311) TARTIŞALIM!

Yayin Tarihi 14 Kasım, 2008 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

Tartışalım efendim, tartışalım…

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, anayasanın değiştirilemez maddelerini, Mahkeme’nin kuruluş yıldönümünde yapılacak Sempozyumda tartışmaya açacağını söyleyince kıyamet koptu.

Birçok siyasetçi, hukukçu ve öğretim üyesi Haşim Kılıç‘ı topa tuttu. Oysa konuşan Çemişkezek Belediye Başkanı değil, Anayasa Mahkemesi’nin Başkanı! Hiç hukuk bilmese böyle konuşur mu? Konuşmaz! Dahası hiç hukuk bilmese, İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi mezunu olan bu “adamı” Anayasa Mahkemesi’ne “Başkan” yaparlar mı? Yapmazlar!

O zaman, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın önerisi gayet yerindedir! Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri tartışılmalıdır. Bugüne kadar beklenildiği kabahattir zaten! Madem “laik” ve “demokratik” Cumhuriyet’i yıkıp artık ılımlı İslam’a yelken açıyoruz, bu işi de yoluyla, yordamıyla, demokratik yöntemlerle, tartışarak yapmalıyız! “Uygarlığın” gereği de bu değil midir? Eğer aksi olursa, Allah saklasın, sonra bizi AB’ye almazlar!

Ne var ki, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç‘a bir noktada katılmıyorum. Bu tartışmanın yapılması için Mahkeme’nin kuruluş yıldönümü olan Nisan 2009’a kadar beklemeye ne gerek vardır? Bence hemen, şimdi tartışmaya başlamalı, yıllardan beri vurulmadık darbe kalmayan Cumhuriyetimize bir darbe de biz vurmalıyız ki, çorbada bizim de tuzumuz olsun! Malum, erken kalkan yol alır!

Bu konuyu tartışmaya karar verdiğimize göre, o zaman neyi tartıştığımızı da bilmeliyiz ki körü körüne yapılan bir tartışma, sonra horoz dövüşüne dönmesin. Bunun için de önce Anayasa’nın değiştirilemez maddelerini aktaralım.

Birinci madde, “Devletin Şekli” ile ilgilidir. “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.” diyor.

Şimdi bu maddeyi neden tartışmayacakmışız ki? İllâ “Cumhuriyet” mi olmamız gerekiyor? Bilindiği AB’ye girip uygarlaşacağız, çağ atlayacağız! Oysa AB üyelerinden birçoğu “Cumhuriyet” değil, meşruti monarşi, yani krallık… Örneğin İngiltere böyle, Hollanda böyle, Danimarka böyle… Bizim başımız kel mi peki? Gerçi İngiltere‘de artık majestelerinin krallığının üzerinde güneş batıyor, ama kraliçenin varlığı Birleşik Krallıkta kimseye batmıyor! Bizde de başta Hanedan-ı Âli Osman’dan biri olsa fena mı olur? Hem böylece AB’ye katıldığımızda bu “medeniyet projesine” değişik bir çeşni de katmış oluruz! Bir düşünsenize, AB’nin Batı ucunda bir meşruti krallık, doğu ucunda padişahlık… Ulan, şu demokrasi ne güzel şey be!

Onun için bu birinci maddenin değiştirilmesinde ve ülkemizde saltanatın yeniden tesis edilmesinde hiçbir sakınca yoktur. Ayrıca tahta geçecek kişinin illâ ki Osmanlı hanedanından olması da gerekmiyor! Ülkemizde bu iş için gerekli malzeme mebzul miktarda mevcuttur. Artık tarikat şeyhi mi olur, aşiret reisi mi, ya da her biri aslında bir hanedanlık kurmuş olan, “demokrasimizin vazgeçilmez unsuru” siyasi partilerimizin liderlerinden biri mi olur, işin o kısmı da kanunla düzenlenir. Biliyorsunuz, anayasa tekniği açısından bu tür ayrıntılar yasa ile belirlenir. Ama geçiş devresinde görev alacak ilk padişah için benim adayım Haşim Kılıç‘tır. Böylece verdiği emekler de karşılıksız kalmamış olur! Ayrıca hazretin, ideolojik ve kültürel formasyonu da bu işe uygundur!

Anayasa’nın değiştirilemeyeceği söylenen ikinci maddesi “Cumhuriyet’in nitelikleri” ile ilgilidir. Tabii birinci maddeyi değiştirerek Cumhuriyet’i tarihe gömdüğümüze göre, artık bu maddenin başlığı “Saltanatın nitelikleri” olacaktır!

İtiraf etmeliyim ki bu maddenin yeniden düzenlenmesi oldukça tartışmalı olabilir. Zira Cumhuriyetimizin oldukça fazla niteliği vardır! Onun için ben burada yeni maddenin ne şekilde olması gerektiğini değil de, yeni maddede nelerin bulunmaması gerektiğini açıklamaya çalışacağım. İkinci maddenin şimdiki hali şöyledir:

“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”

Görüldüğü gibi Cumhuriyetimiz, “toplumun huzuru”, “milli dayanışma” ve “adalet anlayışı”nı esas alan bir Cumhuriyettir.

Öncelikle “toplum” sözü sosyalizan bir çağrışım yaptığı için kaldırılmalıdır. Biliyorsunuz artık esas olan birey ve liberalizmdir! Onun için sadece “huzur” demek yeterlidir. Dahası bu kavramın uhrevi bir çağrışım yapıyor olması da yeni rejimin ruhunu uygun olacaktır.
“Milli” sözü eğer “dinî” anlamında kullanılacaksa, kalabilir, hiçbir sakıncası yoktur. Ama eğer “ulusal” manasında ise, o zaman “milli” ifadesinin AB’nin uluslar üstü yapısı ile tezat teşkil edeceği açıktır. Bilindiği gibi “milli devlet” artık bitmiştir! Hem “milliyetçilik”, devletin kimi kurumlarının düzenlediği raporlarda bile bir tehdit olarak kabul edildiğine göre, şimdi yeni anayasada “milli” vb. kelimelere yer vermek de yakışık almaz, değil mi? Hani terörü övmek gibi olur ki, vallahi çok da ayıp olur! Dahası “dayanışma” gibi ilkel bir kavramın da çağdaş bir anayasada yeri olmamalıdır. Esas olan dayanışma değil, rekabettir! “Milli dayanışma” ifadesi, bu nedenle toptan kaldırılmalıdır.
“Adalet” kelimesinin varlığını korumasında hiçbir sakınca yoktur, nasıl olsa istenildiği şekilde yorumlanması, eğilip bükülmesi mümkün bir ifadedir. Kalabilir! Hatta “ilahi adalet” denilirse çok daha iyi olur.
Atatürk milliyetçiliği” kavramı ise yeni anayasada zinhar bulunmamalıdır. Bir kere Cumhuriyet’i Atatürk kurduğuna ve biz de şimdi Cumhuriyet’i ortadan kaldırdığımıza göre, artık sadece milliyetçiliği değil, “Atatürk” ile ilgili ne varsa kaldırılmalıdır. Devlet dairelerindeki ve okullardaki resimlerden anayasadaki ilkelere kadar… Atatürk’e çok meraklı olan, gidip Can Dündar’ın belgeselini izlesin kardeşim, anayasa yapıyoruz burada!
“İnsan hakları”ndan bahsedilmesi çok, ama çok önemlidir. Hatta bu maddede sadece “insan hakları” denilmemeli, özelikle mülkiyet hakkı ve girişim özgürlüğünün altı çizilmelidir.

Şimdi geldik en önemli yere: “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” tekerlemesine…
“Demokratik” ifadesi kalmalıdır. Demokrasi her eve, pardon devlete lazımdır. Ne olur ne olmaz, ileride bir gün bize de lazım olur!
“Laik”lik yerine “din ve vicdan özgürlüğü” denilebilir. Ya da “hamdolsun” ifadesine yer verilebilir. Yoksa bu sözcük de kaldırılmalıdır.
“Sosyal” kelimesinin de “toplum”, “dayanışma” sözcükleri kadar modası geçmiştir ve tehlikelidir, kaldırılmalıdır.

2. maddenin yeni hali bu koşullara sadık kalarak, oluşturulacak bir komisyon tarafından yeniden yazılmalıdır. Komisyon Başkanlığı için adayım, Raportörlük konusunda “uzman” olan Osman Can’dır!

Anayasa’nın değiştirilemeyecek üçüncü maddesi “devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, milli marşı ve başkenti” ile ilgili hükümler içermektedir. Madde şöyledir:

“Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara‘dır.”

Bir kere, “ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” gibi ifadeler toptan kaldırılmalıdır. Ne demek “bölünmez”? Atomun bile bölünebildiği bir çağda, devletin ve milletin bölünememesi çağdaş bir yaklaşım değildir! Bu ifade yerine “kimlik”, “alt kimlik”, “üst kimlik” gibi ifadelere yer verilmelidir. “Özerklik” ve eğer fazla kaçmazsa “federasyon” gibi kavramlar da yer alabilir. Bana kalsa, “bölünebilir, hiçbir mahsuru yoktur” demek yeteri kadar çağdaştır, ama ne yazık ki Türkiye benim kadar “çağdaş” değildir!

Bu maddedeki “Dili Türkçedir” ifadesi de gereksizdir. İllâ ki bir dil olacaksa İngilizce, Fransızca ya da Almanca olabilir. Türkçenin hangi koşullarda nerede öğrenileceği ise kanunla düzenlenir! Hani özel kurslar falan gibi…

Bayrak ve başkent, zaten artık kendiliğinden değişecektir. Bu konuda AB kriterleri esastır. Başkent İstanbul‘a taşınabilir, ama deprem tehlikesi vardır. Onun için en iyisi, başkenti doğrudan Brüksel’e taşımaktır! Haşim Kılıç, Topkapı ya da Dolmabahçe Sarayı’nda ikamet edebilir, mahsuru yoktur!

“Milli Marşı, İstiklal Marşı’dır” ifadesi gerçi sakıncalı değildir, kalabilir. Ama burada da “istiklâl” sözcüğü göze batmaktadır. Onun için maddenin bu fıkrasını değil de, milli marşın adını değiştirmek daha uygarca olacaktır.

Anayasa’nın “Değiştirilemeyecek Hükümler” başlığını taşıyan dördüncü maddesi ise, kesinlikle değiştirilmemeli, korunmalıdır. Yalnız maddedeki “Cumhuriyet” sözcüğü yerine “Saltanat” ifadesinin yer alması tutarlılık açısından gereklidir. Bu madde bundan sonra yeni anayasanın ilk üç maddesini korumalıdır!

Görüldüğü gibi Anayasanın “değiştirilemez” denilen maddelerini değiştirdik. Ne oldu, yer yerinden mi oynadı! Oynamadı! Üstelik Nisan 2009’a kadar bekleyerek vakit de kaybetmedik. Ülkemiz uygarlığa bir adım daha yaklaştı, daha demokratikleşti, özgürleşti!

Bu nedenle tartışmaktan korkmayalım…

Tartışalım efendim, tartışalım…

SERDAR ANT

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap