmek konularında herhangi bir çalışma yapmamakta, bu yolda bir etkinliğe gerek görmemektedirler.
Bu konu gündeme geldiğinde çözümün Türk Dil Kurumundan beklendiği ifade edilmektedir. Türk Dil Kurumu ise bugünkü ortamda ve koşullar içinde, yasal boşluklar başta olmak üzere çeşitli sebeplerle ürettiklerini, elde ettiği birikimlerini bilim çevrelerine, kabul ettirmekte zorlanmaktadır. Türk Dil Kurumu giderek ağırlaşan bu sorumlulukta tek başına kalmaktadır. Önerilen binlerce Türkçe karşılıklardan bir örnek verelim: Sık sık motivasyon, motive etmek sözleri kullanılmaktadır. Türk Dil Kurumunun bu kelime için önerdiği sözler isteklendirmek, yönlendirmek’tir. Daha önce buna güdülemek karşılığı da önerilmişti. Ancak bunların hiçbirine Türk aydını ilgi göstermiyor. Kartalgözü, yüzlerce metre yüksekte uçan kartalın otlar arasındaki tavşanı görebildiğini dikkate alarak yerdeki hareketliliği tespit etmek üzere askerî birliklerin kullandığı insansız araç için uygun bir karşılıktı. Ancak bu da ilgi görmedi.
Bugünkü manzara bir hayli ilgi çekicidir. Sanki Türk dili, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulmuş, artık kendi kuralları, kendi söz varlığı içinde yeni kavramları karşılıyor, istenilen miktarda kelime ve terim türetiyor ve başka dillerin kelimelerine ihtiyaç duymuyor. Üniversitelerin ilgili bölümlerindeki öğretim üyelerine baktığımızda onların bir kısmı üniversitelerde Türk dilinin eğitim öğretim dili olmasından yana değillerdir. Öğretim üyelerinin bir kısmı ise özellikle terim kullanmada tamamen Batı dillerine yönelmişlerdir. Üniversitelerin çeşitli bölümlerinde çalışan az sayıda öğretim üyesi ise yaşanan bu olumsuz ortamda çabalamaktadır. Kısaca ortaya koymaya çalıştığım bu ortam ve yaşanan süreç Türk dilinin gelişmesini engellemektedir. Geçmişte, aşırı bir biçimde Farsça ve Arapçanın etkisinde yaşanan bin yıllık bir ihmalin 1930 – 1940 yılları arasında giderilmesiyle ilgili olarak başlatılmış olan çalışmalar, ne yazık ki on yıl sonra zayıflamış, son otuz kırk yıl içindeyse Türkçe batının etkisinde yeniden yabancılaşmaya başlamıştır.
Tarih boyunca çeşitli bilim dallarıyla ilgili terimleri Arapça kökenli kelimelerden türetmeler yaparak karşılayan Osmanlı aydınları, Türkçe kelime köklerine başvurmayı hiçbir zaman akıllarına getirmemişlerdi. Bu durum 1920’li yıllara kadar sürmüştü. Cumhuriyetin ilanından sonra millî değerlerin öne çıkarılmasına koşut olarak Türkçe terimlerin dile getirilmesi kısa zamanda taraftar bulmuş ve bu akım bir süre sonra millî bir dava hâline getirilmiştir. Atatürk’ün destek ve teşviki ile başlatılmış olan bu çalışmalar, bütün olumsuz şartlara rağmen bir birikimin ortaya çıkmasını, birçok Türkçe kelime ve terimin elde edilmesini sağlamıştır. Mesaha-i sathiye terimini yüzölçümü, silsile-i cibal terimini sıradağ, mayi terimini sıvı terimiyle ustaca karşılayan ve dile mal eden anlayış ve bilinç, daha sonraki yıllarda giderek zayıflamıştır.
O tarihlerde yapılan heyecanlı ve bilinçli çalışmaları gözden geçirdiğimizde genel olarak şu noktalar üzerinde durulduğu görülmektedir: Batılıların örnek aldıkları Latince, Yunanca gibi klasik bir dil arayışına girişilmişti. Bu doğrultuda Uygurcanın klasik bir dil olarak seçilmesi benimsenmiştir. Ancak Uygurca üzerinde çalışan uzman bulmak mümkün olmamıştır. Bu yolda gerekli kaynak da elde yoktur. A. Caferoğlu’nun 1934 yılında yayımladığı üç fasikülden ibaret Uygurca Sözlük’ten de gerektiği şekilde yararlanılamamıştır.
Türk dilinin imkânlarına göre türetme yollarının neler olduğu 1930’lu yıllardan beri ilgililerce yeterince belirlenememiş; işin tekniğine varılamamış; bu alanda yol gösterici yayınlar ortaya konmamış; az sayıda yapılan yayınlar ise tanıtılmamış, ilgi görmemiştir. İlk yıllarda M. Ali Ağakay tarafından yayımlanan kelime yapma yollarıyla ilgili küçük bir çalışma ihtiyacı karşılayacak nitelikte değildir. Türkçenin incelikleri gereği gibi bilinmediğinden yapılan türetmeler kişilerin bilgi ve deneyimleriyle sınırlı kalmıştır. Medreselerde ve çeşitli eğitim kurumlarında yüzlerce yıl sarf ve nahiv derslerini okutan, Arapça ve Farsça kuralları öğreten dil bilgisi uzmanları, 1920’li yılların başında Türkçe eklerin ve Türkçe kelime köklerinin neler olduğunu araştırmakla yüz yüze kalmış ve bu alanda ne yazık ki yeterince yararlı olamamışlardır.
Türk Dil Kurumunun kurulması ve Kurumun teşkilatlanmasında terim kolunun yer almasıyla, mesele daha ciddi bir durum almış ve bu yolda çeşitli bilim dallarına ait Türkçe terimler türetilmiştir. İkinci, Üçüncü Türk Dil Kurultaylarında okunan bildirilerin büyük bir bölümü terimlere ayrılmıştır. Türkçe terim meselesi en yoğun olarak bu dönemde görüşülmüş, türetmeler ve onların benimsetilmesi bu yıllarda olmuştur.
1930’lu yıllarda Türk Dil Kurumunun yayın organı olan Türk Dili, Türk Dili Belleteni’nin pek çok sayısında listeler hâlinde Türkçe terim önerileri olduğunu görüyoruz. Bu dönemde terim çalışmalarının en somut örneği astronomi, biyoloji, botanik, coğrafya, fizik, jeoloji, kimya, matematik, zooloji gibi çeşitli bilim dallarının terimlerini içeren Türkçe Terimler Cep 1941 yılında tamamlanarak bilim dünyasına sunulmuştur. Ayrıca Osmanlıca -Türkçe, Türkçe – Osmanlıca Cep Kılavuzu da bu tür yayınlardan biridir. Millî Eğitim Bakanlığının onayı ile bu kılavuzlara verilmiş olan resmî kimlik, terimlerin okullarda okutulmasını sağlamış ve yeni kuşaklar bu terimlerle yetişmiştir. Bugün de ortaöğretimde dersler bu terimlerle okutulmaktadır.
Ortaöğretim terimleri dışında daha ileri düzeyler için türetilen terimler gerekli ilgiyi görmemiştir. Tahlil’e karşılık batı kökenli analiz tercih edilmiştir. Arapçadan Türkçeye geçen tahrir ise bu tarihlerde yerini Fransızca kökenli kompozisyon’a bırakmıştır. Belirteç kimyada bir terim olarak benimsenirken dilciler arasında bu terime ilgi gösterilmemiştir. Lügat’e karşılık olarak sözlük denmesi ancak 1945 yılında gerçekleşebilmiştir. Daha çok amatörce girişilmiş olan bu çalışmalar bir alt yapıdan yoksun olarak yürütüldüğünden bu dönemde yapıca kuralsız ortam, uygar, toplum, ilginç, birim gibi bugün benimsenmiş ve tutunmuş birtakım kelime ve terimler de ortaya çıkmıştır.
1940’lı yıllara kadar terim alanında yapılan çalışmalarda hedef olarak Osmanlı Türkçesindeki kökü Arapçaya dayanan terimler ele alınmış ve bunların Türkleştirilmesine çalışılmıştır. Batı kökenli terimlere ise pek dokunulmamış, hatta batı ile uyum çerçevesinde batı kökenli terimlere kucak açılmıştır. Bu gelişmede başta Peyami Safa olmak üzere pek çok yazar, bilgin ve devlet adamının teşvik edici olduklarını, bu konuda yazılar yazdıklarını görüyoruz. Oysa batı dillerinden alınması gerekli terimler yanında alınmasına gerek olmayan ve Türkçede kolaylıkla karşılanabilen terimler vardı. Dönemin bilim adamları, yazarları, âmal-ı erbaa yerine çeviri yoluyla buldukları dört işlem terimini dile kazandırırken Osmanlıca hatt-ı istiva yerine bir Türkçe terim bulma yoluna gitmeyip ekvator’u tercih etmişlerdir. Böyle bir yolun açılmasında bir sakınca görmemişlerdir. Osmanlı Türkçesinden kalma bir kelimeye Türkçe bir karşılık bulmak yerine batı dünyasında kullanılan bir kelimenin tercih edilmesi giderek daha çok taraftar bulmuştur.
Batı kökenli kelimelere olan hayranlık, gösterilen özen çerçevesinde temel, esas sözlerinin yerine baz geçmiş; esas alma, yerini Türkçede baz alma’ya bırakmıştır. Türkçede nikbin, bedbin biçiminde sözler vardı. Nikbin, bedbin Osmanlıca sayılmış, iyimser, kötümser biçiminde karşılıkları türetilmiştir. Ancak günümüzde pesimist, optimist sözleri öne çıkmaya başlamıştır. Bu örnekte belirttiğim gibi böyle yüzlerce kelimenin bugün dilde hem Osmanlıcası, hem Fransızcası, hem de Türkçesi var.
Günümüzde sayıları binleri bulan batı kökenli kelimelerin bir bölümü Osmanlı Türkçesinden kalma kelimelerin yerine geçmiş, bir bölümü ise Türkçe kelimelerin yerini almaya başlamıştır. Dile giren bu yabancı kelimeler birçok söyleyiş ve imla sorununu da beraberinde getirmiştir. Bunlarla ilgili şikâyetlerimiz, yabancı dille eğitimin gündeme gelmesi dolayısıyla yeni yeni anlaşılmaya, konuşulmaya başlanmıştır.
İşin asıl garip tarafı Türkçesi bulunmuş ve benimsenmiş birçok yeni Türkçe kelimenin yerini artık batı kökenli kelimelerin almaya başlamasıdır. Kıstas yerini ölçüt’e bırakırken batıdan gelen kriter yayılmaya başladı. Orijinal’i kullanan özgün’ü öğrenmek istemiyor. Cumhuriyetin ilk yıllarından yapılan terim çalışmalarında dile bağdaşık kelimesi kazandırılmıştı, onun yerini homojen aldı. Kontaminant karşılığı bulaşkan gibi türetmeler kullanılmaya kullanılmaya unutuldu. Cankurtaran gözümüzün önünde ambulans oluverdi.
Yabancılaşma süreci 1980’li, 1990’lı yıllarda ve daha sonraki dönemde de sürüp gitti. 1990’lı yıllarda Türk Dil Kurumu yetkilileri, Türkçe terimlerin öne çıkarılmasını temin için birtakım projeler başlattı. Matematik Terimleri Sözlüğü, Biyoloji Terimleri Sözlüğü, Nükleer Enerji Terimleri Sözlüğü ile ilgili yayınlar o tarihlerde ortaya kondu. Bu yayınlardan terim alanında büyük ölçüde Batı dillerinin etkisinde kalındığı, ölçünün Türkçenin aleyhine geliştiği açıkça anlaşıldı.
Türk Dil Kurumundaki başkanlık değişikliğinden sonra bu projeler yeniden gündeme geldi. 2005 yılında Türk Dil Kurumunda yeni projelere el atıldı. Eczacılık Terimleri Çalışma Grubu, Tıp Terimleri Çalışma Grubu, Veteriner Terimleri Çalışma Grubu, Diş Hekimliği Çalışma Grubu, İktisat Terimleri Çalışma Grubu gibi bilim kurulları oluşturuldu. Bu gruplarda yer alan bilim adamları kendi alanlarının terimlerini derlemeye, tanımlamaya başladılar. Çalışmalardan birkaç örnek verelim: Laboratuarlarda insan sağlığı için zararlı olan gaz, duman ve buharların bir havalandırma sistemi ile dışarı atılmasına olanak veren camekânlı bölüme çekerocak adı verildi. Bitki ile böcekle beslenen canlıları anlatan batı kökenli Latince herbivorous, carnivorous kelimelerini kullanmayıp bunların yerine Türkçe –cıl ekinden yararlanarak bitkicil, böcekçil terimleri türetildi. Bakterisit tenyasit gibi terimlerde geçen –sit parçası, kıran kelimesiyle karşılandı. Bakterikıran, tenyakıran gibi yeni terimler elde edildi. İlgili alan uzmanlarıyla başlatılmış olan çalışmaların ürünleri yayın safhasına getirilmektedir. Ancak bu çalışmalarda da batı kökenli terimlerin varlığının ağırlıkta olduğunu saklayamayız.
60-70 yıl içinde böyle bir tablonun ortaya çıkmasının çeşitli sebepleri arasında; Türkçenin türetme yollarının yeterince bilinmediğini, işin amatörlerin elinde kaldığını, terim konusunun ihmal edildiğini, batı dillerinden gelen kelime ve terimlerin uluslararası sözler sayıldığını gösterebiliriz. Yabancı terimlerin yayılmasına, yabancı dille eğitimin yol açtığı başlı başına ayrı bir sebeptir. “Türkçede karşılanamayacak hiçbir yabancı kelime yoktur” sözü ile meydana çıkıldı. Şimdiki bilim dilimiz bu gerçeği gölgeledi. Bir örnek daha verelim:
Aktivasyon kavramı dile aktive etme biçiminde yerleştirilmiştir. Örnekte görüldüğü gibi –tion ile biten isimler fiil adı olarak –leme, fiil olarak –lemek ekleriyle karşılanması mümkünken söz konusu kelime aktive etme, aktive etmek biçiminde bir yardımcı fiille kurulmuştur. Böyle bir durumda öncelikle bir fiile ihtiyaç olduğu da düşünülmemiştir. Fiili aktifleştirmek daha doğrusu etkinleştirmek olması gerekirken aktive etmek biçiminde Türkçeye uymayan türetmeler yapılmıştır. Öteki örneklerde de aşağı yukarı böyle bir durum olmuştur. Öne çıkan, gündeme gelen kelime üzerinde çalışılmış, öteki türevleri dikkate alınmamıştır. En azından alınan bir ismin sıfat biçimi bile hesaplanmamıştır.
Bugün aktivasyona geçmek örneğinin de kullanıldığını görüyoruz. Aktivasyona geçmek’in doğru bir kullanış olmadığı belirtilir ve bu kavramın dilde zaten var olan harekete geçmek ile karşılanabileceği anlatılabilir. Bir başka örnek verelim: Fiili soğurmak, isim biçimi soğurma tek başına bu kavramı karşılamaya, türevlerini elde etmeye yetebileceğinden absorbe etmek demeye gerek yoktur. Absorbans buna göre kolayca soğurgan sözüyle karşılanmıştır.
Etkin isminden etkinlemek, etkinleşmek, etkinleştirmek, etkinleştirilmek fiil çatıları türetilir. Böylece anlatım imkânları genişler. Bu şekillerden yeni isimler ve yeni fiiller elde edilebilir. Demek ki öncelikle gerekli olan Türkçe bir fiilden hareket edilmesi ve bu fiil kökünün esas alınmasıdır. Doğru bir yapıda olmayan aktifleşmek fiili etkinleşmek ile karşılanabilir. Etkinleşmek fiilinden ektinleştirici sözü ektivatör’ü karşılar. Durum böyle olması gerekirken aktivatör ise bunların arasında yeni bir terim olarak tıpta ve biyolojide kullanır olmuştur. Etkinleşmek fiilinden etkinleştiren, etkinleştirilen, ektinleştirilmiş gibi daha başka sıfatlar elde edilebilir. Sıfatı elde edilmiş olan bir kavramın zarf olarak kullanılması çok daha kolaydır.
Etkinleşmek fiilinden, etkinleşme isim, etkinleştirici sıfat, etkinleştirici olarak zarf. Türkçenin işleyişi bu esasa dayanır. Kuramsal olarak bir iki örnekle ortaya konan bu kurallı yol, öteki örneklere de uygulanabilir. Ancak bu tarzda Türkçeleştirmenin kullanıcılara benimsetilmesi, işin asıl zor tarafıdır. Kişileri, derslerinde anlattıkları, kitaplarında kullandıkları, öğrendikleri terimlerden vazgeçirmek, Türkçelerine yönlendirmek kolay değildir. Karşılık bulmak ve o karşılığın kullanımını yaygınlaştırmak, bir karşılıkta birleşmek, işin başka yönüdür. Bir kavrama birden çok karşılığın önerildiği ve kullanıldığı ülkemizde, halledilmemiş daha pek çok konu vardır. Glass wool terimiyle yüz yüze gelindiğinde kimisi bunu cam pamuğu, kimisi de cam yünü diye karşıladı. Ambalajlarda glass wool sözüne de rastlamaktayız. Katalizlemek ayrı bir örnektir. Kökü Türkçe değildir. Kökü yabancı olsa bile dilde belli bir kullanıma ulaşmış olan hızlandırmak bu kavramı karşılayabilirdi. Katalizör için hızlandırıcı ya da tezleştirici denebilir. –or ekiyle kurulu olan şekiller antrenör – çalıştırıcı örneğinde olduğu gibi Türkçe bir fiile –ıcı eki getirilerek karşılanabilir. Bunun gibi katalizör de hızlandırıcı biçiminde Türkçeye mal edilir. Önemli olan batı dillerinden gelenlere saplanıp kalmamaktır. Bunlara yapıca kurallı, anlamlı terimler bulmaktır. Birkaç örnekle anlatmaya çalıştığım bu durumun günümüzde yardımcı fiillerle kurulmuş yüzlerce örneği vardır. Asıl yozlaşma da böyle gelişmektedir. Kavramların fiil biçimleri tıpkı Osmanlı Türkçesinde olduğu gibi yardımcı fiillerle elde edilmektedir. Bu durumda dil yalnızca yozlaşmıyor, aynı zamanda ilkelleştiriliyor.
minimize etmek, realize etmek, organize etmek, rehabilite etmek, pasivize etmek, maksimize etmek, motive olmak, sitilize etmek, kanalize etmek, kategorize etmek, ekarte etmek, elimine etmek, subvanse etmek, dramatize etmek, pastörize etmek, print etmek, seyv etmek, bloke etmek, izole etmek, fermante etmek, deklare etmek, absorbe etmek, aranje etmek, legalize etmek, etüt etmek, kritik etmek, konfirme etmek vb.
Geçişli kavramların etmek ile karşılandığı bu tür örnekler yanında geçişsiz kavramlar ise olmak yardımcı fiili ile yapılmıştır.
politize olmak, detone olmak, stabilize olmak, şok olmak, entegre olmak, fokus olmak, konsatre olmak, demoralize olmak vb.
Yardımcı fiillerle kavramları karşılama günümüzde bir akım hâlindedir ve çoğumuz bu akımın farkında değiliz. Yukarıda verilen örneklerde görüldüğü gibi batıdan bir isim alınıyor, onun fiili etmek ve olmak yardımcı fiiliyle karşılanıyor. Bazen de yapmak, almak fiilleri yardımcı fiil olarak kullanılıyor. Yapmak yardımcı fiiline birkaç örnek verelim:
şov yapmak, müzik yapmak, enter yapmak, rol yapmak, park yapmak, brifing yapmak, kamping yapmak, miting yapmak, rafting yapmak, ring yapmak, treking yapmak, stres yapmak, panik yapmak, doktora yapmak, mastır yapmak, röportaj yapmak, staj yapmak, reform yapmak, redaksiyon yapmak, kariyer yapmak, kampanya yapmak, diyet yapmak, koordinasyon yapmak, pike yapmak, demagoji yapmak, plan yapmak, liste yapmak, kopya yapmak, sörf yapmak, nötralize etmek, çet yapmak vb.
Almak yardımcı fiiliyle kullanılanlara da şu örnekleri verebiliriz:
start almak, baz almak, rölantiye almak, pozisyon almak, duş almak, banyo almak. Örnekleri bilinen kelimelerden seçtim; bunların bilim dallarında çok zengin çeşitleri var. Rehabilite etmek örneklerden biridir. Bunu hangi kelimeyle Türkçe olarak karşılayabiliriz? Türkçe yazılmış biyoloji, kimya ve öteki fen dallarıyla ilgili bir eseri, bir makaleyi okuduğumuzda bu örneklerin başka türlerini görebiliriz. Tıpkı Osmanlıcada olduğu gibi artık neredeyse Türkçe fiiller kullanılmıyor, yukarıda belirttiğim gibi, Batı dillerinden yabancı bir isim alınarak ona etmek, olmak veya almak, yapmak yardımcı fiillerinden biri getirilerek türetmeler yapılıyor.
Osmanlı aydını da böyle yapıyordu. İntihap kelimesinin fiiline ihtiyaç duyduğunda bunu intihap etmek ile karşılıyor, seçmek fiilini kullanmıyordu. Osmanlı Türkçesi asıl bu tür örneklerle yabancılaşmıştır. Yitirmek, bağışlamak fiillerinin varlığı bin yıldan bu yana bilinmektedir. Kaybolmak, rahmetmek, affetmek bu fiillerin önüne geçmiştir.
Uymak, kaçmak, dönmek, açıklamak, yıkmak, bağışlamak, gömmek, buyurmak, yitirmek, çağırmak, korumak, istemek, kaygılanmak vb. Türkçe fiiller varken riayet etmek, firar etmek, avdet etmek, izah etmek, tahrip etmek, affetmek, defnetmek, emretmek, kaybolmak, celp etmek, muhafaza etmek, talep etmek, endişe etmek biçimleri kullanılmıştır.
Yardımcı fiilleri batı kökenli kelimelere getirerek yeni kelimeler yapmak, yaşadığımız yeni dönemde yaygınlaşmaya başladı. Seçilen kökler bu kez doğudan değil batı dillerindendir. Organize etmek, düzenlemek fiili ile kolayca karşılanır ve buradan çeşitli türevler yapılabilir. Böyle bir eğitim verilemediği için, başlangıçta önlem alınmadığından dolayı organize suç örgütü, organize sanayi bölgesi, organizatör gibi şekiller kullanıla kullanıla dile yerleşmiştir. Bu kavramın eski karşılığı tertip idi. Tertip ötekiler gibi dilden atılırken batıdaki karşılığı öne çıktı. Çözmek fiilinden çözüm türetilmiştir. Bu isimden çözümlemek biçiminde yeni bir fiil daha elde edilebilmiş. İki fiil yabancı kökenli kelimeleri daha zengin bir biçimde karşılayabilir ama analiz ve bunun türevlerinden bilim adamlarımız vazgeçmek istemiyor.
İnsanların alışkanlıklardan kolay kolay kurtulması mümkün olmuyor. Bugün asıl düşündürücü nokta aydınlar arasında Türkçe bir kelimeyi seçip kullanmak isteği veya Türkçesi ne olabilir kaygısının kalmamış olmasıdır. Arapça kökenli ümit sözünü Türkçe umut ile karşılamışız. Bu durum ümit etmek yerine umut etmek kullanılsın anlamında değildi. Amaç, ümit etmek fiilinin ummak biçiminde tek bir fiille karşılanmasıydı.
Mütecaviz kelimesi Osmanlıca sayılıp dilden çıkarılırken yerine agresif gelip oturdu. Saldırgan bu ölçüde yayılamadı. Agresif’in biri tıpta, biyolojide diğeri de psikolojide kullanılan iki anlamı var. Bu durumda ilkine yayılgan, ikincisine saldırgan karşılıklarını gerekli çabayı göstererek yerleştirmeliyiz ve agresif’ten kurtulmalıyız.
Bu arada –gan, –gen ekinin “yoğunlukla bir işin yapıldığını” anlattığına dikkatleri çekmeliyiz. İşin asıl garip tarafı ise parça alma dilde varken biyopsi, oburluk varken polifaji, kısırlık kelimesi varken ajenez; kansızlık varken anemi, aşırı şişmanlık varken obez, böbrek üstü bezi varken adrenal, yığışma veya birikişme varken aglütinasyon, eklem sertliği varken ankiloz, tutarık varken epilepsi, yoğunluk varken dansite, damar görüntüleme varken anjiografi, döl yatağı veya rahim varken uterus, uyluk kemiği varken femur, bakışımsız varken asimetrik, bakışımlı varken simetri, artı uç varken anot, eksi uç varken katot gibi yüzlerce terimin ilgili bilim dallarında, yabancı kökenli biçimlerinin kullanılır olmasıdır.
Aydınları, bilim adamlarını Türkçelerine zorlayacak bir makam olmadığı gibi yasa da bulunmamaktadır. Birçok yabancı sözün aslında halk ağzında karşılıkları vardır. “Zayıflık” anlamında arıklık, “astım” anlamında yelpik, epilepsi karşılığı tutarık gibi Türkçe sözler her önerildiğinde nedense bilim adamları rahatsız olmuştur. Konuya eski terimiyle bigâne kaldıkça, dilin bu tür teknik konularına el atmadıkça bu durum Türkçenin aleyhine işlemeye devam edecektir. Bu ihmallerimizin bugün farkında değiliz. Uyaranların da uyarıları duyulmuyor ve dikkate alınmıyor. Türk dilinin eğitimine, öğretimine yön verenler batıdan, doğudan gelen yabancı kökenli kelimeleri bir zenginlik sayıyor. Bu görüşte olan bugün pek çok yöneticimiz, devlet adamımız var. Bilim adamlarına döndüğümüzde onların büyük bir kısmı batı dillerinden giren terimleri uluslararası sözler sayıyor ve bu gelişmeyi normal buluyor. Üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerindeki öğretim üyeleri bu konularla ilgilenmiyor. Hangi yabancı kelimeye hangi Türkçe kelimenin denk düştüğü konusunda da bir çabaları yoktur. Oysa bu konuların konuşulduğu, tartışıldığı yerler üniversitelerin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümleri olmalıdır. Beklentimiz yeni kuşaklarda, genç bilim adamlarındadır.
Yeni kuşakların Türk dilini kullanmada duyarlı olmalarını sağlamalıyız.
PROF. DR. HAMZA ZÜLFİKAR
Yorumlar
“117) AYDINLAR’IN, BİLİM DİLİMİZDEKİ İHMALLERİ” yazisina 2 Yorum yapilmis
Yorum yap
Birden kendimi Oktay Sinanoğlu hocanın bir konuşmasını dinloyor gibi hissettim. ingilizce bir kelimeyi alıp tauf bir ağızla dejenere edip türkçeymiş gibi kullamak ve bunu dilimizde değişmez bir oldu olarak kabul etmek ne kadar acdır. Türk dili o derece mükemmel ve geniş bir dildirki bırakın o dili şu dili, dünya üzerinde blim dili, tıp dili, hukuk dili aklınıza ne geliyorsa herşeyin dili olabilir.hayatımızda ilk defa gördüğümüz ve ilk defa icat edilen bir maddeye bile isim verebilecek seviyede eklemeli ve türetmeli bir dile sahibiz. Ama hangi büyük şehirin sokaklarından içeri girerseniz girin tüm işyeri isimleri bile ingilizce, yarı türkçe yarı ingilizce, bzılarıda tamamiyle tarzanca isimlerle karşılaşırsınız. Ne acı.. Bu şekilde çağdaş, modern olabileceğini sananlara ne acı.. Müşteri çekebileceğini zannedip, bir miktarda türkçeden iğrenip bu isimleri takanlar hem kendine, hem toplumuna hemde tarihine hainlik edenlerdir. Avrupalılar bunları görünce bizi daha modern ve saygın olarak düşünmüyor, sadece bizi ne kadar dejenere olmuş bir millet olduğumuzu anlayarak aşağılıyorlar; o modern zatlar bunuda böye bilsinler.
aslında dilde yabancı kelimelere karşılık bulma bağlamında çevirmenlere ve üniversitelerde bu bölümlerdeki akademisyenlere büyük iş düşüyor. çünkü dikkat edildiği üzere bu yabancı terimlerin çoğu çeviri yoluyla dilimize girip yerleşmiştir. muhtemelen çevirmenin işin kolayına kaçıp terimi türkçe telaffuzuyla kullanmasından dolayı birçok yabancı terim dilimizi istila etmektedir. şükür ki, artık üniversitelerde dilimiz konusunda bilinçli çevirmenler yetiştiriliyor. yabancı terimlere türkçe karşılıklar bulmak için ortak çalışan çeviribilim akademisyenlerinin olduğunu görüyoruz. özellikle çeviribilim alanındaki bilimsel makalelerin türkçeye çevirilerin birçoğunda yabancı terimlerin istilası söz konusu değil. insanlar zahmet edip uğraşıp çok güzel karşılıklar bulmuşlar bilimsel terimlere.
bu konuda çevirmenler, dilbilimciler ve gerekli bölümlerdeki akademisyenlerin ortaklaşa çalışmaları gerek. çünkü yabancı terimlerin istilası çeviriyle başlıyor, bunu bitirmek ise yine çevirilerle mümkün.