10/4) MANAS’IN HAN OLUŞU

Yayin Tarihi 3 Mart, 2009 
Kategori TÜRK VE DÜNYA DESTANLARI

MANAS’IN ÇOCUKLUĞU- 4

“Bu Çinli ve Kalmukların askeri çokmuş. Bunlar bize saldıracaklarmış. Neskara gördüğünü diri yutan dev imiş. Bunlara at, kız hediye edelim, hayvan ve altın hazırlayalım” dedi Cakıp.

“Ey baba, düşmanı gördüğüm zaman böyle korkup duruyorsun. Yüreğin sökülüp alınmış gibi. Artık korkma! Canını sıkma. Yaşadığım halde halkımı nasıl onlara tutup vereyim. Kaderimde varsa oktan öleyim. Kara canı esirgemeden mücadele edeyim. Bu kudurmuş Kalmukların yiğitliğini deneyeyim. Cezasını vereyim” dedi manas.

Manas’ın fikrini Akbalta destekledi, komşu Türk kabilelerine, altı günlük mesafedeki Kazaklara haber gönderdi.

Neskara’nın aç kalan altı bin askeri yolunu şaşırıp Cakıp’ın kışlağı olan Keng-Aral’a geçerek yoldaki Moğolların yurdunu basıp, on bin at ele geçirmişlerdi. Sayıları beş yüze varmayan Moğollar “nereden çıktı bu haydutlar, ya savaşmanın yolunu bilmiyorlar, ya da küstahlık ediyorlar” diye onların peşine düştüler.

“Hey, siz kimsiniz? Düşmanınız olan kim?” diyerek hayvanlarını çaldıran Moğol beyi Caysangbay at üzerinden bağırdı.

Dil bilen Sart Basangkul seslendi:

“Hey, Cakıp Bay’ın avulu nerede? Onu arıyoruz”

“Hey, o Kulan yaylasında. Onlar için mi bizim hayvanlarımızı soyup götürüyorsunuz? Onlar çöpünü yedirtmeyen kötü insanlardır. Öç alacaksanız onlardan alınız, hayvanlarımızı geri verin.”

Atları çok olan kurnaz ihtiyar Cakıp, oğlunu saklayıp, yolumuzu sapıttı, hile yaptı, bunun atlarını geri verip, Cakıp’ı yakalayalım diye Neskara bir çare düşündü.

“Hey, hayvanlarına dokunmayacağız. Buraya gel. Bize Cakıp’ın oğlu Manas’ı bul,” diye Basangkul, Caysang’ı çağırdı.

“Bunca insan arasında yol bilen biri yok muydu? Yol bilmeden orda yönetilir mi? Hey, at ve avulumu yağmalamasan bile Manas bahadıra dokunmam.”

Basangkul, Caysang’ı yakalamak için onu kovalamıştı. Moğol’un okçusu yay ile Sart’ı düşürdü. Sanagkul’un öldüğünü gören Neskara, Moğollara saldırdı. Çinlilerin askeri kalabalık olduğu için Caysang dayanamadan avuldan çıkıp kaçtı.

Neskara Moğolların avulunu yağmaladı. Erkeklerin başlarını kesti, on beş yaşındaki kızlardan yüz otuzunu, kara kaşlı güzel gelinlerden iki yüzünü seçip, ganimet olarak alıp develerini bağırtarak, eşeklerini anırtarak yola koyuldular.

Cakıp haber verdikten sonra, davul çalındı, Kırgızlar toplu olarak ayağa kalktı. Cakıp’ın avuluna sığınan Altaylı Türklerden, katılan her kabileden ordu kuruldu, Akbalta askerbaşı oldu.

Manas’ın yönettiği altı yüz kişilik ordu dağ geçidinin ağzında Neskara’nın önünü kesti. Birden bire çıkan toplu haldeki ordu, Neskara’nın altı bin dörtyüz askerini şaşkına çevirdi, onlar arkalarına bile dönemeden kuşatıldı.

Manas’ın ordusu Kalmuk için Çin’in arasındaki hudutta Neskara’yı yarım gün tuttu, sonra Altaylı Türkler, Kazak, Nayman, Moğol, Uyşunlardan oluşan büyük bir ordu ile Manas’a yardım etmek için geldiler. “Ya ölürüm, ya görürüm… Manas’ın başını Esen Han’a ulaştırayım” diyen Neskara sinirlendi.

“Ey, Neskara dev! Kanlı gazanın laneti, andı vardır. Oyunu kuralına göre oynayalım. Teke tek çıkalım!” dedi. Kök Çologunu mahmuzlayıp ortaya çıkan beyaz sakallı Akbalta.

Çinlilerden Dang-Dang adlı pehlivan Ularboz atını oynatıp, ucu pulat mızrağını uzatıp, kazan kadar olan gürzünü eline alıp ortaya çıktı.

Kırgız tarafından Moğol’un yaman bahadırı olan Künös pehlivan gürzünü sürükleyip böğürerek ortaya çıktı. İki bahadır mızrak oynatıp birbirlerine uçaktan saldırdılar. Taraflar birbirlerine üstün gelemeden dayanıştılar, mızraklardan kendilerini çekemediler. Gürzlerini düzeltip kükreşek vuruştular. Gürzleri ellerinden çıktıktan sonra onu almak için eğildiler. Dang-Dang pehlivan atının ayağı yere saplanan zavallı Künös’ü kuşatıp yere vurup düşürdü. Künös öldü. “Kuvvetli devinizi öldürdüm. Şimdi eceli gelen çıksın” diye Dang-Dang ensesindeki saçları düğümleyip atını ortada oynattı.

Bunu gören yiğit oğlan Kökçö Bahadır bağırarak meydana doğru fırladı:

“Hay, hay, oğlum bir dakika, dur!” diye Aydar Han oğlunun atının dizginini tuttu, “sen daha küçüksün, pehlivan gücüne ermedin, on altı yaşındasın vazgeç oğlum bu işten! Onu bana bırak, kafire ben saldırayım.”

Kökçö babasının sözünü kıramadı, atının başını çevirip üzüntülü halde yerine döndü.

Soylu Aydarhan, Altay Kazak halkının hakiki bahadırı idi. Eline mızrağını alıp atını kamçılayarak Dang-Dang’a bütün gücüyle saldırdı. Aydarhan, Dang-Dang’ın uzattığı mızrağına vurarak bu Çinli deve mızrağını sapladı.

Bu esnada Çinlilerden Küdöng adlı pehlivan Aydar Han’a saldırdı. Baktı ki, o canını avucuna almış, hırsa kapılmış, Aydarhan, Küdöng pehlivandan kaçtı.

Bunu gören Manas, tahammül edemedi, elindeki bayrağı Akbalta’ya verip Akkula atını dolu dizgin koşturarak Küdöng’e yöneldi. Yetiştiği yerde Küdöng’ü kalpak gibi uçurup ezerek geçti.

Onların Irangsoo adlı pehlivanı Manas’a doğru mızrak fırlattı. Manas onu bir vuruşa devirdi. Yere düşen, uçuruma başı saplanan Irangsoo’ya mızrağıyla vurduğunda, onun kanları fışkırdı. Çinlilerin attığının vuran nişancısı Manas’a ok attı. Bunu gören Er Manas ikinci yayı çekinceye kadar kılıçla Şangmusar’ın kellesini uçurdu. Yaralanan atını bir kenara çekerek amcası Bay’a verdi. Bay dua etti.

Manas Manas olduktan, Manas adını aldıktan beri yaşı on üçe gelinceye kadar bunca düşmanı yenmemişti. Bu kadar kan dökmemişti, bu kadar öfkelenmemişti, bu kadar düşmanın hakkından gelmemişti.

Geleceğim yere geldim, beklemediğim şeylere ulaştım diyerek şimdi Er manas gelmesini arz ettiği Neskara’yı bekledi.

O zaman karşısına çıkanı sağ bırakmayan, yaşı on dokuzda olan Neskara, Türk oğluna düşman idi. Saçları dağınık, çakır gözlü, yassı burunluydu, burnun her deliği on iki Şibe, Kırk Moğol girip oba kurabilecek kadar büyüktü. Dev Neskara, Çabdar’ı kamçıladı.

“Sen Kırgız oğlu isen, bende Çinli oğluyum, benim neyim eksikmiş, canına okurum, kanını içerim” diye Neskara dağ geçidini sarsacak şekilde bağırıp hakaret yağdırarak hücum etti “sen önce Maceslerle savaşıp şımarmışsın. Şimdi Neskara’nın yiğitliğini bir gör.”

“Piç kafir. Seni cehenneme göndereceğim, Kırgızları yok etmek mi istiyorsun yok edecek bahadır sen misin! Oyacağım gözünü, sökeceğim ödünü”, diye Er manas Ak-kulasını kamçıladı. Manas’ı gizli kötülüklerden koruyan gökte bulutları açarak uçan Alp Kara Kuş idi. Ejder gibi, büyüyen, arslan gibi heybetli Er Manas dövüşmeyi öğrenmişti, gittikçe kuvvetleniyordu. Manas’ın heybetinden korkan elli dev kaçıp çıkarken, Neskara sinek kadar canından umudunu kesip, atını kamçılayarak askerlerinin etrafında dolaştıktan sonra kaçtı.

Gökyeleli Manas “kaçanı kadınlar bile yener, halin bu muydu Neskara, sana dünyanın kaç bucak olduğunu göstereyim” diyerek beyaz mızrağını sıkıca tutup ardından fırlattı.

Çabdar şeytan gibi uçan hayvan idi, altı bir askerli altı defa dolaştıktan sonra kaçtı.

Manas, Ak-kula’yı seke seke koşturup kaçan Neskara’yı yakalamak için peşinden gitti.

Kaçan Neskara, kendi kendine söylüyordu:

“Dünya kurusun. Esen Han’ın beni kandırıp ölüme gönderdiğini niye anlamadım? Çinlilerin kutsal kitabındaki “Manas hiçbir düşmana yenilmez” sözüne niye inanmadım? Muhatabımla dövüşmedim, yediğim aş oldu mu?”

Neskara askerlerinden uzaklaşarak kara yola girdi, o Pekin’e doğru kaçarken gözleri ateş gibi kızardı, tüyleri ördek gibi uzadı. Ak-kula ile koşmakta olan Manas adıl er yiğit arkasından yetişip altın kemerin kenarına, omuzuna sırlı mızrağını vurdu. Sırlı mızrak devin omuzuna saplanmış olduğu halde sallana gidiyordu.

Neskara atını yukarı çekti, yorgun düşen ak-kula yokuşta Manas’ı üzerinde uçuyordu.

Çok değişik olan yürük Çabdar ak bulutlu göğün altında biten otların üzerinde uçuyordu.

Yeri dibine girsen de sonunda sana ulaşacağım diye Manas inatla kovalayarak gidiyordu. Manas dağ sırtına geldiğinde, babası Cakıp Tuuçunak’ı koşturup, uçan kuş gibi hızla ona yetişti.

Dur oğlum, dur! – diye Cakıp yalvararak arkasından koştu. Çin askeri Neskara kaçtıktan sonra, önderleri öldükten sonra yenildiklerini kabul ettiler. Boşuna çabalama, Manas nefes aldı ve ordusunun yanına döndü Neskara’nın ordusu, Manasın hükmü altına girdi, bayrakları indirildi. Moğolların Neskara’nın askerinin içindeki 400 civarındaki Sart’ın malını mülkünü zaptettiklerini duyan Manas çok kızdı.

Ey Moğollar! Sizi teke mi çarptı? Ya da aklınızı mı kaybettiniz? Para göz mü oldunuz? Esirlerin malını alarak durumunuzun düzeleceğini mi sanıyorsunuz? Bunu görenler ne diyecekler? Mallarını mülklerini geri veriniz.

Biz almıştık! – diye suçlanarak utandı yiğit Umöt.

Kinin varsa, mertçe, yiğitçe savaşarak yenin, mala mülke aldanmayın, dünya perest olmayın. Mal toplamak er işi değil! Kızgınlığı yatışmamış manas bağırdı. Mal lazımsa benden alın. İstediğiniz kadar alabilirsiniz.

Moğol önderleri görüştükten sonra Cakıp’ın yanına geldiler.

Manas, mertlik edip, bizi ölümden kurtardı. Ona tabi oluyoruz ve bizi aklıyla yendi. Doğru söz söyledi ve hatamızı yüzümüze vurdu. Moğol yiğitleri ak gönüllüdür. Düşmanlardan çok çektik. Dost kim, düşman kim, akraba kimmiş öğrendik, gözümüz açıldı. Siz atalarında töresi, geleneği olan milletsiniz. Altay’da yolunu şaşıran bir avuç Moğolu, kanatlarınızın altına alınız. Elinizin altında, hizmetinizde olalım.

“Kendiniz iyi niyetle isteyerek gelirseniz sizi yadırgamayız. Akraba olmaktan kaçmayız” dedi Manas liyakatıyla, “yediğimiz tuğ aynı, içtiğimiz su aynı olacaktır. Göğün altındaki toprakları dağıtmayalım, genişletelim. Bir halk olalım.”

Cakıp, Tanrı’ya sığınıp, ak bozkısrağı kestirdi. .

Neskarad’dan kalan ganimeti Manas ne yapacak diye kalabalık halk akşama kadar merakla beklediler.

Manas, Neskara’nın askerleri arasındaki kızlara, kadınlara, ihtiyar ve koca karılara, çoluk çocuğu dokunan, mal mülkü yağmalayanları kalabalık halkın önünde idam ettirdi. Onların atlarını, eşyalarının yağma edilen halka eşit olarak bölüştürüp verdi. Altı bin üç yüz Çinli askerin silahlarını, atlarını ganimet olarak alıp onları serbest bıraktı.

“Hanınız başını alıp kaçtı. Sizin canınıza zarar gelmeyecektir, gideceğim derseniz işte yol, kalacağım derseniz işte yurt. Sizi dövmeyiz, size sövmeyiz. Bize katılıp tebaamız olursunuz.”

Askerlerin yarısı “kendi yerimize döneceğiz” dediler.

Manas onlara şöyle dedi:

“Esen Han’a söyleyin. Göğün altında yaşıyorsak bir gün görüşürüz. O zaman bahadırlar gibi konuşuruz.”

Üç bin altı yüz Çinli asker diz çökerek yalvardı:

“Manas bahadır, sen Alevke ile Esen Han’ın korktuğu kadar bir yiğitmişsin. Biz seni takdir ettik. Bizi kabilene al, kabilene girelim.”

Avul reisi Akbalta Kırgızlara katılan Çinlilere başını sokabileceği yer, binebileceği at, yiyebileceği yemek verdi.

Moğollar başlarından pek çok kötülük geçmiş görmüş geçirmiş ama ruhunu kaybetmemiş, çileli bir halk idi. Onların Kuldur adlı reisi Manas’ın önüne geldi.

“Bundan sonra kökümüz bir parolamız aynı oldu Manas. Genç olsan da kahramanlığına diyeceğimiz yok, yetişmişsin. Sen yalnız Cakıp’a ya da Kırgızlara değil, Altay’daki bizim gibi ufak, dağınık halklara da gereklisin. Erkeğin yanında disiplinli bir ordunun bulunması lazım. Yalnız ağaç, göze çarpmaz. Uygun görürsen her kabile reisi kırk aileden kırk oğulu çıkarıp sana can yoldaşı olarak verelim. Sen kendine yakışan uşakları hizmetine al. Onlar her işte senin yanında olsun, ölümde beraber iman bir olsun, onlar senin kölelerindir. Onlar kuvvetli olursa sen çınar gibi olursun! Ağabeyim Künös pehlivanın intikamını Neskara’dan aldın. Sadece Çegambay adında bir şımarık oğlum var. O senin yoldaşlarından, uşaklarından biri olsun. Yanına al!”

Cakıp avuluna katılan Altay Türkleri, Kangaylıklar, Moğol, Alçın, Uyşun Argın, Kazark Noygut kabilelerinin reisleri Kuldur’un sözünü haklı bulup, Manas’a can yoldaşı vermek istediler. Büyük küçük bir araya gelip antlaştılar.

Manas olgunlaşıp yaşı on dörde ulaştığında, köpeğini koyuverdi, kuşunu salıverdi, sabahtan akşama kadar Altay’ı dolaştı, öte tarafta Opol dağı, Kangay’a kadar tepeleri aşıp, nehirlerden geçip, ormanları dolaştı, avcılığa kendini verip yoldaşlarıyla on onbeş gün kaybolurdu.

Bir keresinde Manas’ın yedi yoldaşıyla beraber kayboluşunun üzerinden onbir gün geçmişken Cakıp’ın gönlü dayanamayarak “onların haberini duyan kimse yok, bu oğula ne oldu, yaramazlık edip Kalmuklarla tutuşup başı derde mi girdi acaba? Niye böyle gecikti?” diye yollara baktı.

Kuru geçide geldiğinde karşısına gökdemirden zırh giyinmiş elinde mızrak tutan, beline kılıç kuşanmış, omuzuna tüfek asmış bir sürü asker çıkıp Cakıp’ı ortaya aldılar.

“Babasının adı Cakıp, onun oğlu Manas’ı biliyormusun? Bize kılavuzluk edip onun avlunu götür” dediler.

Bunların dost olmadığını sezen Cakıp şaşalamadan onlara sordu:

“Adetimize göre büyüklere selam verilir, adı, sanı söylenir. Bu adeti bilmiyorsunuz, nerelisiniz?”

“Konuşma, ihtiyar. Önce sen kendini anlat?” diye askerler onu kuşattılar “

Adım Berdike. Babam Türktür. Atalarımızdan beri Altaylıyız. Cakıp’la düşmanız. O Manas’ı yakalayıp götürseniz bizim için de iyi olurdu. O bize gün göstermiyor,” dedi Cakıp “kendiniz hangi tebaadansınız?”

Anladık ki, Esen Han on bir askeri seçerek göndermişti. Kalmuklar, Çinliler bu Kırgızlarla dövüşsek dağa, bir de çöle kaçıp gidiyorlar, bir şey yapamıyoruz, başka çare bulalım demişler. Hakan Çin’in, Çin-Maçin’in her yerinden becerikli pehlivanlardan on bir yiğidi deneyip seçmişler. Esen Han şöyle demiş:

Manas’ı bile bile zehirleyip öldürün! Ya da bağlayarak canlı getirin! Aksi halde geri gelmeyin!”.

Askerler efendimizin gönderdiği adamlarız, elçiyiz diye yola çıkmışlardı.

Cakıp, askerleri başka bir yola gönderip, kendi avuluna koştu. Cakıp gördüklerini anlattı, danışmanı Berdike, avul reisi Akbalta, kardeşi Bay ve ileri gelenlere akıl danıştı.

“Bu Çinli, Kalmuklar onu sağ bırakmayacak, Manas’a kin besliyorlar. Bir çare düşündüm. Şu anda Türk oğulları ile Kırgızların kabilesi büyüdü. Düşmanlar yıprandılar. Avuldaki birisine para ve hayvan verelim. Kan bedelini ödeyelim, kabul ederse, Manas işte budur diye Çinli ve Kalmuk elçilerini yakalatalım. Böylece huzura kavuşalım!”

Bu sözü işiten bay, Cakıp’a derhal karşı çıktı.

“Sözlerine dikkat et, ciğerim! Babalarımız hayvan satsa da can satmamıştır. Bin insan nasıl olur da oğlunu pul paraya satar. Bugün Kırgız’ın başına kıyamet koparıp felaket yağdıran düşman yok. Şaşırma. Altı bir düşmana karşı koyan Manas’a bu on bir asker ne imiş?

Cakıp’ın aklı karışıp dururken, kırmızı perçemli on bir asker Manas’ı ortalarına almış olarak geldiler. Manas ise onlara hiç aldırmadan mağrur duruyordu.

Bunu gören Cakıp bayıldı, canı manı kalmadı. Konuşamadı.

“Babamı sorarsanız işte bu kişi” diye, Manas, askerlere Cakıp’ı gösterdi.

“Hey, biraz önce bizi yoldan saptıran odur, yakalayın! Diyen askerler Cakıp’ı gösterdiler “Piçin başına deri giydirin”

dört asker vakit kaybetmeden Cakıp’ı yakaladılar.

Cakıp’ın sözünü dinlemeyen askerler, onun ellerini bağladılar.

“Ey askerler, ne yapıyorsunuz? Yeter! Hanın adamı iseniz terbiyeli olun! Söz dinlemeden ona ne yapıyorsunuz? Beni kızdırmayın!” diye Manas babasını kurtarmak istedi, askerler bağırıp çağırdılar.

“Onun kendisini bağlayın” diyen askerler Manas’a hücum ettiler.

Manas öyle hiddetlendi ki, gözlerinden ateş çıkararak dördünü birden yakalayıp gömlek gibi salladı, kaldırıp yere vurdu, kendine asılan altısını yere yıktı, ikisini bir eliyle birleştirerek tuttu.

“Söz dinlemediniz, bunu hakettiniz. Hanınız erkekse gelsin, gücünü göstersin, ondan korkacak kimse yok. Gidip bunu söyleyin.”

Manas yarı canlı kalan askerlerden kırmızı perçemlerini koparıp kendilerini salıverdi. Manas’ın yanında duran delikanlılar onlarla alay ederek askerlerin atlarının kuyruklarını, yelelerini kestiler.

Cakıp Bay ocağını yeniledi. İkinci Hanımı Bakdöölöt bir oğlan doğurdu, “Manas”ımın dayansa dağı, eğilse direği olsun” diye adını Abike koydu.

Cakıp Bay’ın sadece hayvanları değil, soyu da çoğaldı, avulu genişledi, otlağı uzadı. Komşusu Kalmuk, Tırgot, Moğollar ile yerleri paylaştı, hudutları sağlamlaştırdı, taş koyup üzerine yazı yazdırdı, kağıda mühür bastırdı, herkes kendi yerine sahip oldu.

Altaydaki yüksek dağların etekleri çok güzel yerler idi. Kuzeyinde Altın Köl güneyinde Barköl olup buralarda kayberen kuşu çok bulunurdu. Bahadır Manas avlanmaya çıktı. Yanında kırk boz oğlan vardı. Bir o kadar da yoldaş buldu. Av kuşunu beraberinde götürdü, canı sıkılırsa ceylan avlamak için yay da aldı, karakuşları da vurup, gönlünce eğlenmek istedi.

Manas ve arkadaşları Çarkastan’ın çukuruna çadır dikip keçe evi kurdular, boz oğlanlar atlarını oynatıp yarış düzenlediler. Köpeklerini bıraktılar, yay çektiler, kuşlarını salıverdiler, sungur kuşu oyunu oynadılar, kurt, tilki, mavi tilki avladılar. Güreş düzenlediler, ip çekme oyunu düzenleyip yarıştılar.

Laf lafı açtı, çocukların birisi büyük adam gibi konuşmaya başladı.

“Biz de elimize mızrak alıp, kılıç tutup dövüştük. Yiğitliğimiz kalmamışsa gençliğimiz de bitmiş demektir. Arkadaşlar artık kendimizden bir bey veya Han seçip kendimize baş yapmaya ne dersiniz? Ona itaat edip, dediğini yerine getirelim, böyle birlik olmazsak olmaz!” dedi Çegebay. “Hanginiz bunu desteklersiniz?”

“Hey, Çegebay’ın dediği doğru” diye boz oğlanlar bu teklifi birden kabul ettiler. “Han seçelim. Onu süsleyelim, töreler göre muamele edelim, fırsat gelmiştir. Geciktirmeyelim.”

“Öyleyse kimi seçelim? Şartı nasıl olsun?” dedi Aydarkan oğlu Er-Kökçö.

İyi düşünceli, sözü geçen Salamat oğlu Aynakul Han seçimini yönetti.

“Bana kalırsa, bir şart koymak lazım. Hepinize şöyle bir şart koyuyorum: Kim Han olmak istiyorsa onun bindiği atı derhal kurban keselim. Tamam mı? Hadi cesur olan çıksın?”

Biraz önce yaygara eden çocukların hiçbirisi ben atımı kurban keseyim diyerek öne çıkmadı.

“Hepiniz zengin çocuklarısınız. Şu kadarcık bir işe de yaramazsınız. Han olacak kimse için bir atın lafı mı olur? Babanızın oğlu değilmisiniz!” diye Aynakul taşı gediğine koydu. “Hani, erkek olan kim?”

Çocuklar suskun dururken Aynakul “Han olup atını kesebilir misin?” diye Mançu’dan Şakundu’ya, Oşpur’un oğlu Nazarbek’e Askar’ın oğlu Cabakı’ya, Aydarkan’ın oğlu Kökçö’ye, Karakoco oğlu Kaldar’a Anzar’ın oğlu Koyon’a sordu, hiçbiri atını vermeye yanaşmadı.

Sonunda Aynakul, çocukların en küçüğü olan on beş yaşındaki Manas’a sordu.

“Cakıp Bay’ın oğlu Manas beğ sen ne dersin” “Atını kesip Han olmak, halkımızın adeti değildir.

Eğer canınız et yemek istiyorsa Ak-Kulan’ı keseyim. Bunu sizden esirgemeyeceğim, atı buraya getirin.”

Bunu duyan Çegebay yaygara etti.

“Ak-kula zayıflamış, kemiği kalmış. Bir lokma et çıkmaz, onu kurtlar da yemez. Cakıp Bay’ın semiz kısrağını ben kullanıyordum. Manas verirse onu keselim.”

“O zaman kısrağı kurban keselim ” dedi Manas.

Çocuklar Manas’ın önünde boz kısrağı kurban kestiler. Etini büyük kazana koydular. Manas’ı teğeltinin üzerine çıkardılar, on eyeri bir araya toplayıp, altın tahtın diye onu oturttular, yanına gök bayrak diktiler.

“Hanımız Manas” diye bağırdılar.

“Hanımızı Tanrı korusun!”

“Var ol Manas!”

“Geniş bozkırın kurdu ol, Manas.” Çocuklar bağırıp Çarkastan’ı sarstılar.

“Han’a destek olalım! Manas’a uşak olalım! Sözünü dinlemeyenler Altay’dan gitsin, Kalmuklara gitsin!” diye sıraya geçip başlarını eğip duran çocukları gören Manas kahkahayı bastı. O Han kaidesini yerine getirdi.

“Kendiniz beni, kaçsam da Han yaptınız. Şimdi söylediğim söz söz olsun, hepinize kolay gelsin! Yarın Altaydan öteye geçeceğiz. Kalmuklara kadar yolları yoklayalım. İyi yerleri bulalım. Büyükleri rahatsız etmeyelim. Yolun durumunu görelim.”

Ondan beri Manas’ın bir dediği iki olmadı. Ertesi gün seksen delikanlı Altay’ı aşarak yol yürüdü. Güzel yerleri gördüler.

Manas iki çocuğu Kalmuk ve Çin taraflarına bakıp gelsinler diye bir günlük yola gönderdi, tepelere nöbetçi koydu.

Gürleyerek akan Urkul nehri boyunca üç yol kavşağında, katmer katmer ormanda, üzerinde bir yuva bulunan bir çınarın dibinde altı gün vaziyeti yokladılar. Yedinci gün Manas’ın gönderdiği çocuklar geri dönüp malumat verdiler. Esen Han’ın yük yükleyen kırk beş deveden oluşan kervanı, altı şive, on Uygur, on Kalmuk mahiyetinde gelmekteydi. Dokuz yüz asker Nuuker adlı bir bahadırın yönetiminde arkasında geliyordu.

Nuuker, bir gruba rastladığında asker olsa öldürün, çocuklar ise sürüp gelin diye denenmiş yüz askeri gönderdi. Alana sığmadan coşarak akan Urkul nehrinin kıyısına geldiler. Nehirden geçemeyen askerler kıyıda şaşırıp çocukların alayına maruz kaldılar.

“Göreceksiniz, nehirden geçersek gözünüzü çıkaracağız” diye bağırdılar.

Sonunda bir haberci, Nuuker’e gelip “Nehir kabarmıştır, insan geçebilecek gibi değil” dedi. Askerbaşı emir verdi: “Ölen suda temizlenir, diri kalan o kıyıya çıksın.”

Suya giren yüz kişinin yirmisi boğulup gitti, geri kalan sekseni sürüklenerek ıslak halde Manas’a ulaştılar.

Askerlerin, büzülmüş, üşümekten titreyen halini gören çocuklar at üzerinde kıs kıs gülmeye başladılar.

“Nereden gelip nereye gidiyorsunuz? Kılıcı niye taşıyorsunuz?” dedi asker başı patlayarak.

“Görmüyor musunuz? Elimizde kuş, tazı, belimizde kılıç kuşanarak avlanan çocuklarız. Ya siz kimsiniz?” dedi Manas.

“Çin Hakanının halkıyız. Askerbaşı Nuuker sizi sürüp getirmeye gönderdi.”

“Ee, Nuuker’in bahadırları açık söyleyin. Kiminle dövüşmeye geldiniz. Kiminle dost olmaya gidiyorsunuz?”

“Öff, bizim dosttan çok düşmanımız vardır. Düşmanın kim olduğunu Nuuker anlatır.”

“O zaman söz ve töre bilmeyen imişsiniz” dedi Manas kamçısıyla yere vurarak.

“Hey, bu şımaran Kırgızın sözü zehir imiş” diye askerbaşı Manas’a atılarak “önce onu götürün.”

“Ey, beni sürüp götürecek olan sen misin?” Manas keskin kılıcıyla hiç tereddüt etmeden askerin başını kesti.

Seksen asker birden Manas’a saldırdı. Manas kıpırdamadan kenarda durdu. Askerleri, çocuklar imha ettiler.

Manas sanki hiçbir şey olmamış, hiçbirşey görmemiş gibi seksen çocukla beraber kaldığı yere gelip rahat bir şekilde geceledi.

Yüz askerden bir haber alamayan Nuuker ordusunu sürerken kara nehire rastladı. Manas ve arkadaşları nehirin öteki kıyısında durup Nuuker’in askerlerini saydılar.

“Ormanın her yerine ateş yakalım. Askerlerimizi çok gösterelim.” Manas her tarafta alev alev ateş yaktırdı.

Ertesi gün Nuuker, kavak ve söğüt kestirip sal yaptırdı, adamlarını suya sürdü. Dört salla suya girenler birbirlerine çarpıp pek çoğu suda boğuldu.

Nuuker’in askerleri Manas’ı kuşattılar.

“Siz hangi halkın çocuklarısınız?”

“Hey, ecdadımız Türktür. Atamız Tüböy Han’dır. Dedem Nogoy, babam Cakıp’tır. Adım Manas” dedi. Manas rahat bir şekilde.

“Elinin körü, Kırgızlar, bizim aradığımız sizsiniz!”. Kımkar adlı pehlivan kılıcını çıkarıp bağırarak geldi.

“Bu düşmanla dövüşmek kolay değil, onlara dokunmadan sağ salimken eve dönmeyelim mi” dedi Kökçö.

“Hey, akılsız, Kökçö ciğerim. Eceli gelmeyen ölmez. Han taht üzerinde ölmez. Askerin çokluğundan korkma. Saçma sapan konuşma! Atlanalım Manas hazırlanıp tek başına çıkmak üzereyken Aynakul önünü kesti.

“Manas! Ey sen Hansın! Han rahat durur!”

Bu esnada Manastan küfür işiten Kökçö, Kımkar denen askerle dövüşüyordu. Kökçö mızrağıyla Kımkar’ı Kök katırdan devirdi.

Bolcong adlı bahadır beklenmedik bir anda Kökçö’ye vurmak üzereyken bahadır Manas onu yayla gebertti.

Bunu gören Nuuker, tahammül edemedi, atını kamçılayarak Manas’a doğru geldi. Manas da korkmadan atına vurarak Nuuker’e doğru geldi.

“Hey, sana söylemedim mi Han Manas, sen seviyeni korumadan niye düşmanla dövüşeceksin ki. Dur! Onu bize bırak” dedi Kökçe şaşırarak.

Bu sırada Kökçö’ye doğrudan saldıran Nuuker, n’r’ atarak onu attan tutup indirdi. Elindeki Kökçö’yü taşa vurmak üzereyken, Manas Ak-kulasını kamçılayarak yetişip geldi ve Nuuker’i omuzundan tutup yukarıya dimdik kaldırdı. Kökçö, Nuuker’in elinde, Nuuker Manas’ın elinde dimdik dikilerek gidiyordu. Nuuker’i atın yelesine koyup baktı ki, Kökçö’nün eli Nuuker’in böğürüne yapışıp kalmıştı.

Manas Nuuker’in başını kopardığında çocuklar Manas diye haykırarak gevşeyip kalan askerlere saldırdılar.

Dağlar da Manas, Manas diye haykırdı.

Ormanlar da Manas, Manas diye seslendi.

Aydıng köl’ün kenarı. Göl, mavi buz gibi parlıyordu, bulutlara değen muhteşem sivri dağların göçü geliyordu.

Ak Otağdan çıkınca göklere doğru yükselen Ulu dağın, güneş ışığında kırmızı renk alan çarpık tepeleri, ateş gibi kızarmış bulutlar, mavimsi dağlar gözüküyordu. Gökyüzünde ufak parçalara ayrılan, köpük gibi köpüren, şekilden şekile giren bulutlar vardı.

Bu yaşamın ulu gününde, güneş dağ arkasından çıktığında, Altaydaki Kırgız Cakıp’ın avulunda zurna ve davul çalındı. Tek davul çalınırsa, kötü haberin işareti diye halk teleşlanır, korkudan ödü kopardı. Zurnanın çalınması, iyiliğin işareti idi. Sabah erkenden çalının yulaflı zurna sesi dağı neşelendiriyordu.

Bugün Cakıp’ın avulunda büyük işler vardı. Obadaki tepeye K’şgar halısı konmuş Noygut, Totu ve Sartlardan haber geldi. Öğlene doğru yurt reisleri gelecektir” dedi. Akbalta’nın yardımcıları “Türk kardeşlerimizin hepsi gelecek.”

Güneş tünekten köşedeki keçe yüzüne düştüğünde, haberdar edilen salabetli avu reisleri, beyzadeleri Cakıp’ın beyaz evine gelip toplandılar.

“Ey milletim, hepimizin çektiği sıkıntıyı anlatmak istiyorum. Tanrı yardım ettiği için beli bükülen halkımız yeniden belini düzeltip kuvvetlendi. Köklerimiz yayıldı, dallarımız tomurcuk bağladı. Az da olsa askerimiz var. Bize sataşanlara gücümüzü gösterdik. Şimdi etrafımızda düşman var. Bakıp durmayalım. Uyanık olalım. Kendimizi muhafaza edelim. Babamız Nogoy gibi bir gün felakete kalmayalım. Eskiden babalarımızın sarayı, Hanı, bayrağı vardı. Halkın kuvveti, Hanı olması gerekir. Eğer uygun görürseniz halka sahip çıkacak, ülküsü olan birini Han yaptım” dedi Akbalta.

“Aferin size. Çok haklısınız.”

“Bilge gibi konuştun. Han soyundansın, Akbalta”.

“Yaşa Akbalta” diye bağırdı millet.

Gürültü kesildikten sonra aksakallar sohbete başladılar.

“Kalan sözü aksakalımız Berdike söylesin” dedi Akbalta halka hitaben.

Avulun en akıllısı olan Berdike aksakalını sıvazlayarak gelenlere baktı.

“Altay’ın kabile reislerinin tamamı ve Türkler bir araya geldik. Altı şehir halkı hep bir aradayız. Hangi erkeğin erkeği, bahadırın bahadırı, yiğidin yiğidi, aklıyla yol bulan, sözüyle sır çözen, kılıcıyla düşman kesen ben han olacağım diye meydana çıkacak”? Kalabalık karşısına “Han olacak işte benim” demeye cesaret eden, bileklerini sıvazlayıp göğüs geren kimse çıkmadı.

Halk bekledi, aksakallar yere baktılar, yiğitler suskun suskun durdular.

“Bugünkü ufak dallarımız yarın çınar olacaktır. Bu yavrular arasından Han olacak kimse yok mu?” dedi Berdike çukurlarda oynayan, dağlarda dolaşan çocuklara bakarak.

Çocukların içinde Salamat’ın oğlu Aynakul söz söylemede usta idi; kalabalık halka doğru çevrildi:

“Millet, atalar, geçende seksen çocuk avlanmaya çıktığımıza, boz kısrağı kesip Manas’ı kendimize Han yapmıştık. Bizim seçiğimiz han size yarayacak mı, bunu bilmediğimiz için suskun duruyorduk.”

“Bu yaramazın söylediğini duydunuz mu millet?” dedi Berdike neşeli bir şekilde “Gençlerin gözü iyi, niyetleri sabah güneşi kadar temiz. Tanrım çocukların dilediğini ver, halkın dilediğini ver, Kırgızın dileğini ver!”

Akbalta deve gibi çırpınıp, hanımı doğurmuş gibi sevinip açıldı: “Hey millet, gencinizle yaşlınızla burdasınız, söyleyeceğinizi şimdi söyleyin!

Gönlünüzde bir şey kalmasın.

“Derken arslan Manas, Opol dağı gibi heybetli şekilde yere basa basa ortaya geldi.

“Kısrak kesip Han seçmek çocukların işidir. Bütün halka Han olmak başkadır. Türk evlatları her milletin önderleri ve akıllıları işte buradasınız, benden başkasını han seçiniz.”

Manas iki yanına bağırıp çağırırken daha kuvvetli daha muhteşem görünüyordu. Etrafına bakınıp aksakal Berdike’nin karşısına geldi.

Berdike altı kulaç beyaz keçeyi yere yayarak koydu.

“Bizim dediğimiz uygun ise, emrettiğimiz yerine getirilirse, Hanı böyle seçelim.” Akbalta ile Berdike Cakıp Bay’ı beyaz keçeye oturttular.”

Şimde bulduk Hanımız Cakıp olsun” diye beyaz keçenin üzerindeki Cakıp’ı kaldırmaya kalktılar.

“Hey, durun bir dakika, millet! Bırakın!” Cakıp beyaz keçeyi kaldıranları durdurdu “Millet, hürmetinize sevindim. Benim gibi bir ihtiyarı bırakıp, şu tek oğlum Manas’ı Han yapınız!”

Cakıp gözlerinden yaş döküp, ağlayarak durdu. “Bizi Altay’da halk yapan Cakıp’tır, bizi Altay’da arslan yapan Manas’tır!” Halk bağıra çağıra Manas’ı da beyaz keçeye getirdi “Baba oğul Han olsun!”

Çırpınıp duran kalabalık içinden ayrılıp çıkan aksakallar, bilgiçler vay vay demelerine bakmadan Cakıp ile Manas’ı beyaz keçeye koyup kaldırdılar.

“Hey millet, sözümü dinleyin!” yedi adım atıldığında Cakıp halkı durdurdu, “Gökte bir ay, bir güneş olur, bu Tanrının kudretidir. Halkın başında bir han, bir bayrak olur. Bu ataların âdetidir. Hanınız işte Manas! Onu tutunuz!”.

Cakıp beyaz keçeden indi, Hanlığa Manas’ı aday göstermesine halk da razı oldu.

“Manas!”

“Manas! Biz seni Tanrıdan dileyerek aldık!”

“Yaşa Manas!” Beyaz keçeyi Manas’la beraber kaldırıp taşıyanlara kalabalık halk yarılarak yol açtılar, kalabalığı dokuz kez dönünceye kadar diz çöktürüp durdular.

Kambar Boz’un hayırlı kurban içinde seçilen atlarından kırmızı kısrak Manas’ın önünde kesildiğinde halk sükunet içindeydi.

Manas başına kenarları altınla süslenen, tepesi büyük Halk kalpağını giyip Toruçaar’a bindiğinde halk uğulduyordu.

“Maksadımıza erdik. Sonuna kadar han ol Manas!”

“Han Manas’ı Tanrı korusun! Bin yıl yaşasın!”

“Başkalara perçem, karşı çıkana ok olsun!” Bu hayırla dilekler göğü sarstı.

Nogoy Han’dan miras kalan mavi bayrağı Cakıp otuz yıl derilere sararak yüklerinin arasında saklamıştı. Şimdi onu alıp çıkıp direğe çekti.

Cakıp Bay, oğlum Manas han oldu diye doksan kısrak kesip dokuz gün düğün düzenledi.

Manas, Bay ile danışıp, delikanlıları göndererek K’şgar tarafından Bakay’ı getirtti. Kaplan Bakay dağ gibi kocaman biriydi, kaplan gibi bakışları vardı, boynu boğanın boynu gibi, butları buğra butu gibi idi. Gök tulpar (kanatlı at) a benzeyen bir ata binmişti, mavi elbise giymişti. Sağ omuzunda her şeyi altı ay önceden haber veren, bilmediği şeyleri bildiren, duymadığı şeyleri duyuran melek vardı, açık gözlü, tecrübeli, şirin sözlü, hiçbir şeyden çekinmeyen akıllı bir adamdı.

Manas Kalmuk ve Çin’i dolaşarak dilini, sırrını, âdetlerini öğrenen, sözü kesen bilge Bakay’ı han danışmanı yaptı.

“Uğurum Manas, seni görmek arzusuyla on yıl aradım. Şimdi seni buldum, başka arzum yoktur. Manas kardeşim, sana hediye olarak candost Acıbay’ı buldum, dostluğunuz takdir ediyorum” dedi Bakay.

Argın’ın Hanı Acıbay babasına darılarak sarayını terketmişti. Kendisi gibi arslan yürekli birini arıyordu, Manas’ın yiğitliğini işitmişti. Bahadırı rüyasında görüp, arslana arkadaş olacağım diyerek at boroyun kazarak, kulağı duyduğu, gözü gördüğü yerleri aralayıp sonunda Bakay’a rastlanmıştı. Akıllı Bakay erkeğin kanatı erkekle çıkar diye siyah elbise giyen, koyu al renkli ata binen Acıbay’ı han Manas’a can arkadaşı olmaya layık görüp peşine alıp getirmişti. Acıbay çatal sakallı, kırmızı yüzlü, uzun boylu, geniş omuzlu, yiğit görünüşlü, geniş göğüslü, yassı dilli, yenilmez söz ustası, yetmiş dil bilen, kara dilin kayrağan, Han karşısında susmayan azizlerden biri idi.

Bakay Manas’a şöyle dedi:

“Etrafımıza bak. Geçmiş babalarının yolunu öğren. Hanlığı keskin kılıçla, mızrakla muhafaza et. Yerini göğsünle genişlet. Halkını akılla yiğitliğinle yönet.”

Sükunetle, oturanları seyreden heybetli Bakay yine konuşmaya başladı:

“Manas! Sana bir akıl vereyim. Senin dokuz atan Han olmuştur. Dokuzunun da yanında kırk arkadaşı vardı. O adeti muhafaza et. Ormana bakan kırk boz oğlan ve diğerleri içerisinden deneyerek kırk arkadaş seç!”.

Han manas, böylece akıllılara ve bilgelere danışarak iyilerin iyisinden, bahadırın bahadırından kırk yiğit seçti. Kırk yiğide başka kabilelerden Moğol Caysang’ı, Kuldurdan Çalıbay’ı Mançudan Macik’ı , Kangaylı Keldikey’i, Danggıt’tan gelen Kayıp Han’ı, Dağalıktan Munar’ı, yine Altaylıların hepsinden; Alçın, Uyşun Nayman, Abak, Kırgız, Kıpçak, Noygut, Nogoy, Özbek, Totu, Nabat, Andıcanlı, Kazak, Karakalpak, Döölös topladı. Kırk yiğide baş olarak kaplan tabiatlı, kurt gözlü, kalın kemikli, geniş göğüslü, ağırbaşlı, tatlı sözlü Kırgıl tayin edildi.

Kırk yiğit, Han Manas’ın etrafında dolaşıp durdu. Manas gökten inen, düşmana korku veren altı kılıcı arkadaşlarına hediye etti. Dayanıklı olan zülfikarı kendisi aldı. Hayırlı dilek için kambarboz’un atlarından kısrak aldırıp kırk yiğidin şerefine kurban kestirdi.

Han Manas dedesi Nogoy’dan kalan keskin bulat kılıcını aldırdı. Ota değdiği zaman yakan, onu sallayanı ansızın öldüren dağa vurulduğu zaman taşları kesen, bele doğru vurulduğu zaman baş kesen, gecede kınından çıkarıldığı zaman ateş gibi kızaran, düşmana doğru sallandığı zaman kırk yedi arşın uzayan kılıcı; Açalbars’ı Bakay’ın eline verdi, kırk yiğit diz üstünde oturarak ant içtiler.

“Hanımız Manas!” Han ile canımız beraberdir. Eğer Hana karşı suç işlesek, niyetimiz bozulsa üzerimizden yüce Tanrı cezamızı versin! Canımızı işte bu kılıç alsın!”

Her bir yiğit albars kılıcı öperek kanını değdirdi.

Manas’ın salabatlı kırk yiğidinin hepsi bahadır diye adlandırıldı. Her birine at otağ tahsis edildi, uşak verildi. Kırk yiğidin atlarını alnına muska takıldı.

Er Manas iki dizgin bir yuları elinde tutup, talihsiz kırgızın ocağını düzeltti, birbirinden kopanları birleştirdi, çevresini genişletti, Kalmuk ve Moğol’u eşit seviyeye getirdi. Evvelki zavallı millet artık dertlerinden kurtulup, beyaz kalpağını giyip, sıkıntılarını çözüp, “Tanrım, Han Manas’ı koru” diye canı huzur içinde üzüntüsüz yaşamaya başladı.

Manas, dokuz yıl benzeri bulunmayan han oldu. Manas tahta oturduktan sonra halkı muhtaçlıktan kurtuldu, bahadırı çoğaldı. Altay, Kazak, Türk, Uygur, Moğol ve komşu kabileler arasında itibar sahibi oldu. Kırgızlar onlardan kız aldılar, onlara kızlarını verdiler, onları ata bindirdiler, onlarla mal mülk değiştirdiler, kervan kurup ticaret yaptılar. Manas’ın tarlası (toprağı) Altay’dan Kaşgar’a, Kaşgar’dan Tibet’e, Tibet’ten Samarkand’a ulaştı.

Manas’ın saltanatını, Kalmuk Hanı olan yalancı Alevke, Çin Hanı olan kurnaz Esen Han, Mançu Hanı Neskara çekemediler. Çok eski kinini, üç kez gönderdiği ordusundan ayrılıp kaldığını hatırladılar. Savaş açmaya gücü yetmediği için “Bekleyin de görün Kırgızlar” diyerek uygun bir haberin gelmesini beklediler. Kendi aralarında anlaşıp “Türkleri iple boğmaktansa, onları birbirine düşürmek lazım” diyerek çare aradılar. Kalmuk ve Çin’in rahip, sofi kalender ve dervişleri casusluk yaparak avulları dolaştılar. Kaşgar, Moğol, Samarkand’a giden kervan Kırgız elinden geçerdi, bunların çoğu Alevke ile Esen Han’ın mahsus gönderdiği adamlar idi.

Kurnaz Esen Han, birbirine yakın bulunan Türkleri, Uygur ve Kalmukları Kırgızlara karşı kışkırttı. Manas’ın gücünü, gazabını bilen komşuları başkaldırdılar, düşman olmaktan vazgeçebildi. Çukura düşen ayı gibi çırpındı.

Altay’daki düşmanların durumunu iyi bilen Manas, Çin ve Kalmukların hareketini sezerek Kalmuk ile Kırgız sınırına gece gündüz nöbetçi koyup ordusunu hazır durumda tuttu.

Bahadır Manas sefere çıkarken çok daha heybetli gözükürdü, cebe giyerdi. Kurulup otururda, kulağı kalkan gibiydi, gözleri ateşli idi, kapaklı ve büyük idi, öfkeli hali vardı. Görünüşüne gelince bir bakarsın kaplana, bir bakarsın arslana benzerdi. Aklının ve gücünün mükemmel olduğu bir yaşta idi.

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap