686) TÜRK ŞÖVALYELERİ

Yayin Tarihi 14 Eylül, 2013 
Kategori TÜRK DÜNYASI

TÜRK ŞÖVALYELERİ

image00122.jpg

 

Türk Şövalyeleri “Adsızlar” başlığı altında Türk akıncılarını anlatan aşağıdaki metin Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi’nin Öksüz Turgut adlı eserine dayanmaktadır. Yazar Batı emperyalizminin etkin olduğu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çözüldüğü bir dönemde yaşamıştır. Dünya harbinin başladığı yıl vefat eder. Fransız İhtilali’nin ardından imparatorlukların dağılmasında önemli bir rol oynayan milliyetçilik akımının yükseldiği bir dönemde Şehbenderzade’nin dilinden19. yüzyıl Osmanlı aydınının Türk atalarına bakışına, leziz ve enteresan bir konu eşliğinde bakalım:

Türklerin kendilerine mahsus miras taksimi usulleri vardı. Görenekler gereğince baba ocağının asıl varisi en küçük oğuldu. Oba, çadır küçüğe kalırdı. Yani ailenin başı büyük oğul değil, küçüğü olurdu. Yalnız Türklerde görülen bu görenek ilk önce kulağa biraz garip gelsede, iyi düşünülürse dedelerimizin gayet doğru bir iş yaptığını itiraf etmek gerekir. Bir ailenin büyük oğlu bir dereceye kadar kendini kurtarmış ve yaşamanın yolunu bulmuş demektir.Çünkü büyük oğullar, genellikle babalarının kanatları altında büyüdükleri, babalarından birçok sermaye aldıkları ve yardım gördükleri halde, küçük oğullar bunlara nail olmaya vakit bulamadan babaları vefat eder. Küçük oğul kendisine yuva ve geçim kuramadan rehberini kaybetmiş olur. Demek ki ona hazır bir ocak vermek yerinde olacaktır. İşte Türkler bu düşünceler sebebiyle obalarını en küçük oğullarına bırakırlardı. Büyük oğul babasının silahlarına ve kavga atına sahip olurdu. Ortancalar ise çok kere büyük bir şeye nail olamayarak kendi çalışmasıyla, kendi gücüyle bir şeyler yapmaya mecbur kalırdı.

Bunlar ortaçağın seyyar şövalyeleri gibi vukuat ve servet aramaya, talihlerini denemeye çıkarlardı. Bu tür şövalyeler adlarını gizler ve kendilerini “adsız” çağırırlardı. Adsız, kılıcını kuşanır, ok mahfazasını beline, yayını omzuna takar, kargısını eline alır, atına biner, obasına veda ederdi.

Adsızlar genellikle Çin sınırlarına ve çok kere Çin içlerine kadar gider, her türlü vukuata karışırdı. Adsız muhtaç olanlara cesaretini ve askeri maharetini kiraya verirdi. İntizamdan yoksun Çin asker müfrezelerini talim ve terbiye ederdi. Zengin bir Çin derebeyinin muhafızı, muhafız bölüğü kumandanı olurdu. Adsız, çok kere bulunduğu yerde evlenir ve kendi oba halkından birçok kişiyi oraya getirirdi. Bu şekilde Türkler Çin’in kuzeyindeki ahalinin bir kısmını meydana getirmiş oldu.

İsmi yok, mahareti çok
Adsız, çok kere kendi nefsini birine satardı.Bağdat halifelerine çok kere köle namıyla gidip, sonra hükümet ve saltanatı zapt edip yönetici olan Türklerin bir kısmını “adsızlar”oluşturuyordu. Lakin bir “Türk adsızı” herşeyden evvel bir “ad” arardı.

Biraz dolaştıktan ve dövüş fenninde usta olduktan sonra genç adsız, kahramanlıkla meşhur ve obası halkı arasında hatırlı beylerden birinin çadırına gider, beyin orada olmadığı bir sırada karısının yanına varıp bir ad isterdi. Hanım ile adsız arasında şöyle bir konuşma geçerdi:
—Adın ne? Kimsin?
—Türk’üm, adsızım.
—Ne istersin?
—İsterim ki sen benim anam olasın, isterim ki kocan bana bir “ad” versin.
Burada adsız, kadının ellerini öper, kadın adsıza himaye verir “ad” vaat eder. Bey çadıra geldiği vakit bu yabancıyı görür, karısına kim olduğunu sorar. Kadın adsızın ne istediğini söyler,bey karısının sorduğu soruları tekrarladıktan sonra der ki:

—Ad, verilmez, kazanılır.
—Kazanacağım.
—Benim adım, lekesiz şanlı bir addır, çok pahalıdır.
—Ben de ona göre çalışacağım.
—Peki, hele bakalım.
O günden itibaren adsız çadırın en fedakâr ve en çalışkan adamı olur. Artık adsız, beyin kölesi ve sahip olduğu eşyasından bir şey hükmüne girmiştir. Gece ve gündüz vaktini hizmetle, atlara bakmakla, koyunları gütmekle, süt sağmak ve kımız yapmakla geçirir. Şurasını da unutmamalı kibir “adsız” kendi soyunun temizliğinden ve ehemmiyetinden daha üstün bir beye; kendi kabilesinden daha itibarlı ve temiz bir kabileye müracaat etmez, mesela aleladebir “Kâlâç” adsızı, bir “Barlas”a bir “Kayı Kanıklı”ya gidip ad istemez. Adsızların çadırlarda geçirecekleri asude çoban hayatı çok sürmez. Günün birinde “han” ya Çin’e yahut komşu memleketlerden birine akın etmek lüzumu görür. Oba ve ulus beylerine buyruk yollar, beyler kendi kabile efradını alıp hanın yanına gider. Böyle bir gün, adsız için bayram sayılır. Artık yararlık göstereceği, kılıcıyla bir ad satın alacağı zaman gelmiştir. Adsız adını almak istediği beyin silahşorü demektir.

Türklerin akını dehşetli olurdu. Ölüm seli gibi akıp giden Türk kahramanlarının önünü kesecek, onları yolundan çevirecek milletler pek az görülmüştür. Akınlar, düzenli bir savaş anlamına gelmez. Amaçları, toprakları verimsiz olan, bir şey yetiştiremeyen Türklere yiyecek ve giyecek tedarik etmektir. Onun için Türklerin akını dehşetli bir kasırgaya, şiddetli bir fırtınaya benzer ve lakin çok defa uzun sürmezdi. Fakat bu akınlarda kan dökülmediği nadir olurdu. İş bittikten, yurda dönüldükten sonra şayet ölmemiş ve ölü gibi söz söyleyemeyecek bir hale gelmemiş, yaralanmamış ise adsız, akından kazandığını efendisine takdim ederdi. Oysa akından, kavgadan yarasız dönen adsız görülmemiş bir şeydi. Beyin gözü önünde aslan oğlu aslan olduğunu ispat eden bir adsız, artık beyin adını taşır, onun evlatlığı olurdu. Bütün bu hale çok kere aşkda karışırdı. Çadırın kızı adsızı severdi ama Türklerde fuhuş bilinmediğinden bu aşkın ilk tezahürü kız tarafından, adsızın yaralarının tımar edilmesinden ibaret kalır ve ölümden kurtulabilen adsız, çok kere beyin damadı olurdu…

Behice Tezçakar

ATLAS TARİH 2011 SAYI / 01

 http://www.kesfetmekicinbak.com/turk-sovalyeleri/2785n.aspx?Page=1#

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap