61) YER ADLARIMIZIN DİLİ

Yayin Tarihi 6 Eylül, 2008 
Kategori KÜLTÜREL, TÜRKÇE

YER ADLARIMIZIN DİLİ

Şu son yıllarda Avrupa’da yer adlarıyla ilgili çalışmalar bağımsız bir bilim kolu meydana getirecek kadar artmıştır. Bu yeni bilim koluna Avrupa dillerinde toponymie adı verilmektedir.

Dil bilgisinin bu yeni kolu, yer adlarını yapı, anlam ve köken bakımlarından açıklamaya çalışır. Bu çalışmalarda bütün yer adları, köy ve şehir gibi yerleşme yerlerinin (yani eski tabirle meskûn yerlerin) adları, tabiî yer adları (yani dağ, dere, tepe … adları) göz önünde tutulur. Toponymıe’nin dağ, tepe, bel, sırt … adları üzerinde duran kolu oronymie, dere, çay, ırmak, göl… adlarını ele alan kolu da hrydronymie adıyla anılır. Bu bakımdan Fransızca toponymie adıyla anılan bu bilim koluna Türkçede yer adları bilgisi adını verebiliriz.

Son elli yıl içinde yer adları üzerinde birçok kimseler çalışmış, bu alanda birçok araştırmalar yayımlanmıştır. Bu alandaki çalışmaların olumlu sonuçlar vermesi toponymie araştırmalarında, dil bilimi metotlarının kullanmasıyla kat daha artmıştır. Metotlarla yapılan araştırmalar sonunda foponyme lerin, yani kelimelerden farksız anlaşılmış, kelimeler gibi fonetik kurallara uyduğu meydana çıkmıştır. Bundan başka, bütün yer adlarının bir anlam taşıdığı da tespit edilmiştir. Buna göre, bu adların verilmesinde de birtakım kuralların hâkim olduğu açıktır.>
Toponymie alanında Fransa’da birçok kimseler çalışmıştır. Houze, Quicherat, Cocheris, d’Arbois de Jubainvİlle, Auguste Longnon, Albert Dauzat… gibi. 1922′de Ecole deş Hautes Etudes’de Longnon’un yerine Dauzat geçmiş ve kısa bir süre içinde pek çok toponymiste yetiştirmiştir. 1932′den başlayarak “Revue deş Etudes Anciennes” dergisinde toponymie haber ve yazılarına yer verilmiştir. 1938′de Paris’te Uluslar arası I. Toponymie ve Anthroponymie Kongresi toplanmıştır. Bu kongreye 20′ye yakın ülke katılmıştır. Bu kongre sonunda Fransa’da bir Toponymie ve Arthroponymie Komisyonu da kurulmuştur. Sonraki yıllarda Paris’te (1947) ve başka yerlerde (Bruxelles, 1949; Uppsala, 1952) bu kongrelere devam edilmiştir.

Fransa’ya paralel olarak, toponymie çalışmalarının Belçika’da da geliştiğini biliyoruz. Belçika’da yetişen toporıymıste’ler Fransa’daki yer adları üzerinde de çalışmalardır. Örnek olarak A. Vincent’ın 1937′de çıkan Toponymie de la France adlı eserini gösterebiliriz. Belçikalı toponoy miste’ler arasında Vincent’dan başka, Carnoy, Vannerus, Van de VVijer’i de anabiliriz. 1926′da Belçika’da bir Toponymie ve Diyalektoloji Komisyonu kurulmuştur. “Revue de Dialectologie et de Toponymie” dergisi bu komisyon tarafından çıkarılmaktadır.

Toponymie çalışmaları İsviçre’de de büyük bir gelişme göstermiştir. İsviçre’de bu alanda Jaccard ve Leş noms de lieux dans leş langues romanes (1930) yazarı Ernest Muret’den sonra bugün Aebischer ve Hubschmied gibi seçkin bilginler çalışmaktadır.

İtalyan toponymiste’leri arasında Battisti, Bertoldi, Bertoni, Olivieri, Pieri, Serra … anılabilir. Genç İtalyan toponym/ste’lerinden Alessio, Lambroglia, Pasquali de verimli çalışmalarıyla tanınmışlardır.

İspanya ve Portekiz’de de toponymie çalışmalarına büyük bir önem verilmiştir. İspanya’da Griera ve Montoliu, Portekiz’de ise Leite de Vasconellos toponmiste olarak ün yapmıştır.

Almanya’da da yer adları üzerinde ciddî araştırmalar yapılmıştır. P. Skok ve Kaspers gibi bilginlerin çalışmalarından sonra, H. Gröhler (Über Ursprung uıd Bedeutung der französischen Ortsnamen, Heidelberg, I. 1913, II, 1933), Gamillscheg ve Schnetz’in bu alanda ciddî yayınlar yaptığını biliyoruz. Fransız dilinin etymologique sözlüğünü yazmış olan Gamillscheg, Kuzey Fransa’daki Frank yerleşmeleri üzerinde durmuştur. Schnetz ise “Zeitschrift für Ortsnamen, forschungen” adlı dergiyi çıkarmıştır. 1925′te Münih’te çıkmaya başlamış olan bu dergi, 1938′de “Zeitschrift für Namen Forschungen” adını almış, böylelikle programını bütün özel adları kapsayacak ölçüde genişletmiştir.

Slav ülkelerinde de toponymie çalışmalarının eski bir geçmişi vardır. Büyük slaviste Franz Miklosich, Slav yer adlarını yapı ve anlam bakımlarından ele almıştır. Daha sonra Çekoslovakya, Polonya, Rusya, Yugoslavya ve Bulgaristan’da da bu alanda birçok yayınlar çıkmış, dergilerde toponymie yazılarına geniş bir yer ayrılmıştır. Çekoslovakya’da Antonın Profous Çek yer adlarını büyük bir eserde toplanmıştır.

(Mîstnî jmena ve Gechâch… I – V. Praha, 1947 – 1960). Onun toplamış olduğu adlara dayanan Vladimir Smilauer, Çekoslovakya’nın yerleşme tarihini yazmıştır (Osîdleni Gech ve svetle mistnfch jmen. Praha, 1960). Smilauer yalnız Çek alanında çalışmakla yetinmeyerek, ayrıca bütün Slav yer adları üzerinde de durmuştur. Son olarak, Smilauer, Uvod do toponomastiky (nauky vlastnich jmenech zemepisnych) (Praha, 1963) adlı bir eser de yaymıştır.

Rus dilinin etymologique sözlüğünü yazmış olan Max Vasmer, Rus yer adları üzerinde durduğu gibi, Balkan topraklarındaki Slav yer adlarını da ele almış, Slav dilleri bakımından büyük bir önem taşıyan Yunanistan’daki Slavca adları gözden geçirmiştir. Slav ülkelerindeki bu çalışmalara Fin ve Macar s/auiste’leri de katılmışlardır.

Tanınmış Fin slaviste’i J. J. Mikkola’nın, Martti Râsânen’in bu alandaki yayınları, Rus topraklarındaki Türk yer adlarına ait bilgilerimizi yeni verilerle derinleştirmiş, zenginleştirmiştir. Bu alandaki çalışmaların uzun uzun tanıtılması, bu konuşmamızın dar çerçevesine sığdırılamaz. Yalnız, bu yolda küçük bir fikir vermek üzere, Prof. Mikkola’nın Volga adı üzerine yazmış olduğu yazıları belirtmek isterim. Seçkin Fin bilgini, bu büyük ırmağın Rusça adının Türkçeden geldiğini – sağlam verilere dayanarak ileri sürmüştür.

Fin bilginleri gibi, Macar slaviste ve Türkologları da yer adlarına sık sık dokunmuşlardır. Bu yoldaki çalışmalarıyla büyük bir ün kazanmış olan Macar bilginleri olarak J. Melich, J. Nemeth, I. Kniezsa ve L. Râsonyi’yi anmakla yetineceğim.

Seçkin Macar dil bilgini Z. Gombocz ile birlikte Macar dilinin büyük etymologigue sözlüğünü yayımlamış olan Melich, dil çalışmalarında yer adlarına büyük bir değer vermiştir. Lumtzer ile birlikte yazmış olduğu büyük bir eserde, Macarcadaki Almanca kelimeleri gözden geçirirken Alman kökünden gelen yer adlarını da ele almıştır.

Sonra, Gombocz’la birlikte yazmış olduğu etymologique sözlüğe Macaristan topraklarında rastlanan yer adlarını da almıştır. O bakımdan bu sözlük, dünya ölçüsünde büyük bir yenilik getirmiştir. Yazarlar, yalnız yer adlarıyla da yetinmemişler, sözlüklerine kişi adlarını da almışlardır. Böylelikle, bu eserin değeri bir kat daha artmıştır. Prof. Melich, bu sözlük yanında, Macaristan’daki yer adları üzerine başka eserler de vermiştir.

Onun bu yoldaki çalışmaları arasında Honfoglalâskori Magyarorszâg adlı eseri, özel bir yer tutar. Melich, bu güzel eserinde, Macarların bugünkü yurtlarına yerleştikleri sırada hangi uluslarla ilişki kurduklarını, bu topraklarda hangi uluslarla karşılaştıklarını yer adlarına dayanarak tespite çalışmıştır.

Macaristan’la Romanya arasında Transilvanya konusunda yapılan tartışmalarda da yer adlarının tanıklığına sık sık başvurulmuştur. Bu tartışmalar özellikle ikinci Dünya Harbinden önceki yıllarda sıklaşmıştı. Macarlar ve Rumenler Transilvanya davasını daha çok toponym/e’ye dayanmak suretiyle çözmeye çalışmışlardır. Böylelikle, toponym/e uluslar arası politikada büyük bir önem kazanmıştır.

Türk toponymie’sine gelince: Bizde bu alandaki çalışmaların henüz başlangıç evresinde bulunduğunu söyleyebiliriz. Prof. Fuad Köprülü, Türkiyat Mecmuası’nda (I, 1925} çıkan bir yazısında (Oğuz etnolojisine dair tarihî notlar) “Oğuzların muhaceret yollarıyla iskân sahalarındaki bilumum coğrafî isimler ve bilhassa köy isimleri” üzerinde durmuştu.

Köprülü’nün bu yazısı üzerine 1928′de H. Nihal ile A. Naci, Türkiyat Mecmuası’nda (II) bir yazı yayımladılar (Anadolu’da Türklere ait yer isimleri). Bu yazı, genel kurmay haritalarından toplanmış birtakım yer adlarını kapsıyordu. Mehmet Şakir’in 1928′de çıkan bir yazısı ise Sinop ve çevresinde Oğuzlarla diğer Türk zümrelerine ait köy adlarına tahsis edilmişti (Halk Bilgisi Mecmuası, 1928). 1936′da Isparta Halk evi yayınları arasında F. Aksu’nün Isparta ili yer adları adlı küçük bir eseri çıkmıştı.

Bu eserde bir yandan şehir, kent, köy, mahalle, semt, yayla, kışla ve çiftlik gibi yerleşme adları, bir yandan da dağ, tepe, hüyük, bel, belen, sırt, etek, yamaç, seki, boğaz, gedik, geçit, ırmak, dere, çay, pınar, arık, göl, gölet, düden … gibi tabiî yer adları toplanmıştır. Aksu’nun bu eserinden sonra, Sırrı Üçer ile Mesud Koman, Konya ili köy ve yer adları üzerinde bir deneme (Konya, 1945) adlı küçük bir eser yayımladılar. Bu yayınlara ek olarak, İshak Refet Isıtman’m 1945′te çıkan bir yazısını da sayabiliriz.

Köy adları üzerine bir irdeleme (Türk Dili Belleten, 1945) adı altında çıkan bu yazıda, Anadolu’da Türk ve özellikle Oğuz boylarına ait yer adları üzerinde durulmuştur. Abdülkadir İnan, 1945′te çıkan Anadolu’nun toponimisi ve Türk boylarının adları meselesi (Türk Dili Belleten, 1945) adlı yazısında, Anadolu toponymie’siyle ilgili yayınlan özet olarak tanıtmakla yetinmiştir. Fuad Köprülü, 1925”te çıkan yazısından sonra da muhtelif vesilelerle yer adlarından yararlanmıştır. Örnek olarak ‘halk şairi, âşık’ anlamına gelen ozan kelimesinden bahsederken, Anadolu’da tesadüf edilen Ozan, Ozanlar gibi yer adlarını vermiştir.

Sonra, Uran kabilesine ait yazısında, Anadolu’da yer adlarında kullanılan viran, ören kelimesine temas etmiştir. Köprülü’nün bu yazısı üzerine ben de yer adlarında sık sık kullanılan bu ören kelimesi üzerinde durdum (Türk dili ve tarihi hakkında araştırmalar. I. Ankara, 1950). Yakında çıkacak olan başka bir yazımda Ozan (ve Hozan) adlarını ele almış bulunuyorum. Bu yazımda, yurdumuzun muhtelif yerlerinde tesadüf edilen Kozan adının da Ozan biçiminden çıktığını ispata çalışacağım. Köprülü’den başlayarak tarihçilerimiz Anadolu’daki yer adlarını tarih bakımından değerlendirmeye çalışmışlardır. Gerçekten Anadolu’da Oğuz boylarıyla ilgili birçok yer adı vardır. Afşar (Avşar), Bayat, Bayındır, Beydili, Büğdüz, Çavundur, Çepni, Dodurga, Döğer, Eymir, İğdır, Kargın, Kınık, Kızık, Salur, Yazır, Yıva (veya Yuua), Yüreğil (Yüreğir veya Üreğil, Üreğir) gibi.

Yer adlarımızı köken bakımından iki büyük gruba ayırabiliriz: 1. Türk kökünden gelen adlar; 2. Yabancı dillerden alınmış olan adlar.

Yabancı dillerden alınmış adlara Anadolu’nun birçok yerlerinde, özellikle sınır bölgelerinde rastlamaktadır. Batı Anadolu’da kullanılan yabancı adlar daha çok Rumcadan gelir. Doğuda kullanılan adların ise doğu dillerinden geldiği açıktır.

Bu konuşmamda daha çok Türk kökünden gelen adlar üzerinde durmak istiyorum.

Yer adlarının birçok ülkelerde politik sebeplerle değiştirildiğini biliyoruz. En yakın bir örnek olarak Kıbrıs’ı gösterelim. Rumlar yıllardan beri sistemli çalışmaları sonunda Kıbrıs’taki Türkçe yer adlarının çoğunu Rumcalaştırmışlardır. Onların iştirakiyle İngiliz devrinde çıkan bir turistik haritada yalnız bir Türkçe ad vardır: Gaziveran. Öbür Türkçe adlar silinmiş, yerlerine Rumca adlar konulmuştur. 1959 yılında Kıbrıs’ta birkaç ay süren dil araştırmaları yapmıştım.

O fırsattan yararlanarak yer adlarını da toplamaya çalışmıştım. Bu maksatla eski haritaları gözden geçirdim. Eski haritalarda pek çok Türkçe yer adı olduğunu tespit ettim. Fakat bu adlar sonradan birer birer değiştirilmiş, yerlerine Rumcaları konulmuştur. Meselâ Yayla adı bugün tamamen unutulmuştur.

Oğuz boyları üzerinde dururken, yer adlarının tanıklığından yararlanmak kolaydır. Örnek olarak, eski kaynaklarda Arap harfleriyle tespit edilmiş olan boy adlarını bu adların yardımıyla kesin olarak okuyabiliriz. Oğuz boylarından birinin adı tarihçilerce Dudurga diye okunuyordu (Vladimir Gordlevskiy de bundan 25 yıl önce çıkan Selçuklu tarihinde bu adı Dudurga biçiminde yazmıştır). Oysa Anadolu’daki yer adlarına göre, bu adı Dodurga diye okumak lâzımdır.

Oğuz boylarından başka birinin adı eski yazmalarda biçiminde yazılmıştır. Tanınmış bir Hollandalı bilgin, Houtsma (WZKM II) bu adı Boğdur diye okumuştu. Macar Türkologlarından biri bu adı Bökedür diye okumuş ve İğdir, Bayındır, Çavdar gibi boy adlarını göz önünde tutarak, bu adı böfce-dür biçiminde açıklamıştır. Bu kelimenin kökü (böke) ona göre ‘güçlü, kahraman’ anlamına gelmektedir.

Oysa başka kaynaklar da bu ad diye yazılmıştır ve bu biçim Anadolu’da kullanılan Büğdüz adlarıyla da desteklenebilir. Nitekim büyük Fransız Sinologu Paul Pelliot da Büğdüz biçiminin doğru olduğunu ileri sürmüştür (Notes sur I’histoire de la Horde d’Or. Paris, 1950. 194-195. s. 1. not).

Bu örneklerden anlaşıldığına göre, yer adları tarih çalışmalarında sağlam bir dayanak olarak kullanılabilir. Fakat bu adlar bize yalnız eski boy adlarını saklamakla kalmaz, ayrıca bu boyların yayılışı ve dağılışı üzerine de elimize değerli ip uçları verebilir. Yalnız, yer adlarını bu bakımdan değerlendirirken, birtakım prensipleri göz önünde tutmak lâzımdır.

Tarihçilerimiz Oğuz boylarına ait yer adlarını eskiden beri kullanmışlar ve bu adlar sayesinde tarih kaynaklarındaki bilgileri bu boyların yayılışı ve dağılışı bakımından bütünlemek istemişlerdir. Tarih kaynaklarında bu hususların açık bırakılması, yer adlarının değerini bu bakımdan bir kat daha artırmaktadır. Tarihçiler – ad vermek istemiyorum – Oğuz boylarına ait yer adlarının tanıklığına müracaat ederken yalnız üzerinde durdukları boylara ait yer adlarını illere göre sıralanmakla yetinmişlerdir.

İlk bakışta bu tutum tabiîdir. Gerçekten bu toponyme’ler boyların durumu üzerine bize bir fikir verebilir. Fakat bu adlar ancak bu boyların birtakım kollarının dağılışını gösterebilir. Bütün boyun yerleştiği alanda o boyun adım taşıyan yer adlarının meydana gelmesi beklenemez. Geniş bir çevre düşünelim. Bu çevreye Afşar boyunun yerleştiğini kabul edelim.

Şimdi, bu çevrenin sınırları içinde Afşar, Afşarlar, Afşarlı gibi bir yer adının hiçbir anlamı olamaz. Çünkü yer adı, en kısa şekilde belirtilmiş bir adres demektir. Yalnız Afşar boyunun yerleşmiş olduğu bir çevrede A/şar veya Afşarh biçiminde bir yer adı, hiçbir işe yarayamaz. Fakat Afşarlar toplu olarak yerleşmiş bulundukları çevrede Bayat veya Bayındır boyuna ait küçük bir yerleşme yerine Bayat, Bayatlı, Bayatlar veya Bayındır, Bayındır/ı, Bayındır/ar gibi bir ad verilebilir ve bu ad, her bakımdan bir adres olarak kullanılabilir.

Şu hâlde, tarih araştırmalarında yer adlarının tanıklığına müracaat ederken bu hususun göz önünde tutulması şarttır.

Toponyme’lerde yalnız boyların adları kullanılmamıştır. Yer adlarında kişi adlarına dayanan pek çok örnek de vardır: Ahmet, Ahmetler, Ahmetağa, Ahmetağıh, Ahmetbey, Ahmetçavuş, Ahmetdağı, Ahmetdamları, Ahmetdede, Ahmetefendi, Ahmetli, Ahmetoğlu, Ahmetpaşa, Ahmetpmarı, Ahmettepesi, Ahmetyeri, Karaahmet, Karaahmetler, Karaahmetağa veya Mehmet, Mehmetağa, Mehmetalan, Mehmetbey, Mehmetbeyli, Mehmetbeyobası, Mehmetçavuş, Mehmetpaşa, Karamehmet, Karamehmetler… gibi.

Yayla, kışla, oba, çiftlik, köy… gibi yerleşme yerlerine ad verilirken, o yerin tabiî durumu da göz önünde tutulmuştur: Bel, Belen, Belenalan, Belenhan, Belenköy, Belenören, Belenyayla, Dere, Derealan, Derebağ, Derebahçe, Dereçukuru, Deredam, Derekuyu, Dereyayla, Dereyolu, Deretarla, Dereoua, Eğridere, Karadere, Akdere, Gökdere, Pınarbaşı, Subaşı, Dağdibi, Gedik, Gedikönü, Çamardı, Çamönü, Gökbel, Gökboyun, Göksu… gibi.

Toponyme’lerde o çevrede yetişen bitki adlarından veya o çevrede yaşayan hayvan adlarından da yararlanılmıştır. Örnekler: Söğütlü, Söğütlük, Kavaklı, Kavaklıdere, Söğütözü, Çamlıca, Akçam, Karaçam, Gökçam, Karaağaç, Kızılağaç, Kızılelma, Kızılılgın, Sankavak, Sarıçiçek, Sarısöğüt, Yeşilkavak, Elmalı, Ayvalı, Ayvacık, Ahlatlıbel, Kızılcık, Kızılcıktı veya:
Tavşanlı, Akdoğan, Karadoğan, Kuşlu, Kuştepe, Güvercin, Güvercinlik, Turna, Turnadere, Turnagöl, Turnasuyu, Kargabük, Kargakonmaz, Kargasekmez, Kurt, Kurtbeli, Kurtdere, Kurtboğaz, Kurtkuyusu, Kurtluca, Kurttepe, Koyunlu, Kuzuluk, Koçluca, Tokluağıl, Toklucak, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Keçili, Karakeçili, Öveçli, Öveçağılı, Öveçyatağı, Geyikli…

Yukarıdan beri saydığım adlardan da anlaşılacağı gibi. yer adlarında renk adlarının da önemli bir rolü vardır: Akkavak, Karakavak, Aktaş, Karataş, Göksu, Gökçebel, Sarıtaş, Kızıltoprak…

Bunlardan başka, meslek adlarıyla yapılmış yer adlarımız da çoktur: Demirci, Sütçüler, Ayrancı, Yoğurtçuçayırı, Sirkeci, Çerçiler, Çerçili, Boyacı, Ancı, Kuzucu, Koyuncu, Saraç, Saraçlar, Eyerci, Samancı, Elmacı…

Tarihî olayların hatırasını saklayan yer adları arasında Sırpsındığı adını anabiliriz.

Toponyme’lere ait örneklere burada son veriyorum. Çünkü amacımız eksiksiz bir sınıflama yapmak değildir.

Yer adlarımız arasında bugün unutulmuş birtakım kelimeler, güzel Türkçe kelimeler de vardır. İşte birkaç örnek:

Tanınmış Polonyalı Türkolog Tadeusz Kowalski, bundan kırk yıl önce küçük bir yazı yayımlamıştı. Bu yazısında, Anadolu diyalektolojisi alanında çalışırken, Pelitözü, Söğütözü, Özbaşı, Özlüce gibi birtakım yer adları tespit ettiğini belirtiyor, fakat bu adlarda kullanılmış olan öz kelimesinin Türkçe sözlüklerde (Kamus-i Türkî’de) geçmediğini ilâve ediyordu. Prof. Kowalski, bu kelimenin ‘dere’ anlamına gelmesi gerektiğini de ileri sürüyordu. Anadolu’da yapılan derlemeler sonunda, Kovvalski’nin gözüne çarpan öz kelimesinin, yurdumuzun birçok yerlerinde kullanıldığı tespit edilmiş ve bu kelime TDK’nin çıkarmış olduğu sözlüğe de alınmıştır.

Bunun gibi, Anadolu’da kullanılan yer adlarını gözden geçirirken Sinop, Zonguldak ve Kastamonu illerinde soku kelimesinin yer adlarında sık sık kullanıldığını gördüm: Soku, Kozsökü, Sulusökü, Güzsökü, Avlağısökü, Alasökü, Kestanesökü, Kirazsökü, Orta Soku, Aşağı Soku, Yukarı Soku, Sökücük, Sokuveren, Söküler, Söküçayırı, Aksökü, Başsökü, Çukursökü, Güneysökü, Kuzsökü, Osmansökü, Kazmasökü, Sarısökü.

Bu verilere göre, soku adının Sinop, Zonguldak ve Kastamonu illerinde kullanılan bir kelime olduğu anlaşılıyor. Benim tahminime, hatta daha kesin bir tâbirle söyleyelim, fikrime göre, soku kelimesi ‘ormandan açılan tarla, açma’ anlamına gelmektedir. Bu anlamda Anadolu’da muhtelif kelimeler kullanıldığını biliyoruz.

Birkaç örnek: göynük ‘orman sökülerek veya yakılarak yapılan tarla’. (Bilindiği gibi, bu kelime yer adı olarak da kullanılmıştır. Bolu, Kastamonu, Kütahya illerinde Göynük adlı yerler vardır. Ayrıca Göynükbe/en, Göynükçukuru, Göynük/er, Göynük/ü, Göynükören, Göynükseki gibi biçimler de tespit edilmiştir.) Sinop ilinde tarla yapmak için ormanda yakılan yerlere kök/ük adı da verilir. Orman yakılarak veya kesilerek açılan tarlalara. Adana ve Konya çevrelerinde hopur adı verilir. İçel çevresinde Hopur adlı bir köy vardır.

Adana çevresinde ört/ek diye bir kelime tespit edilmiştir, anlamı ‘ormanı yakarak açılan tarla’dır. Başka bir kelime: kırık ‘ormandan açılmış tarla’ (Samsun, Ordu). Tokat ilinde kırık yeri-’ne kırma kelimesi kullanılmaktadır. İçel çevresinde ‘ormandan açılan tarla’ anlamında kullanılan keleme kelimesi de tespit edilmiştir. Zonguldak, Tokat ve Kastamonu illerinde ‘ormandan açılan tarla’ anlamına gelen ilit kelimesi kullanılmaktadır.

Giresun ilinde ise Ilıt adını taşıyan bir köy vardır. Ormanları yakarak, keserek veya sökerek açılan tarlalara verilen birtakım adlar daha vardır : Antalya ve İçel çevrelerinde kullanılan ütük kelimesi gibi : ‘ormandan yakılarak açılan yer, tarla’. Bu kelime de Kocaeli, Tokat ve Sivas illerinde yer adı olarak kullanılmaktadır: Ütük, Ütükyurdu. Sinop ve Samsun illerinde ormandan açılan yeni tarlalara sökme adının verildiğini biliyoruz. Son olarak, Kastamonu köylerinde ekim için boz yerden veya ormandan açılan tarlaya söküntü de denir. Şu halde, soku kelimesinin de — sökme ve söküntü kelimeleri gibi — ‘ormandan açılan tarla’ anlamına geldiği açıktır.

Dum/upınar adında da eski bir Türkçe kelime saklanmıştır. Türkiye’de Meskûn Yerler Kılavuzu’na göre, Kütahya, İzmir, Çankırı, Aydın ve Ankara illerinde Dumlupınar adını taşıyan meskûn yerler vardır. İzmir, Antalya, Eskişehir ve Samsun’da ise Dumluca adında birer köy vardır. Bütün bu adlarda eski Türkçede kullanılmış olan bir kelime saklanmıştır: dum/u < tum/uğ ’soğuk’. Buna göre, Dum/upınar adı ‘Soğukpınar’ anlamına gelmektedir. Nitekim Anadolu’nun birçok yerlerinde bugün Soğukpınar, Soğuksu, Soğukkuyu gibi adlar vardır.

Çanakkale, Manisa, Sinop, Giresun gibi illerimizde Yaykın adını taşıyan birtakım köylere rastlanmaktadır. Bu köy adlarında ‘kızılağaç’, ‘dağ tepelerinde veya dere kenarlarında birkaç dönüm büyüklüğünde olan düzlük’, ‘çay kıyısında veya çukur yerlerde olan tepecik’ anlamlarına gelen Türkçe yaykın kelimesi saklanmıştır.
Giresun ilinde Ya/ç adını taşıyan bir köy vardır. Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi’ne göre, Giresun çevresinde bu kelime ‘balta girmemiş orman’ anlamında kullanılmaktadır.

Yazı dilimizde yay/a ve kışla (veya yay/ak ve kışlak) kelimelerini kullanırız. Bu kelimeler yaylamak ve kışlamak kökünden çıkmıştır. Kışlamak kelimesinin kış kökünden geldiği açıktır. Yaylamak kelimesi ise ‘yaz’ anlamına gelen yay kökünden yapılmıştır. (Türkçe yay, Anadolu’nun birçok yerlerinde ‘yaz’ anlamında kullanılmaktadır.) Anadolu’da Yay la ve Kışla adıyla anılan birçok yerler biliyoruz. Bu adlar yanında Afyon.
Antalya, Balıkesir, Tokat illerimizde Güzle adında birçok köyler vardır. Bu ad da yayla ve kışla gibi güzel bir kelimedir ve ‘güzün oturulan yer’ anlamına geldiği açıktır.

Bunun gibi, Muğla, Isparta illerinde ise Yazla adında birkaç köy vardır. Şu hâlde, bu ad da ‘yazın oturulan yer’ anlamına gelen yeni bir kelimedir.

Yer adlarımız yalnız zengin Türkçeyi saklamakla kalmaz. Türk halkının dilinde doğan bu adlar, aynı zamanda güzel Türkçeyi ve özlemini duyduğumuz sağlam Türkçeyi, öz Türkçeyi dile getirir. Yurdumuzu süsleyen bu adlarda bir şiir havası eser, şiir kokar, toprak kokar, yurt kokar… Çamlıbel veya Çamlıca gibi bir ad, size bir çam ormanının güzelliğini duyurmaz mı? Soğukpınar, Soğuksu veya Dumlupınar adında yazın susuzluğunu gideren bir hava yok mudur? Çınarpınar adı bir şiir kadar güzel değil midir?

Karagöl, Aladağ veya Göksu adlarında büyük bir renk zenginliği gözümüzün önüne gelmiyor mu? Güllüce, Gülpınar, Ihlamur, Akçiçek, Çiçekpınar… adlarında burcu burcu yurt kokmaz mı? Elmalı, Ayvalık, Ayvacık, Bademli veya Payamlı, Kirazlıyayla, Kızılakçukuru, Armutlu, Ahlatlıbel, Üvezpınarı, Fındıklı, Erikli gibi adlarda toprağın verdiği renk renk yemişler dile gelmiyor mu? Kavaklıdere, Söğütözü, Meşebükü, Gürgenpmarı, Çamalan, Ardıçbeli adlarında bir orman serinliği duyulmaz mı?

Bu örnekleri artırmak kolaydır. Fakat benim amacım, yer adlarımızın bütün güzelliğini uzun uzun sayıp dökmek değildir. Burada daha çok yer adlarımızın, özlediğimiz temiz Türkçeyi, sağlam Türkçeyi sakladığını belirtmek istiyorum.

Aydınlarımızın diline Arapçadan, Farsçadan birtakım kelimeler geçmiştir. Türkçe ak kelimesi varken beyaz kelimesini veya Türkçe kara kelimesi dururken siyah kelimesini almış bulunuyoruz. Fakat halk, bu kelimeleri kabul etmemiş, benimsememiştir. Bu bakımdan yer adlarımızın bize verdiği ders çok öğreticidir: Akağıl, Akarmut, Akbaş, Akbayır, Akbel, Albelen, Akbıyık, Akboyun, Akbulak, Akçakışla, Akçaalan, Akçabük, Akçaelma, Akçakavak, Akçakent, Akçakoca, Akçakoyun, Akçaköy, Akçal, Akçalı, Akçam, Akçaova, Akçaören, Akçapmar, Akçay, Aksu, Aktaş, Akdoğan, Akhisar, Aksakal, Aktepe… gibi binlerce yer adımız var.

Buna karşılık, yurdumuzda Beyazarmut, Beyazkoyun, Be-yazkışla, Beyazalan gibi bir yer adına rastlanamaz. Çünkü Türk dilini yaratan ve yaşatan halk beyaz kelimesini benimsememiştir. Akdeniz adı bu ulusun malıdır, Beyazdeniz aydınların eseridir.

Kara kelimesinin yanındaki siyah kelimesi de yalnız aydınların dilinde kalmıştır. Halk bu kelimeyi de kullanmamıştır. Yer adlarında yalnız Türkçe kara kelimesi kullanılmıştır: Karaköy, Karaağaç, Karaağıl, Karaahmet, Karaali, Karaayıt, Karabağ, Karabalçık, Karabalta, Karabaş, Karabayır, Karabel, Karabelen, Karabey, Karabıyık. Karaboğaz, Karabörk, Karabucak, Karabulut, Karabük, Karaca, Karacaağaç, Karaardıç, Karacabey, Karacakaya, Karacaören, Karaçam, Karaçay, Karasu, Karaçukur, Karaçal, Karaçalı, Karadağ, Karadere, Karadoğan, Karagöl, Karadut, Karagöz, Karagömlek, Karahan, Karaharman, Karahisar, Karain, Karakaya, Karakaş, Karakışla, Karakız, Karakuz, Kara-köprü, Karakiraz, Karakoç, Karakoyunlu, Karakuyu, Karakuzu, Karakütük, Karapınar, Karaorman, Karaoluk, Karasu, Karasakal, Karaseki, Karatepe gibi yer adları arasında Siyahtepe, Siyahsu, Siyaholuk diye bir tek yer adı yoktur. Şu hâlde, siya/ı kelimesi de ancak dar bir çevrede, ancak aydınların dilinde kalmış, Türk topraklarında dal budak salmamıştır.

Bunun gibi, Türkçe kızıl kelimesi yanında kırmızı kelimesi de yayılamamıştır. Kızılelma, Kızılağaç, Kızılalan, Kızılbel, Kızı/bey, Kızı/burun, Kızı/geçit, Kızılgöl, Kızı/deniz, Kızı/dere, Kızı/toprak, Kızı/kaya, Kızı/kurt, Kızı/taş, Kızı/ören, Kızı/öz…

Türkçe gök kelimesi varken mavi kelimesini kullanmaya lüzum var mıdır? Aydınlarımız mavi gözden bahsederler, fakat halk gök göz der, Gökbel, Gökbelen, Gökçeören, Gökgöl, Gökfcaya, Gökpınar, Gökseki der, Gökkaya, Gökyar, Göktepe, Göksu der, fakat aydınlar Mavi Nil ve “Mavi Tuna” derler. Göknil ve Göktuna daha güzel ve daha Türkçe değil midir?

Demek ki yer adlarımızdan türlü türlü dersler alabiliriz. Her şeyden önce Türkçe sevgisini, Türkçe saygısını, Türkçe duygusunu, Türkçe ölçüsünü, Türkçe tadını bu adlardan öğrenebiliriz.

Toponymiste’ler toponymie’yi bazen “toprağın dili” diye tarif ederler. Yukarıdan beri verdiğimiz örneklere göre, bu toprağın dili Türkçedir. Türkçe, sağlam Türkçe, zengin Türkçe, güzel Türkçe, öz Türkçe …

Epeyce uzamış olan bu konuşmayı burada bitiriyorum. Yalnız, son söz olarak bir dilekte bulunmak istiyorum. Türk Dil Kurumu Anadolu’da kullanılan kelimeleri derleme ve eski yazılı kaynaklarımızı tarama alanında olumlu çalışmalar yapmıştır ve yapmaktadır. Bu verimli ve faydalı çalışmalara ek olarak yurdumuzdaki yer adlarının – bu kavramın en geniş anlamıyla – derlenmesi ve yayımlanması, başlangıçtan beri üzerinde durduğumuz gibi, dilimizin zenginliğinin ve güzelliğinin anlaşılması, gün ışığına çıkması için çok büyük bir yardımcı olacaktır. Bu yolda bütün arkadaşların Türk Dil Kurumuna yardım etmeyi ulusal bir borç sayacaklarına inanıyorum.

Prof Dr. Hasan Eren

Kaynak : Türk Dili ve Kompozisyon Bilgileri, Korkmaz, Zeynep; Hamza Zülfikar; Mehmet Akalın; Ahmet B. Ercilasun; İsmail Parlatır; Tuncer Gülensoy, Yargı Yayınevi, Ankara 2001

vatanim-bayragimdir

Paylaş:

Yorumlar

“61) YER ADLARIMIZIN DİLİ” yazisina 5 Yorum yapilmis

  1. Dr.Turhan Akgün yorum tarihi 6 Eylül, 2008 22:48

    Merhaba SAyın Prof.Dr. Hasan Eren Beyefendi
    Evela kendimi sizlere tanıtayım sonra hayatım boyunca türk imlasının ve alfabesinin yetersizliği yüzünden çektiğim bir sıkıntıyı Sizlerle paylaşmak istedim. Ben Rahmetli Türkolog Prof.Dr.Necmettin Hacıeminoğlunun bacanağıyım.Bitlisliyim ve çok güzel türkçe konuşan kürtçeyi bilmeyen annesi ahlatlı kültürlü eski bir asker çocuğuyum.Benim Nufus kütüğünde ismim FAKİR TURHAN SOYADIM İSE AKGÜN . Şimdi bunda ne var diyeceksiniz aslında çok şey var .Zamanında fakir yazarken f den sonraki a üzerine accent circomflex yenilerin şapka dedikleri işaret konur bunu bilenlerde lüzumu halinde bu şapkayı kullanılardı yerine göre inceltme yerine göre harfi uzatma görevi yapardı
    mesela şimdi türkçeyi bilmeyen spkerler gibi k^abile kabil şa^^kire şakir demezlerdi bana gelince bu fakir bilmeyenler tarafından fakir okunur ve bay fakir fukaraya çevrilirdi lütfen bu inceltme veya uzatma işini gören şapkanın tekrar kullanılması için bir dil hocası olarak gayret gösterseniz çok sevinirim ve bu arada güzel türkçemizin güzel kullanılmasına vesile olursanız minnettar olurum selam ve saygılarımla Dr.F.Turhan Akgün 0532 652 69 18 İstanbul/Bostancı

  2. L. Uzel yorum tarihi 7 Eylül, 2008 01:13

    Ezen/ Caksilar (s.a)

    Cok guzel, aydinlatici bir yazi. Butun Turkler’in yasadiklari ellerde Turkce adlar konulmus yasatilmistir. Ruslar la Cinliler yer adlarimizi deyistirselerde orada yasayan Turkler yerlerimizi eski adlari ile aniyorlar.
    Turkiye’deki yer adlarinin cogunu diger Turk yurtlarindada bulabiliyoruz. Turkiye’de yer adlari uzerine genis bir ugras verilmemektedir. Umut ederizki gelecekte bu eksiklik giderilebilir.
    Bu bilgileri yayinladiginiz icin size alkis olsun.
    Turkce uzmani
    Amsterdam / Hollanda

  3. Gökhan BOZKURT yorum tarihi 12 Eylül, 2008 17:57

    Konu ilgi duyduğum bir alan olduğu için şevkle okudum, sağ olasınız Sayın Hocam Karahan.

    Yorum yapma gereksinimi duymamıştık ki Sayın Dr.Turhan AKGÜN Bey’in yazısı dikkatimi çekti.

    Sayın doktoruma katılıyorum; bu şapka işareti kullanılmalı. Ayrıca yazanlar neden bu şapka işaretini kullanmıyor ben anlamış değilim. TDK bu işareti kaldırmadı ki, İsteyen kullanıyor, ben yazılarımda mutlaka kullanırım. Sesli harflerin hepsinde kullanılır ve kullanılmaya devam edilmektedir.

    Bir de doktorumun yazısı dikkatimi çekti. İmlâ ile bu kadar çok ilgileniyorsunuz da neden özel isimlerin baş harflerini büyük harf ile yazmıyorsunuz? Zor mu geliyor acaba Türk yazarken “harfi büyük hale getiren” “caps lock” tuşuna basmak? Veya nokta ve virgülden sonra “aralık” tuşuna basmak zor mu geliyor yazan insanlara?

    Bir toplumun yok edilmesi, ortadan kaldırılması; dilinin, kelimelerinin yok edilişiyle başladınının inancında olan birisi olarak değerli doktorumun yazılarını yalnışlıkla yazdığı kanısındayım.

    Saygılarımla.

  4. 180) RENKLERLE TÜRKÇE YER ADLARI : Yeniden Ergenekon yorum tarihi 19 Ağustos, 2011 23:07

    […] NOT: Makalenin tamamını “YER ADLARIMIZIN DİLİ” başlıklı sayfadan okuyabilirsiniz. http://www.yenidenergenekon.com/61-yer-adlarimizin-dili/ […]

  5. halil yorum tarihi 3 Nisan, 2014 23:17

    soku/bukelıme halen oldugu gıbı kulanılmaktadır ustuste yapılan bahcelere kulanılır yada ust uste yerleşmış magra toplulukları ldugunda genelıkle bunları kulanmaktayız hala yeşıl sokudaydım ust sokuya peynır koydum gıbı hala devam edıyor
    ütük/ıstemeden bırıne vermek kaybetmek anlamında hala var zaten bunlatda yetmez gıbı benım bıldıgım geldıgımız yerlerın adı olan kızıllar adı bıle yenı gunduz vaktı yer ve gogun bırleşmesı olarak algılanan tan yerının agarmasını anlatan lakın bızım kızıllar kelımesını başka yerlere cekıpte yer ısımlerını unuturan bu mıllet soyumuzu sopumuzu unuturmak ıcın elınden gelenı yapıp yer ısımlerını degıstırmeyı kendınce bır halt sananlara yazıklar olsunkı neslı zehırleyıp uyutmakla gun gecırıyor karaman lehcesını arastıran herke yada bılen kımseler bunlarda pek sıkıntıda cekmeden cogunun ne anlama geldıgını ogrenmekte zorluk cekmeyecegı kesındır başarılar

Yorum yap