816) İSTANBUL’DAKİ ÇEÇEN KAMPLARI SEFALET YUVASI

Yayin Tarihi 26 Kasım, 2010 
Kategori BASIN-YAYIN

İstanbul’daki Çeçen kampları sefalet yuvası

image00143.jpg

 Rusya’nın baskıları ve zulümleri sonucu, kardeş gördükleri Türkiye’ye sığınan Çeçen Mülteciler zor şartlarda hayatlarını sürdürüyor.

Ne mülteci ne vatandaş statüsünde olan “misafir” Çeçenler çalışma hakkı, eğitim, sağlık ve barınma sorunlarıyla da mücadele ediyor. Kamptaki Çeçen çocukların çoğu burada doğmuş… Ve dünyaları kampın sınırları kadar.

Aktüel Dergisi’nin Çeçen Kamplarının bulundu durumu anlatan haberi şöyle: “Beykoz’un arkalarında kalan Tokatköy’e giriyoruz. Karşımıza çıkan, ikinci cami olan Sultan Aziz Camii’nin girişinde oturan kalpaklı bir grup ihtiyar karşılıyor bizi. 10 yıldır yaşadıkları sıkıntıları anlatacak olmanın yarattığı umutla buyur ediyorlar kampa. Ancak derme çatma barakalar ve çadırlardan oluştuğunu hayal ettiğimiz kamp bir apartman olarak karşımıza çıkıyor. Yıkık dökük, inşaat hâlindeki katları çıkarken merdivenlerde koşturan çocukların şaşkın bakışlarına şahit oluyoruz. Fotoğraf makinesini gören yetişkinler kapı ve duvar arkalarına mevzilenirken etraf oyunlarını yarıda bırakan meraklı çocuklarla doluyor.

Ardından kamp başkanı Ahmed Mizaev’in dairesine giriyoruz. Apartmanın içini gördükten sonra bu dairenin yeni boyanmış duvarları ve temizliği açıkçası biraz şaşırtıyor bizi. Mizaev, buranın önceden çok kötü durumda olduğunu, her katta 70 kişinin kaldığını ve her aileye bir oda düştüğünü anlatıyor. Ancak sonra kamp nüfusunun azalmasıyla birlikte Beykoz Belediyesi duruma el atmış ve yurt gibi olan mimariyi daire sistemine dönüştürmeye başlamış. Şu anki hedef her ailenin bir dairesi olması. Ancak 26 aile için birer daire vaadi kısa vadede pek mümkün gözükmüyor.

Beykoz kampında yaşayanlar, biraz sonra bahsedeceğimiz İstanbul’daki diğer iki kamptakilere kıyasla biraz daha şanslılar. Çünkü Beykoz Belediyesi tadilattan mobilya yardımına, elektrik ve su faturalarının ödenmesinden ara sıra da olsa tüp yardımına kadar epey kol kanat germiş durumda.

BEYKOZ KAMPININ SIRADIŞI MİSAFİRİ: Abubakar Magomadov

Abubakar Magomadov aslında bir inşaat mühendisi. Çeçenistan’da özellikle köprü projelerinde görev alan Magomadov 1990’ların ilk yarısında milletvekilliği ve milli savunma ve güvenlik kurulu başkanlığı yapmış. Ancak 1999 yılında başlayan ikinci Çeçen-Rus savaşının ardından cepheye gitmiş ve Ruslarla çatışan bir komando birliğinin komutanı olarak görev yapmış. Bu nedenle Rusların kara listesine giren binlerce Çeçen’den biri. Bugün 61 yaşında olan Magomadov, çalışamamaktan ve para kazanamamaktan şikâyetçi. Çok nadiren de olsa günlük işlerde çalıştığını söyleyen Magomadov, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile milletvekilliği döneminden tanışıklıkları olmasına, Strasbourg’da uluslararası bir toplantıda aynı odada kalmış olmalarına rağmen şimdilerde devletin sorunlarına duyarsızlığından şikâyetçi. Burada 10 yıldır çalışamadıklarını, sağlık hizmeti alamadıklarını, çocuklarının tahsil göremediğini söyleyen Magomadov, “Bu durum nereye kadar böyle gidecek?” diyor ve ekliyor: “Her ülkede kanun vardır. Beş yıl içinde devlet seni ya vatandaş yapar ya da dışarı atar. Türk devleti hem gitmemize fırsat vermiyor hem burada insanca yaşamamıza izin vermiyor. Çözsünler bizim bu dertlerimizi; onlar çözmedikçe dertlerimiz
büyüyor.”

Abubakar Magomadov’un neden Çeçenistan’a dönmediğini merak ediyoruz. Aldığımız yanıt oldukça çarpıcı: “Şu an Çeçenistan’ın durumu savaş zamanından daha tehlikeli. İktidarda kukla bir hükümet var. Rusya’ya diyorlar ki, biz sizden daha Rus’uz. Savaş döneminde Ruslara karşı savaşmış olan insanları her gün 10’ar, 20’şer alıyorlar ve kaybediyorlar. Ben savaşa katıldığım ve komutanlık yaptığım için aranıyorum. O yüzden Çeçenistan’a gittiğim anda beni paket yaparlar.”

ÜMRANİYE ÇEÇEN KAMPI

Ümraniye Çeçen kampı ise Halilürrahman Camisi’nin imarethanesinde yer alıyor. İki katlı imarethanede yaşam koşulları Beykoz Çeçen kampına oranla çok daha kötü durumda. İçeriye girdiğinizde koridor boyunca perdelerle bölünmüş odalar göze çarpıyor.

20 metrekareden oluşan bu odalarda 7-8 kişi kalıyor. Ancak koridorların karışık ve iç içe geçmiş bölmeleri çocuklar için ideal saklambaç oynama alanına dönmüş durumda. Kampın başkanı Adem Taysumov bize kısaca kampı gezdirdikten sonra dışarı çıkıyoruz. Yanımıza sonradan savaş pilotu olduğunu öğrendiğimiz  Albert Boursoer geliyor. Gelmesiyle, “sazı ele alması” bir oluyor. Diğer kamplardaki ortak sıkıntıdan bahsederek başlıyor sözlerine. Ne vatandaş ne de mülteci statüsünde olmalarının yarattığı sorunların eğitimden sağlığa, dolaşım özgürlüğünden çalışma hakkına kadar tüm hayatlarını olumsuz etkilemesinden bahsediyor.

Kampın girişinde içi giysi dolu koliler göze çarpıyor. Özellikle bayramlarda yardımsever vatandaşların kampa getirdikleri eski kıyafetler bunlar. Kamptaki kadınlar bu giysilerin ihtiyaç fazlalarını yıkıyor, yırtık söküklerini dikiyor ve pazar günleri kamp bahçesinde çok ucuz fiyatlarla satışa sunuyorlar. Bu yolla her aile ayda 30 TL’ye yakın para kazanabiliyor. Ancak dışarıdan dilenci gibi göründüklerini düşünüp kendilerini kötü hissettiklerini söylüyorlar.

YARDIM DERNEKLERİNE DİKKAT

Kamp sakinlerinin en çok vurguladığı konu dernekler ve vakıflar tarafından kendileri için toplanan yardımların çoğunlukla kendilerine ulaştırılmaması. Vatandaş ve mülteci statüsünde olmamaları nedeniyle vakıf ve dernekler tarafından kendileri için yardım toplanmasının yasal olmadığını söyleyen kamp başkanı Adem Taysumov şöyle diyor: “Bugüne kadar hiçbir vakıf ve derneğin bizim adımıza topladığı yardımlar elimize ulaşmadı. Bu toplanan yardımların nereye gittiğini bilmiyorum ama bir derneğin iki-üç ayda bir gönderdiği kuruyemişler dışında bizim elimize bir şey ulaşmıyor.”

FENERBAHÇE ÇEÇEN KAMPI

İstanbul’un en lüks semtlerinden biri olan Fenerbahçe’de solunda Fenerbahçe Orduevi, sağında marinanın arasına sıkışmış bir arazide Çeçen kampı. Aslında Devlet Demiryolları dinlenme tesisi olan arazi 2000 yılında Çeçen sığınmacılara bırakılmış. İhtişamlı bir dünyanın içinde yürürken birden karşımıza üstünde “Çeçen Kampı” yazan metal bir kapı çıkıyor. Kapıdan içeri girdiğinizde ise derme çatma barakalar ve naylon çadırların arasından olanca hızıyla koşuşan çocuklar karşılıyor bizi

Barakaların arasında bir insanın anca sığacağı kadar dar koridorlardan geniş bir avluya ulaşıyoruz. Avlunun üç yanını kaplayan barakalar belki de İstanbul’un en güzel manzarasına sahip. Hiçbir engel olmaksızın kumsala, oradan da Marmara’ya açılan bu manzara ne yazık ki, kamp sakinleri açısından özellikle kış aylarında çok da cazip değil. Çünkü hiçbir altyapısı olmayan barakaları ısıtmak yeterince zorken bir de rüzgârla birlikte denizden gelen nem de eklenince sağlık sorunları oldukça ciddi boyutlara ulaşıyor. Ancak çocuklar yaklaşan kışa inat güzel havaların son günlerinin keyfini çıkartıyor. Kış geldiğinde tek lüksleri olan oyunları da kendileriyle birlikte baraka ve çadırların içine taşınacak.

Kampa ulaştığımızda bizi karşılayan kamp başkanının 17 yaşındaki kardeşi Cevher, bizi kütüphane olarak kullanılan bir barakaya götürüyor. 100-150 kitaplık bu kütüphane okula giden çocuklar için çok önemli. Ortalama yedi-sekiz kişinin yaşadığı 10-15 metrekarelik barakalarda ders çalışmak çok zor olduğu için gruplar hâlinde bu kütüphaneden faydalanıyorlar. Cevher gibi yaşça büyük olanlar da küçüklerin derslerine yardımcı olmaya çalışıyor.

ÇEÇENLERİN TÜRKİYE YOLCULUĞU

1999 yılında yaşanan Rus-Çeçen savaşının ardından Gürcistan’ın sınır köylerine kaçan Çeçenler, Rusya’nın Gürcistan topraklarını da bombalamaya başlamasıyla
bu bölgeyi de terk etmek zorunda kaldılar. Maddi durumu iyi olanlar Cenevre Sözleşmesi kapsamında kendilerine “mülteci” statüsü veren Avrupa ülkelerine giderken 10 bini aşkın Çeçen de Türkiye’ye geldi.

Çoğunluğu Marmara bölgesine gelen Çeçenlerin İstanbul’daki nüfusu geçen 10 yıl içinde 7 binden 700’e düşmüş durumda. Nüfustaki bu düşüşün başlıca nedeni Çeçenlerin burada hiçbir statülerinin olmaması.  Kimisi bu durum nedeniyle ağır para ve hapis cezalarını göze alarak ülkelerine geri dönmüş, kimisi de “bir yolunu” bulup Avrupa ülkelerinin yolunu tutmuş durumda.

BAŞLICA SORUNLAR

ÇALIŞMA HAKKI

Kamplarda kalan Çeçenlerin en büyük sorunu çalışamamak ve para kazanamamak. Gençler nadiren günlük ya da haftalık işler bulabiliyor. Bunlar da çoğunlukla hamallık ve inşaat işleri oluyor. Ancak işverenler Çeçenlerin en düşük ücreti bile reddedemeyeceğini bildikleri için, çalışma izni olmayan insanları çalıştırmanın kendileri için büyük risk teşkil ettiğini öne sürerek aynı işi yapan Türk vatandaşlarına oranla Çeçenleri yarı ücrete çalıştırıyorlar.

SAĞLIK

Geçerli hiçbir statüye sahip olmadıkları için devlet hastanelerinden faydalanamıyorlar. Sağlık ocakları ise sadece çok küçük rahatsızlıklarda çözüm olabiliyor. Küçükbakkalköy’de özel bir hastane ancak bir yardım derneğinden faks gelmesi durumunda Çeçenlere sağlık hizmeti verirken artık o da eskisi gibi yardımcı olmuyor. İlaç konusu da ayrı bir sorun. Para kazanamadıkları için gerekli ilaçları temin etmeleri de mümkün olmuyor.

EĞİTİM

Çocuklar lise bitene kadar devlet okullarına gidebiliyorlar. Ancak kayıtlı öğrenci olarak değil, misafir öğrenci kontenjanından faydalanıyorlar. Bu nedenle eğitim durumlarını gösterecek ne karne ne de diploma alabiliyorlar.

PASAPORT

Cenevre Sözleşmesi çerçevesinde Avrupa ülkeleri en azından oturma ve çalışma hakkı tanıdığı için pek çok Çeçen Avrupa’ya gitmek istiyor.

Ancak vatandaşlıkları olmadığı için pasaportu olmayanlar ve pasaportunun süresi dolmuş olanlar sınırdan dışarı çıkamıyor. Çeçenistan’a geri dönmek isteyenleri ise Türkiye’ye kaçtıkları gerekçesiyle ağır para cezaları ve savaş döneminde Rusya’ya karşı savaşanları 14 yıl hapis cezası bekliyor.

DÜNYA BÜLTENİ

image00210.jpg

image0038.jpg

image0044.jpg

image0054.jpg

image0063.jpg

Paylaş:

Yorumlar

“816) İSTANBUL’DAKİ ÇEÇEN KAMPLARI SEFALET YUVASI” yazisina 4 Yorum yapilmis

  1. sedat ergenc yorum tarihi 27 Kasım, 2010 01:30

    Ne zaman başladığımız işi hakkıyla bitireceğiz?
    10 yıl önce kucak açtığımız mazlum Çeçenlerin hali ortada!!
    Ya özbe-öz Türk olan Ahıskalılar!! Yeni Bosnadaki hallerini iyi biliyoruz!!!
    Şimdi de Filistin’e uzattık elimizi, umulur ki akibetler sahipsizlik olmasın 🙁

  2. kafkaslı kafkaslı yorum tarihi 16 Aralık, 2010 02:50

    yılardan beri türk ve müslüman toplumları zalimlerden hep işkence ve azap gördü artık durması gereken bu akan kan bir türlü durmuyor misafir kardeşlerimze gereken ilgide yok.bende nasip olursa bir çeçen kızıyla evlenmek istiyorum.yeni mücahitler yetiştirmek için.

  3. murat ozdemır yorum tarihi 21 Aralık, 2010 23:28

    20 yildır kazakıstanda yasayan turkıye dogumlu cecenım enaz yılda bır sefer ce cenıstana gıdıyorum kazakıstanda uydu antenıyle televızyon ızlıyorum cumhur başkanımız sayı ramazan ahmet kadırv tum dunyadakı eskı ve son savaşlarda goç eden çeçenlerı vatanına çağırıyor peki neden gitmiyorlar neden sefalet sefalet değıl rahatlık lutfen benden oncekı yoruma goz atın cecenıstanda kan yok dunyanın en moderen ulkesı cecen kardeşlerım cecenya kapıları sıze acık sorumlulugu alıyorum 3272 701 718 06 99

  4. sedir cafe yorum tarihi 4 Ekim, 2011 15:11

    murat özdemir kardeşim.neden çeçenistana gitmiyorlar diyosun çünki kadirov rus işbirlikçisidir.her gelen aileyi orda kurşuna diziyor bunları da biliyormusun burda ki aileler in eşleri çeçenistanda savaşan mücahitlerin hanımları ve yetimleri onlar oraya gtmek ölüm demek.ama biz devlet olarak ve millet olarak kapımıza gelmiş bizden daha Müslüman olan bu kardeşlerimize sahip çıkmıyoruz.görünen o ki desteğimizde yok çünki durum ları çok kötü içler acısı Allah’ım onlara sabırlar versin.İnşallah devletimizin başına bu sorunları çözecek aklı selim yöneticiler gelr.

Yorum yap