205) AYDINLANMA

Yayin Tarihi 16 Temmuz, 2008 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

AYDINLANMA

Sisli Günlerde Pusulamız Anayasa ve Demokrasi Olmalıdır

Yine bir çılgınlık dönemindeyiz…

Toplumsal bir paranoya herkesi pençesine almış…

Zaten güven duygusu en düşük toplumlardan biri olan ülkemizde artık herkes birbirinden, çevresinden, ilişkilerinden kuşku duyar hale gelmiş…

Hatta ortak yaşam alanlarını belirleyen ve düzenleyen kamu hizmetlerinde kuşku sınırları da aşılmış; herkes birbirini düşman görmeye başlamış…

Türk-Kürt…

Sünni-Alevi…

Irk ve mezhep farklılıkları yetmemiş…

Herkes yapay eksenlerde yeniden ayrıştırılmış, birbirine düşmanlaştırılmış…

***

Türbanlı-Türbansız…

Dinci-laik…

AKP’li olan-AKP’li olmayan…

Milliyetçi-Küreselleşmeci…

Atatürkçü-Humeynici…

Asker-sivil…

***

Oysa…

Ülkemizin düşmanlarca işgal edildiği..

Bölündüğü, parçalandığı, paylaşıldığı..

Baştaki yöneticilerin ülkeyi işgal edenlerle ve bölenlerle işbirliği yaptığı..

Sonunda halkın canını dişine takarak Kurtuluş Savaşı verdiği ve kazandığı..

Anadolu’nun, bir din-tarım cemaatinden, çağdaş bir endüstri toplumuna dönüşme yoluna girdiği..

Padişahlıktan Cumhuriyet’e, Halifelikten demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletine -kâğıt üstünde de olsa- geçebildiği.. Kurtuluş ve kuruluş dönemi yeni yaşandı, hâlâ yaşanıyor…

***

Boş lafları bırakalım…

Bunalım, “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olan Cumhuriyet rejimini değiştirme açgözlülüğünden kaynaklanmıştır.

Dolayısıyla çözüm de, anayasal çizgideki demokraside yatmaktadır.

***

Aynı çözüm ilkesini bugünlerde gündeme yerleşen her iki dava için de rahatlıkla önerebiliriz:

Ergenekon davası da, AKP’yi kapatma davası da aynı eksende, anayasa ve “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” bağlamında görülebilir ve sonuca bağlanabilir.

***

Sakın bunun kolay bir iş olduğunu sanmayın:

Çünkü her iki dava da bugünkü bunalımın nedenleri değil; tarihteki, toplumdaki ve siyasetteki esas çelişkilerin sonucu olan bu bunalımın sadece görüntüleridir.

***

Hiç kıvırtmadan esas çelişkileri özetleyelim:

Çok partili demokrasiye geçmişiz ama demokrasiyi kuracak ve koruyacak çağdaş sınıfları, yani sermaye ve işçi sınıflarını yeterince güçlendirememişiz…

Anayasamıza Türkiye Cumhuriyeti’nin “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğunu yazmışız ama, vatandaşı bu çizgide eğitememiş, eğitimi dincilere, dogmatiklere teslim etmişiz…

Sosyal devletin kökünü kazıyoruz…

Hukuk devletini çarpıtıyoruz, yozlaştırıyoruz…

Laikliği ekseninden kaydırıyoruz…

Demokratikliği kötüye kullanıyoruz…

Siyasal partileri kurmuşuz ama çoğu sözde demokrat…

Yolsuzluklar diz boyu…

Yargıya bağımsız demişiz ama bunu tam anlamıyla gerçekleştirememişiz…

Güya özgür ve bağımsız olan medyanın büyük kısmı iktidarın denetiminde…

Gerçek sivil toplum örgütleri güçsüz bırakılmış.. tarikatlar, cemaatler güçlendirilmiş…

***

Sorumlu ya da sorumlular kim?

Tabii ki Türkiye’yi yönetenler…

Yani esas olarak iktidarlar…

O halde çözüm de onlarda:

Onların “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletine” olan sadakatlerinde…

Bu sadakati zedeleyenler, ister darbeci olsun ister seçilmiş, bedelini öder…

Tabii toplum da zarar görür, geri kalır…

Bugünkü bunalım noktasına böyle geldik…

Bu gerçeği hiç unutmayalım…

EMRE KONGAR

[email protected]

www.kongar.org

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap