197) SULTAN ll. MURAD’I HATIRLAMAK…

Yayin Tarihi 25 Nisan, 2008 
Kategori TÜRK DÜNYASI

 

 

SULTAN ll. MURAD’I HATIRLAMAK

image0014.jpg

——————————————————————————————-


Tarihi “tarih” ile, yani insanlığın “yazı”nın icadından sonraki zaman dilimine ait “geçmiş”ini, yazılı kayıtlara dayanan bir araştırma ve çözme disipliniyle anlamaya çalışırız. İncelediğimiz devir ne kadar uzak bir zamana ait ise, bu o kadar zor olur. Dolayısıyla bazen, çok uzun tarihî devir ve hâdiseleri ancak birkaç cümle ile ifade etmek zorunda kalırız. Halbuki “geçmiş” denilen zaman dilimi de, tıpkı bizim hayatımız gibi, yıl yıl, saniye saniye yaşanmıştır. Bu durumda, “geçmişle, özellikle de uzak geçmişle ilgili bilgi ve hükümlerimizin ne kadar sıhhatli olduğu?” sorusu önem kazanır.
Ülkemizde ise, tarih, okul yıllarından itibaren bir paket gibi konur önümüze. Sanki tarihî hâdiseler, tarih derslerimize konu olmak için meydana gelmiştir. Sanki tarihî şahsiyetler bizimki gibi tabiî seyrinde cereyan eden bir hayatı asla yaşamamış, daima fevkalâde şartlar oluşsun diye hususî bir gayret göstermiş, hiçbir tercihte bulunmamış, tek bir alternatifleri varmış gibi davranmış, ve tarih kitaplarına malzeme olsun diye savaşıp durmuşlardır. Bu anlayıştan dolayı, “tarih”i bizden kopuk bir hâdiseler yığını ve donmuş film kareleri gibi algılar olmuşuzdur.1980′li yılların sonunda Demirperde yıkılıp Soğuk Savaş sona erince, nasıl Azerbaycan’ı, Nahcıvan’ı ve ata yurdumuz olan Orta Asya’yı keşfettiysek, daha sonra Bosna ve Kosova’yı da farkettik. Tarihimizin uzun bir döneminde varolduğumuz, bizim için bir mânâ ifade eden, bugüne kadar canlılığı mahfuz bir duygu ve düşünce mirası bırakan coğrafyalardan o güne kadar birçoğumuz itibariyle habersiz olduğumuzu anladık. Daha doğrusu tarihin akışında bir süreklilik ve canlılık olduğunu ilk defa hissettik.

Biz sadece, “yazı”yla başlayan tarihin değil, çok uzun insanlık tarihinin çok kısa bir ânını oluşturuyoruz. Bu durum, zamanı idrakımızda problemlere yol açıyor. Tarihî bilgiler üzerinde düşünürken, kendi hayatımızdan yola çıkamıyor, geçmiş hâdiseleri, insanların tavır ve tercihlerini anlamakta güçlük çekiyoruz. Halbuki, tarihteki her hâdise ve hareketin günümüzde olduğu gibi, bir sebebi, bir hedefi, bir mânâsı vardı. Kendi tarihimiz itibariyle düşünecek olursak, atalarımızın Anadolu’ya gelme, burayı yurt edinme, kuru bir toprak kavgası olmayan fetih siyasetini aynı metafizik gerilim, aynı heyecan ve aynı kararlılıkla babadan oğula yüzyıllarca devam ettirmesinin de bir mânâsı vardı. Bunu derinlemesine anlamak ve sebeplerini görmek için teferruatlı bir tahlil gerekmektedir.

Sultan İkinci Murad da analitik olmaktan uzak tarih anlayışından dolayı pek iyi tanınamamış, birkaç savaş ismine ve tarihine kurban edilmiş bir şahsiyettir. Devletin başında bulunduğu otuz küsûr yıllık dönemin Osmanlı tarihi açısından önemi, okullardaki tarih derslerinde ve tarih analizlerinde genellikle gözardı edilmiştir. Gerek yaptıkları, gerek hayat anlayışı, gerekse insan olarak kişiliği, birçok Osmanlı padişahı için yapıldığı gibi, çok eksik kronolojik bilgilerle aktarılagelmiş ve bu da, insanî boyutu olmayan, sathî bir tarih akışı içinde yapılmıştır. Bugün, hayatından, hareket tarzından ve ufkundan çok şey öğreneceğimiz Sultan II. Murad’ı tanımamız (diğer bütün Osmanlı sultanları için olduğu gibi) hem bir hakkın teslimi adına gerekiyor, hem de daha sonra gelen oğlunun anlaşılması açısından.

 

Çelebi Mehmed ile yeni bir diriliş

image002.gif

1404′te Amasya’da doğan II. Murad, babası I. Mehmed’in (Çelebi) 32 yaşında vefatı üzerine 17 yaşında tahta geçtiğinde o gün için önemli bir sınır şehri olan ve Rum vilayeti olarak adlandırılan Amasya’da Sancak beyi idi. Osmanlı devletinde birliği yeniden sağlayan bir babanın oğluydu. Babası 24 yaşında çok zor bir dönemde, Yıldırım Bayezid’in vefatından sonra başlayan ve daha sonra “Fetret Devri” olarak adlandırılan bir devrin onbirinci yılında tahta geçmiş, “Sultan” ünvanını almış (1) ve sekiz yıllık çileli padişahlığı sırasında devlete eski gücünü kazandırmıştı. Bu onbir yıllık boşluk (fetret) döneminde Balkanlar’da Osmanlılar’a karşı herhangi bir ihanetin görülmemesi, fetih siyasetinin tek taraflı kazançlar gözeten bir toprak genişletme endişesine dayanmadığını göstermesi açısından önemlidir.

Fetret yıllarını takip eden ve İstanbul’un fethine kadar süren dönem genellikle yeniden toparlanmanın sağlandığı devreyi teşkil eder ki, bu toparlanmada daha önce I. Bayezid tarafından uygulanmış olan eski İslamî ve İlhanlı idare biçimlerine dayalı merkezî devlet anlayışının rolü büyük olmuştur (2, 3).

Çelebi Mehmed tahta geçtiğinde karşılaştığı ilk problem kardeşler arasındaki mücadele oldu. Beş kardeşi; Emir Süleyman, İsa, Musa, Mustafa ve Kasım, kimi arkasına Bizans’ı, kimi başta Karamanoğulları ve Çandaroğulları olmak üzere Anadolu beyliklerini, kimi Timur’u, kimi de Eflak kuvvetlerini ve Sırp despotlarını alarak kendisine karşı şiddetli bir taht kavgası veriyorlardı. 1402′de Ankara Savaşı’nda babası Yıldırım Bayezid’i bozguna uğratan Timur’un asıl maksadı Osmanlı devletini parçalayıp kendisine tâbi küçük beylikler haline getirmekti. Uzun süren mücadelelerden sonra, Mustafa dışında diğer kardeşlerinin zamanla etkisiz hale gelmesiyle ortalık biraz yatıştı, devlet belli bir istikrar kazandı. Çelebi Mehmed bundan sonra Anadolu birliğini kurmak için Anadolu ve Rumeli’deki beylere, mahallî hânedanlara, Bizanslılar’a, Anadolu’da ticarî menfaatleri olan Venediklilere, Rodos şövalyelerine ve Cenevizliler’e karşı yumuşak bir siyaset takib etti. Bir taraftan Anadolu üzerindeki nüfuzu devam eden Timurlular’ı, bir taraftan da Avrupa’da meydana gelebilecek Haçlı tehlikesini daima gözönünde bulundurdu. Fakat Bizans’taki Osmanlı şehzadeleri önemli bir tehdit unsuru oluşturuyordu. Bizans imparatorları onları kullanarak iktidar mücadelesini körüklüyor, ayrıca bazı Uç beyleri ve Kapıkulu zümreleri de bu tehdit aracını kullanıyorlardı.

Bir av sonunda hastalanarak atından düşen ve hastalığı ilerleyen I. Mehmed, hayatından ümit kesince vezirleri Bayezid, İbrahim ve Hacı İvaz paşaları yanına çağırarak onlarla saltanat işini uzun uzadıya görüştü. Sonuçta, daha önceden Bizans İmparatoru Manuel’e iltica etmiş bulunan kardeşi Mustafa Çelebi’nin salıverilme ihtimalini gözönünde tutarak, acele gelmesi şartıyla, yerine Amasya valisi olan büyük oğlu Murad Bey’i vasiyet etti. Amasya, Ankara Savaşı’ndan sonra kendisinin çekildiği ve daha sonra büyük oğlu Murad’ın yetiştiği yerdi. Karar gereğince Murad Bey Edirne’de Osmanlı tahtına geçecek, Anadolu Mustafa Çelebi’ye kalacak, diğer iki oğlu Yusuf ve Mahmud ise bir ihtiyat tedbiri olmak üzere Manuel’in yanına gönderilecekti. Kararın ertesi günü hastalığı ağırlaşan Sultan I. Mehmed akşam üzeri vefat etti. Na’şı tahnid edilerek sarayda korundu ve yaklaşık kırk gün süren gizlilikten sonra Bursa’ya getirilerek önceden inşa ettirdiği Yeşil Türbe’ye gömüldü. Kendisi yıllar önce, Timur’un esiri iken vefat eden babası Yıldırım’ın na’şını da Germiyanoğlu Yakub Beyin yanından getirterek Bursa’da defnettirmişti.

Annesi, Germiyanoğlu Süleyman Şah’ın kızı Devlet Hatun olan Mehmed Çelebi, Osmanlı devletini o güne değin karşılaştığı en büyük bunalımdan çekip çıkarmış, devletin birliğini sağlamış, elden çıkan toprakların bir kısmını yeniden ülkeye bağlamış ve bu büyük hizmetlerinden dolayı da devletin ikinci kurucusu sayılmıştır (4). Azim, metanet, yüksek ahlâk sahibi olması, verdiği sözde durması ve devlet siyasetine ait işlerde ifrata gitmemiş olmasıyla tanınan, fakat vefatında farkedildiği gibi, vücudunda 40-50 muharebe yarası taşıyacak (5) kadar baş olmanın hakkını da veren Çelebi Mehmed, babası Yıldırım’dan tevarüs ettiği dehayı âdeta oğluna intikal ettirmişti.

 

II. Murad devrinin Osmanlı tarihi ve Fatih’in yetişmesi açısından önemi

image0031.jpg

II. Murad 1421′de 17 yaşındayken Osmanlı tahtına çıktı. İzmiroğlu Cüneyd gibi çevredeki bazı beylerin böyle zamanları fırsat bilerek sıkıntı çıkardıkları haberi geldiğinden, bunların herbirine gönül alıcı mektuplar ve çok değerli hediyeler göndermek suretiyle herhangi bir kargaşa çıkmasını baştan önlemek istiyordu. Bir yıl önce, önemli bir tecrübe yaşamıştı. Amasya Sancak beyi iken, Simavna Kadısı Şeyh Bedreddin’in kışkırttığı isyanlar üzerine Lalası Bayezid Paşa ile birlikte Osmanlı hakimiyetinin yeni yeni yerleşmeye başladığı Ege bölgesine gelmiş, Şeyhin kazaskerliği zamanında kethüdası olan Börklüce Mustafa (Dede Sultan)’nın Aydın ve Karaburun’da, Şeyhin bir diğer halifesi olan Yahudi kökenli Torlak Kemal’in (asıl adı Samuel) Manisa’da çıkarttığı isyanları bastırmıştı. İlk defa bu vesileyle Manisa’ya gelmiş bulunan Şehzade Murad burada bir süre kalmış, şehri sevmiş ve ileriki yıllarda buraya yerleşmeyi muhtemelen bu sıralarda düşünmüştü (6, 7). Ardından, babasının alamadığı Samsun’u aynı yıl düzenlenen bir sefer sonucu Lalası Hamza Beyle birlikte İsfendiyar oğlunun elinden aldı. Daha sonra amcası Mustafa Çelebi’nin Teselya ve  Selanik taraflarında çıkardığı isyan bir diğer önemli gaile oldu, fakat Selanik Valisi Dimitrios Laskaris Mustafa Çelebi’yi himaye ederken, Bizans İmparatoru Manuel de Mustafa Çelebi ile bir başka isyancı Niğbolu Sancakbeyi İzmiroğlu Cüneyd Bey’i yıllık üçyüz bin akçe karşılığında kayd-ı hayat şartıyla muhafaza etmeyi kabul etti. II. Murad ardından küçük kardeşi Mustafa ile uğraşmak zorunda kaldı. Bizans’ta rehin bulunan Şehzade Orhan da hem kendisi hem de oğlu II. Mehmed için önemli bir handikap olacaktı.II. Murad döneminde genellikle Pâdişâh-ı Âlempenah (cihanın himayesine sığındığı ulu hükümdar) ünvanı yaygınlaşmış (3) ve devlet dünyanın en büyük gücü haline gelmişti. Donanma dünyanın birinci deniz kuvveti olan Venedik donanmasıyla açık deniz muharebesi yapıyordu. II. Murad henüz 18 yaşında iken, Haziran 1422′de İstanbul’u muhasara altına aldı. Bu, Osmanlılar’ın altıncı ve o güne kadarki en şiddetli muhasarasıydı. Türk ordusunda top varsa da, surlara ciddi zarar verecek güçte değildi (1439′da ilk Belgrad muhasarası sırasında da Türk top tekniği kaleyi düşürmeye yetmeyecek ve bütün bunlar Fatih için önemli bilgiler olacaktı). Fakat II. Murad’ın Isparta Sancak beyi olan on üç yaşındaki kardeşi Şehzade Küçük Mustafa’nın isyanı 64 gün süren muhasaranın kaldırılmasına yolaçtı. Sultan II. Murad daha önce, tahta geçtiği ilk günlerde amcası Mustafa’nın isyanını da bertaraf etmişti.

Bir başka mesele Karamanlılar’dı. Bizans’ın fethi, Balkanlar’da ilerleme, kardeş kavgası ve Karaman problemi şeklinde dört ana başlık altında toplanabilecek devletin temel meseleleriyle ilgili bütün bu gelişmeler Sultan II. Mehmed’in idarede siyasî ve askerî açıdan takip edeceği hareket tarzını belirlemesinde yol gösterici olacaktı.

II. Murad’ın hayatı kâh Anadolu’da Karaman gailesi, kâh Avrupa’da Macaristan, Lehistan saldırısıyla uğraşmakla geçecekti. Bu onun durup dinlenme fırsatını bulamadığı, sürekli at üstünde yaşamasını gerektiren, oldukça yıpratıcı bir hayattı. 1443′te Karaman seferinden az sonra büyük oğlu Alaeddin Ali’nin ölümü ise onu bir hayli üzdü (8). Böylece tahtın yolu, henüz 12 yaşındaki küçük oğlu Şehzade Mehmed’e açılmış oluyordu.

Ağustos 1444′te bir başka Karaman seferine çıkarken Sultan II. Murad Edirne’de Şehzade Mehmed’i padişah yapmak niyetiyle bırakmıştı. Karaman seferinden dönüşünde bu fikrini gerçekleştirecekti. Nitekim seferden dönünce tahtı oğlu II. Mehmed’e bıraktığını Mihaliç’te bütün orduya ilan etti, ve Manisa’da yaptırmış olduğu, bugün geriye tek bir parçası kalmış (bugünkü Kızılay binası), bilhassa bahçesinin güzelliğiyle tarihe geçmiş olan Saray-ı Âmire’ye çekildi.

12 yaşındaki II. Mehmed zekâ itibariyle çok inkişaf etmişti. 1444 Ağustos’undan 1445 Aralık ayına kadar devam eden ilk saltanatında devlet idaresi Çandarlı Halil Paşa’nın elinde kaldı. Fakat tahta bir çocuğun geçtiği, tecrübeli hükümdar II. Murad’ın tahttan feragat ettiği haberi üzerine Avrupa ülkeleri daha önce imzalanmış olan Segedin antlaşmasını çiğnemekte tereddüt etmediler, ve 5. Haçlı Seferi’nin hazırlıklarına başladılar. Macar ve Lehlerden başka Litvan, Çek, Hırvat, Slovak, Sloven birliklerinin ana gövdeyi oluşturduğu 100 bin kişilik Haçlı ordusuna ayrıca Alman, Fransız ve Venedikli askerler de küçük birlikler halinde katıldılar. Edirne’de toplanan saltanat şurası tek çarenin Sultan Murad’ın davet edilmesi olduğuna ittifakla karar verdi. II. Mehmed bu vaziyet üzerine, onuruna ağır gelmekle beraber, babasını davete mecbur oldu. Fakat Sultan Murad ilk daveti reddetti. Manisa’da dinlenmiş ve 17 yaşından beri bir an başını alamadığı devlet işlerinin verdiği zihnî yorgunluğu bertaraf etmişti. Oğlunun otoritesini kırıp, kendi ölümünden sonra onu zor durumda bırakmak istemiyordu. Ancak II. Mehmed’in,”Eğer padişah biz isek size emrediyoruz, gelip ordunuzun başına geçin; yok siz iseniz, gelip devletinizi müdafaa edin.” şeklindeki mektubu üzerine Manisa’dan Edirne’ye hareket etti. Devletin büyük tehlike içinde olduğunu anlamıştı. Edirne’ye gelince oğlunu tahttan indirmedi. Başkumandan sıfatıyla hareket etmekle yetindi. 40 bin kişilik seçkin bir ordu ile Balkan dağlarını aşıp Tuna’ya yaklaştı. Osmanlı topraklarına girmiş Haçlı ordusunu takib ederek inisiyatifi ele almak istiyordu. Son haçlı seferi olan Niğbolu’dan 48 sene geçmişti. İki ordu Kasım 1444′te Varna yakınlarında karşılaştı. Birkaç yüz firari dışında Haçlı ordusu imha edildi. II. Murad’ın atalarından mevrus askerlik dehâsının, sebât ve soğukkanlılığının Varna’da Osmanlı’nın istikbalini kurtardığı hususunda tarihçiler ittifak ederler (age).

 

image004.jpg

Sultan Murad Edirne’ye dönünce, ordu onun tahta çıkmasını istedi. Babası hayatta iken çocuk bir padişah istenmiyordu. Bunun üzerine II. Mehmed, Zağanos ve Şihabeddin Paşalar ve hocaları ile beraber Sancak beyi olarak tekrar Manisa’ya döndü, ve II. Murad ikinci kere tahta çıktı. Bu hadisede II. Murad tek oğlu olan II. Mehmed’in otorite ve prestijini kırmamak için pek dikkatli davranmıştır. Hükümdarlığı hemen kabul etmemiş, oğlunu bir müddet daha tahtta bırakmış ve re’sen Manisa’ya göndermemiş, onu kendi arzusu ile tahttan feragat etmiş göstermiştir. Sultan Murad 1445 Ağustos sonlarında Edirne’ye gelmiş, fakat ancak Aralık 1445′te ikinci defa tahta çıkmıştır.

II. Murad’ın siyasetinin belkemiğini Tuna’nın güneyinde Adriyatik ile Karadeniz arasında Osmanlı olmayan hiçbir toprak bırakmamak ideali oluşturuyordu. Anadolu Selçukluları devrinde ilki 1095′te, sekizincisi  1263′te düzenlenen ve birçoğu Haymana Ovası’nda Selçuklu engeline çarparak geri dönen, daha sonra Osmanlılar döneminde devam eden ve en sonuncusu 1396′da Niğbolu’da durdurulan Haçlı seferlerinin (Mukaddes Topraklar önünde bir set durumundaki) Anadolu’yu tehdit etmemesi için devletin güvenlik kuşağı olabildiğince batıya, Tuna ile Adriyatik arasına kaydırılmıştı. Böylece Karadeniz-Adriyatik-Yunan Denizi-Akdeniz ve Ege arasındaki bu bölge, günübirlik yaşamayan Osmanlı devletinin en stratejik parçasını teşkil edecekti. Bu, bugün bizim anlamakta zorlandığımız bir ufuktu. “…Bizim mesleğimiz Allah yolu ve maksadımız Allah’ın dinini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik dâvâsı değildir.” diyen Osman Gazi çizgisinin eğilip bükülmeden, kararlı bir şekilde sürdürülmesiydi. Bu yüksek ideal rengini asırlara vermiştir. II. Murad’ın belki de en büyük başarısı, her taraftan yeni, yabancı ve düşman topluluklarla çevrili oldukları Balkan ve Doğu Avrupa topraklarını kararlı, cesur ve soğukkanlı bir fetih siyasetiyle devlete, daha doğrusu, sulh ve huzur kazandırması ve Osmanlı tarihinin en güç dönemini büyük bir inançla aşması olmuştur. Ayrıca bu dönemde Anadolu beyliklerinin büyük kısmı tamamen tarihe karışmış, Candaroğulları ve Karamanoğulları sinmiştir. Küçük kardeşi Mustafa’yı güçlükle safdışı bırakan II. Murad, bir yandan Timurlular’la, diğer yandan Memlükler’le çatışmamak için ince bir siyaset yürütmüştür. Anadolu’daki hassas durum sebebiyle merkezî devlet sistemine Yıldırım Bayezid ve babası I. Mehmed’den farklı olarak sıkı sıkıya bağlanmaktan kaçınmış, Tımarlı sipahiler, konar-göçer Türkmen boyları ve Kapıkulları arasında belirli bir denge kurmaya özen göstermiştir. Hatta Timur’un Anadolu siyasetini sürdürmek isteyen oğlu Şahruh’un iddiaları karşısında, eski Oğuz an’anesini yeniden canlandırmış, Kayı boyunun üstünlüğünü vurgulayarak Anadolu’daki Timurlu nüfuzunu kırmaya çalışmıştır. 15. ve 16. yüzyıl Osmanlı tarihlerine dahi akseden bu Oğuz-Türkmen an’anesine bağlılık ve Türk dilinin ileri bir edebî dil haline getirilişi hep bu çabaların bir sonucu olmuştur. Bunda, Danişmendliler’den beri eski Türk ananelerini koruyan Amasya’da uzun süre kalmasının, ayrıca taşranın nabzını tutmasının payı büyüktür.II. Murad’ın birkaç kere giriştiği Mora ve Arnavutluk seferleri, ayrıca II. Kosova zaferi hem yukarıdaki idealin gerçekleştirilmesi yolunda önemli dönüm noktaları olmuş, hem de Sultan II. Mehmed’in olgunlaşmasında, ileride takınacağı askerî ve siyasî tavırların şekillenmesinde doğrudan ve dolaylı rol oynamıştır. Meselâ Avrupa’nın Osmanlılar’ı Balkanlar’dan sürmek için giriştiği son haçlı teşebbüsü olan II. Kosova seferine giderken Padişah’ın yanında 17 yaşındaki Veliahd Şehzade Sultan Mehmed de bulunuyordu. Bu muharebede Türk topçu taburunun ateş kâbiliyeti daha yüksekti ve bu durum harbin sonucu açısından belirleyici vasfını açıkça hissettiriyordu. Orduyu kale muhasarası ile yıpratmak, Türk askerlik kaidelerine muhalif olduğu için, İstanbul ve Belgrad gibi Avrupa çapında ehemmiyet taşıyan kaleler hariç, II. Murad daha küçük kale muhasaralarında (Akçahisar gibi) gerektiğinde çekilmesini bilmiş, bütün hayatı boyunca gösterdiği bu gibi esnek ve dengeli hareketler şehzade Mehmed için yol gösterici olmuştur. İkinci Arnavutluk seferine giderken Padişah’ın yanında, 18′ini geçmiş II. Mehmed yine yer almıştır. Hz. Peygamber (sas)’in tıpkı İstanbul gibi müjdelediği Roma’nın fethi de Fatih’in hülyası olmuştur, ama önce babasının ufkunda mayalanmıştır. Gedik Ahmet Paşa’nın kumanda ettiği Osmanlı Donanması daha İkinci Murad zamanında İtalya çizmesinin topuğundaki Otranto’yu fethetmiş, kara ordusu burada tahkimatı güçlü bir kale kurmuş, ve “çizmeyi yukarıya doğru aşmaya başlamıştır.

 

Yeni bir devre doğru
1450 sonunda Edirne’de Dulkadiroğlu Sitti Hâtun ile düğünleri yapılan II. Mehmed zevcesi ile birlikte Sancakbeyi olduğu Manisa’ya hareket etti. Bu, II. Murad’ın oğlunu son görüşüydü. İ’lâ-yı Kelimetullah için at üstünde geçen bir ömür 3 Şubat 1451′de Edirne sarayında noktalandı. Gizlice gönderilen ulak 6 Şubat’ta Manisa’ya ulaştı, ve Sultan II. Mehmed Edirne’ye hareket etti.II. Murad Osmanlı tarihinde birçok ilke imzasını atmıştır. Sağlığında tahttan feragat etmesini bilmiştir. 15. asır dünyasında (ve bugün bile) az rastlanan bir olgunluk, kendini aşmışlık ve iç-dış dengesidir bu. Surre geleneğini müesseseleştirmiştir. Vefatından beş yıl önce 1446′da yazdırdığı ve Divan-ı Hümayun’a tescil ettirdiği vasiyetinde Manisa’daki malının üçte birini Harameyn’e vakfetmiştir. Ülkenin ve halkın yararına yaptırmış olduğu eserlerden dolayı kendisi için “Ebü’l Hayrat” (Hayırların babası) ünvanı kullanılmıştır (7). Osmanlı padişahları içinde âlim sayılacak derecede klâsık ilimleri tahsil etmiş ilk şahsiyet olan II. Murad san’at ve ilmi himaye etmiş ve oğlu zamanındaki Türk Rönesansı’nın müjdecisi, belki de kurucusu olmuştur (8). Kur’an’ın ilk Türkçe meallerinin hazırlanmaya başladığı bu dönem Türk kültürü ve dilinin, şiir san’atının zenginleştiği velud bir zaman dilimidir.Edirne ve Bursa’da birçok eser yaptırmıştır. Edirne’deki en önemli eserleri, sonraki asırda Selimiye’yi inşa ederken Mimar Sinan’a da ilham kaynağı olacak Üç Şerefeli Cami ve Ergene Köprüsü’dür. Daha önce eşkıya yatağı olan bataklık bir mevkide yaptırdığı bu köprü, 174 kemeriyle dünyada hâlen benzeri olmayan bir yapıdır. Köprünün bir başına Ergene kasabasını, diğer başına ise bir köy kurdurup halkını vergiden muaf tutmuştur. Ergene köprüsünün geçiş ücretlerini Mekke, Medine ve Kudüs halkına vakfetmiştir (7). Edirne’de ayrıca külliye görevi gören Muradiye Camiini inşa ettirmiştir. Bunun yanına sabah-akşam sofra kurulan, fakir ve yolcular için barınma yerleri, küçük çocukların eğitimi için Muallimhane, Kur’an ve Mesnevi okunan Mevlevihane yaptırmıştır. Osmanlı sultanlarının pek çoğu gibi bir tekke adabı içinde yetişen Sultan Murad’ın, Hacı Bayram Veli Hazretlerine olan bağlılığı, o ahlâk ve terbiyenin Osmanlı topraklarında yayılmasında etkili olmuştur. Bursa’da yaptırdığı, 1426′da tamamlanan caminin yanında misafirhane, medrese ve sabah-akşam yemek dağıtılan imarethane bulunuyordu. Sultan II. Murad bunlardan başka, kendi zamanında fethedilen ve Vardar’dan Türk nüfus getirterek Türkleştirmeye çalıştığı Selanik’te, ayrıca Serez, Üsküp, Yanbolu ve Merzifon’da cami, mektep, hamam ve çeşmeler yaptırtmıştır.

Manisa’da daimi kalmayı plânlamıştır, ama ancak bir iki sene kalabilmiştir. Bu süre zarfında da genellikle bir inziva hayatı yaşamış, zâhit ve dervişlerle birlikte bulunmuştur. Geliş sebebini ifade sâdedinde söylediği,

“Varalım bir iki gün zikredelim Mevla’yı,

Bize ısmarlamadılar bu yalan dünyayı” beyti meşhurdur.

Manisa’daki ikameti şehri bir ilim, san’at ve edebiyat merkezi hâline getirmiştir.Osmanlı’yı toparlayan, toprakların bütünlüğünü sağlama ve koruma gayretiyle babası Çelebi Mehmed’den sonraki meseleleri halletmeye çalışan, ve neredeyse bütün bir ömrünü İslâm dünyasının, hususen Anadolu, Ortadoğu, ve Mukaddes Topraklar’ın yeni haçlı seferlerine karşı güvenliği için at üstünde tüketen II. Murad’ın en büyük mirası, güçlü-ufuklu bir devlet ve Peygamber (sav) müjdesine mazhar bir Fatih olmuştur. O ruh ve mânâ misyonunun fatih ruhlu bütün vârisleri II. Murad’ın mânevî evlâtları sayılır. Ruhu şâd, mekânı Firdevs Cenneti olsun.

Dr. Sadık F. HARMANCI

 

Kaynaklar

1- İnalcık, H., (1999a), “Osmanlı tarihi en çok saptırılmış, tek yanlı yorumlanmış tarihtir.” Cogito. Osmanlılar Özel Sayısı (Yapı Kredi Yayınları) Sayı 19, Yaz 1999. İstanbul.
2- İnalcık, H., (1999b), Ottoman Methods of Conquest. Studia İslamic, II (1954), s.103-129 (Osmanlı Fetih Yöntemleri. Cogito. Osmanlılar Özel Sayısı, Yapı Kredi Yayınları, Sayı 19, Yaz 1999, İstanbul).
3- Emecan, F. ve diğ., (1999), Osmanlı Devleti Tarihi. Cilt 1. Zaman gazetesi yayını. İstanbul.
4- Yıldız, H.D. ve diğ., (1991), Büyük İslam Tarihi. Çağ yayınları. İstanbul.
5- Öztuna, Y., (1977), Büyük Türkiye Tarihi, Cilt 3. Ötüken yayınevi, İstanbul.
6- Yurdoğlu, Z., (1994), Manisa Tarihi. Manisa Barosu Kültür Yayınları, Manisa.
7- Manisa Valiliği, (1999), Manisalı Padişahlar, Manisa Valiliği Yayını.
8- Öztuna, Y., (1977), Büyük Türkiye Tarihi, Cilt 2. Ötüken Yayınevi, İstanbul.

 

Paylaş:

Yorumlar

“197) SULTAN ll. MURAD’I HATIRLAMAK…” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. 671) İKİNCİ MURAD’IN TÜRKÇÜLÜĞÜ : Yeniden Ergenekon yorum tarihi 18 Temmuz, 2013 17:29

Yorum yap