597) TÜRKLER BELGESELİ

Yayin Tarihi 26 Şubat, 2012 
Kategori TÜRK DÜNYASI

TÜRKLER BELGESELİ

Ve dediler ki bir gün, binlerce yıl aldı senin yolculuğun

Bir suyun sesi vardı bir de rüzgarın, tarihe tarih denmeden önce

“Ol” dendiğinde çamur kıpırdandı

Balçığa gün vurdu, ışığa çıkmak istedi

Canlı suyu emdi kuru toprağa kök saldı, güneşi emdi göğe dal saldı

Balçıkta kalanlar vardı, ışığı görmek istedi, göz verildi

Işıktan kaçmak istedi, akıl verildi

Aklıyla övündüğü gündü tarihin başladığı gün

Aklını yönetenler o gün bir destan yazdılar

“Türeyiş destanı” dediler adına, yazıları, kitapları yoktu

Çocuk belleklerine yazdılar destanı, ama isimleri vardı

Diline geleni taşa kazımayı öğrendiğinde tarih, ismini de yazdı

 

Dağ eğildi de üzengi oldu asıldık, çeliği pek tutacak suyumuz vardı

Toynaklarında kıvılcımlı nalları atlarımızın

Sağrılarında çok bilişli ak kızlarımız

Oğlanlarımızla bir oynaştı pusatlarımız

Yanı başımızda Erkurumlu evdeşlerimiz

Kısraklarımızda bir nakışlı eğerlerimiz

Kopuzlarımızda iç çekişli mutyırlarımız

Yol tuttuk, iz sürdük, yurtlandık

Destanın başında Oğuz Kağan’dı adımız

Gün doğumunu sırtlanıp yürüyüverdik, Attila koyduk destanımızın adını

 

Bumin ve İstemi atalarından birlik öğüdü görmüş Bilge ve Kültigin

Dirlikmiş birliğin ödülü

Ben tanrıdan olma Türk Bilge Hakan,

Sözlerimi iyice işitin

Önce siz kardeşlerim, oğullarım, birleşik boyum

Ve ilerde gün doğusuna, güneyde gün ortasına

Geride gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar halkım

Türk milleti için gece uyumadım gündüz oturmadım

Kardeşim Kültiginle ölesiye yitesiye çalıştım, çabaladım

Halkı ateş ve su gibi birbirine düşman etmedim

Çıplak halkı giyimli kıldım, fakir halkı zengin kıldım

Güçlü devleti olandan, güçlü hakanı olandan daha iyi kıldım

Türk milletini düşmansız kıldım

Ey Türk milleti işit;

Üstteki mavi gök çökmedikçe, alttaki yağız yer delinmedikçe

Senin devletini ve yasalarını kim bozabilir?!

 

Çökmedi mavi gök, delinmedi yağız yer

Güneş yaktı toprağı, güneş yaktı suları

İnsan göğe bakındı, insan yere bakındı

Tanrı beni unuttu mu? Tanrı beni unuttu mu?

Bir lokmaya bin ağız açıldı, bir yuduma ölüyorlardı

“Göç, göç” diyen kuşlar uyuyorlarmış, gagaları kanatlarına gömülmüş tekin

Gün beyleri oturdu, danıştılar

Bir susuz kara aygırlarına, bir sütü kesik analarına

Bir meyve vermez ağaçlarına, bir kıraç yere bakındılar

Su isterdiler, tanrının suyundan bir yudum su

Bakır bakışlıydı güneş, demir göz alıyordu

Çocuğun kirpiğinde toz, kadının saçında beyaz

Adamın sakalında güneş sarısı

 

Rüzgara tuttular yüzlerini

Gözlerini göğe diktiler de öyle yürüdüler

Taşları yalarken gökteydi bakışları

Ala çadırlar azaldı, kor ocaklar azaldı

Kara aygırlar düşüp kaldı, kuru bebeler toprak oldu

Yağmuru bulduklarında uzun bir yoldan gelmişlerdi

Uzun bir savaşa durdular

Yağmurun sahibi vardı, paylaşmıyorlardı

 

Ben Satuk Buğra Han

El aldım atam Bilge Kül Kadır Handan

Uzun yoldan yağmura geldim, yağmuru düşümde gördüm

Dudaklarıma serin serin değiverdi, alnımı bir aydınlık okşadı

Sordum, kimsin?

“MUHAMMED” deyiverdi, şahadetle nur indi

 

Yağmuru aldım, paylaştım

Alpdım Alperen oldum, soyuma elverdim, soyuma yasamı verdim

Rüzgarla koştu okları, nefesle yetti atları

Yandım deyene vardılar, yetiş deyene yettiler

Bir denizden bir denize, bir nehirden bir nehire at sürerek çoğaldılar

 

El aldım Selçuk atamdan, uzun yoldan geldim

Malazgirt’te durdum.

Ben Alparslan Han

Bir kılıcım var belimde, bir kısrağım var altımda

Ve dedilerki bir gün, demir dağı eritip

Anadoluda yeniden kıvılcımlanan ateşi söndürmek istemişler

Kor çeliğe su vermek gerekmiş, çünkü kalkanlar çiçekten örülmemiş

 

Selçuk atam hediyesi, Ertuğrul babam emaneti

Domaniç yaylağıma gelin, Söğüt kışlağıma gelin

Meğerki saraylar kurdunuz, meğerki şaraplar içtiniz

Meğerki atlaslar giydiniz, kan rengi yüzükler taktınız

Altın kabzalar kuşandınız Anadolu çilesinden

Ki biz, Kayı Beyleri Oğuzun

Anadolu’nun, toprak donumuzu giyeriz, demire su verir, çalarız çeliği mermer otağımıza

Çün; biz var idik, çün biz varız

 

Ben Ertuğrul oğlu Osman

Anadolu beylerinin beyi Osman… hele gelin

Devleti ebedi müddet

Sonsuza kadar adalet, sonsuza kadar devlet, sonsuza kadar hürriyet, sonsuza kadar millet

 

Sancağa hilali nakşeden kim, denize karadan yürüyen kim?

Alevi semadan düşüren kim, çağ açıp çağ kapayan

Toy kurup tuğlar diken, fethedip İstanbul’u Osmanlı kılan Türk kılan kim?

Açtığımız kapı bize muştulanmıştır, kilidi kıran ele kutlular olsun

O el nerdedir

O el toplarımızla dövdüğümüz hisarda, hisarın kana boyanmış enkazında

Hala sımsıkı tutar kılıcı, şahadet tebessümü dudaklarına

Armağan olsun elin sahibine, Ulubatlı Hasan’ı veren Anadolu’ya

Çün İstanbul onundur artık

Bu kapıdan yürüsün güneşe, bu kapıdan yürüsün geleceğe

Batıdan doğuya, doğudan batıya

İlmimizle geldik ilmimizle, inancımızla geldik inancımızla

Kanunumuzla geldik kanunumuzla, adımızla geldik adımızla yaşayalım

 

Atam Oğuzun oğulları durup oturmadı, güneşi sırtlanıp batıya yürüdüler

Serin rüzgarı göğüsleyip, kuzeye yürüdüler, suyun kokusunu alıp güneye yürüdüler

Vedalaştıkları yerde sözcüler bıraktılar, tarihe tanık bekçiler bıraktılar

Dört yöne tanıklar bıraktık

Gün geldi dört yönden kuşatıldık

Can evimizden vurmaktı niyetleri, asırları hafızamızdan silmekti

Şah damarında cenge tutuştuk Osmanlı’nın, tırnağımızla yırtıyorduk boğazımıza uzanan pençeleri

Demir parmakları kırıp suya gömerken tarihe Mustafa Kemal adını yazdık

 

Atlılar… atlılar hiç uyumadılar, kara kalpaklarını alınlarına düşürdüler

Yolun sonuna baktılar, gördüler

Arkadaşlarını yol üstünde bir ağacın yamacına, kardaşlarını buz tutmuş siperlerde

Çocuklarını öfke yutmuş düşman elinde, analarını iki elleri Allah’a açılmış bıraktılar

Babalarıyla zaten cephede helalleştilerdi

Hiç ağlamadılar, hiç uyumadılar

Bir soğuktan gözleri yaşardı, bir de alevli güneşten

And içmişlerdi

Titrek elleriyle Sevr’e gidip, kelle kurtarmak için imza atanlara

Zavallı canı için ata yurdunu İngiliz’e, Yunan’a, Fransız’a, İtalyan’a peşkeş çekenlere

Utanmadan dönüp gelenlere hesap sormaya and içmişlerdi

 

Rütbelerini İstanbul’da bıraktılar, artık Mustafa Kemal’in ordusuydular

Türkün ordusuydular…

Değil mi ki son kurşunu kuşaklarına sokup, kurşunu yoksa yabasını sırtlayıp, orağını tırpanını bileyip

Kuvva oldular, artık halkın ordusuydular, Ankara’nın ordusuydular

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ordusuydular

Rütbelerini Başkomutandan aldılar

 

Ve dediler ki

“Bir gün dönüp geriye baktığında meçhul gölgeler görmeyeceksin. Yol yürünmüş ayak izlerin kalmıştır”

Kurdun gölgesi batıya uzandığında ayağında zincir yüklü soydaşımı anlattım oğluma

Diline pranga vurulmuş ozanların türküsü için hayır diledim

Manas’ı çığırırken niye ağlıyorlar anlattım gücüm yettiğince

Ergenekon niye yasak, bir bir anlattım oralarda

Başkomutanımın özgürlük aşkıyla hatırladım ata topraklarımı

Toprak, Kızıl Elmaya uyandığında dile gelip konuştu

Bir ağaca özsu verdim dedi dallarına sızdırdım

Sızan özün kokusundan tanışasınız diye

Binlerce yıllık birlikte, birkaç günlük ayrılık nedir ki ?

Bir ağacın yaprağı sararıp dökülse de dibine düşer

Bir ağacın yapraklarıyız biz, yazı kışı birlikte yaşadık, birlikte yaşarız

 

Ve dediler ki köşe başlarındaki pusular güneş altındadır

Yol arkadaşlarından geride kalanlar da olacak, hala ayaklarına dolananlar da

Batıya çıkan yolu yürüyüp gelen sensin, kuzeyde üşüyen, güneyde terleyen sensin

Doğudan yürüyüp gelen de sen değil miydin ?

Geldiğin yolda senin için işaretler var

Şimdi daha hızlı yürümelisin

Yorulana bakıp üzülme, yoluna çıkana bakıp umudunu yitirme

Bugüne kadar her şey yazıldı, şimdi sen yazıyorsun Tarihi

En büyük Türk’le, Atatürk’le yazıyorsun

Ve dedi ki

“Tarih yazmak tarih yapmak kadar önemlidir”

 

image00145.jpg

 

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap