689) ORTADOĞU’NUN SU PROBLEMİ
Yayin Tarihi 31 Ocak, 2014
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ, SİYASİ
Ortadoğu’nun Su Problemi
Dünya yüzeyinin yaklaşık %70’nin sularla kaplıdır, fakat insanoğlu bu suyun ancak %3’lük bir kısmı kullanabilmektedir. Bu %3’lük kısmın dünya üzerindeki dağılımı son derece dengesizdir. Bu durum kimi ülkeleri su zengini yaparken, kimi ülkeleri kuraklıkla karşı karşıya bırakmaktadır. Hızla artan dünya nüfusunun da şiddetini artırdığı su sorunu, çıkması muhtemel savaşların sebebi olacağa benzemektedir.
Tatlı su kaynaklarının tahribiyle ivme kazanan su problemi, özellikle Ortadoğu ülkeleri için gelecek endişesine neden olmaktadır. Su ve petrol konusunda zengin olan, fakat bölge içinde yıllardır siyasi istikrar sağlayamamış Ortadoğu’da adeta bir çatışma ortamı yaratan su, diğer ülkelere nazaran İsrail’in tekelinde dağıtılmaktadır ve bu durum Ortadoğu’daki birçok ülke için hayati sorunlar yaratmaktadır. Suya ve su kaynaklarına ulaşmak için silahların devreye sokulduğu Ortadoğu’nun durumu, insanlığın geleceği için acı verici bir örnektir.
Bu çalışmada, önemi gittikçe artan suyun herkes için bir hak olduğu vurgusu yapılarak suyun adaletli dağıtılması konusu irdelenmiştir. Su paylaşımı konusunda en çok sorunların yaşandığı bölgelerden biri olan Ortadoğu ülkelerinin su kaynakları üzerinde durulmuş ve ardından Ürdün, Filistin ve İsrail ülkelerinin aralarındaki su problemi incelenmiştir. Yıllardır devam eden ve gittikçe şiddetini artıran su problemi için çözüm önerileri üretilmeye çalışılmıştır
1. 1. SUYA ERİŞİM HAKKI VE SU KONUSUNDA SOSYAL ADALET
Dünya üzerinde 1.2 milyar insan güvenilir içme suyundan yoksun yaşarken, 2.4 milyar insan da sağlık koşullarına uygun suya erişememektedir. Her gün çoğunluğu çocuk ve yaşlılardan oluşan yaklaşık 14 ila 30 bin kişi suyla ilgili önlenebilir hastalıklardan dolayı hayatını kaybetmektedir. Dünyanın belli bölgelerinde (Afrika’nın büyük bölümü, Ortadoğu, Çin’in kuzeyi, Kaliforniya ve Meksika) su rezervleri tükenmek üzeredir[1]. Dünyanın hızla artan nüfusu, endüstriyel kirlenme ve doğanın yüzyıllar içinde değişen dengesi insanlığın su sıkıntısının önemini ve kapsamını artırmaktadır. Suya ulaşmak için çizilen senaryolar büyümekte, bu amaç için silahlar devreye sokulmaktadır.
Suya erişim konusunda dünyanın kuzeyi ile güneyi arasında eşitsiz bir durum vardır. Dünyada kullanılan suyun %85’i nüfusun %12’si tarafından harcanmaktadır[2].Üçüncü dünya ülkeleri diye tabir edilen gelişmemiş ülkeler ise su azlığı ile suları varsa da temiz su sorunu ile boğuşmaktadır. Su konusunda ülkeler hatta kıtalar arasında eşitsizlik olduğu gibi, alt yapı ve kamu yatırımları nedeniyle şehirler arasında bile eşitsizlik mevcuttur. Neredeyse her ülkede üst gelir grubu alt gelir grubuna göre su konusunda daha fazla ve daha temiz imkanlara sahip olmaktadır.
Yaşanan ve müzakerelere rağmen çözülemeyen suya erişim sorunu için suyun insani bir hak olduğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Çünkü su, üzerinden kar elde edilmeyen, sadece kamunun değil insanlığın ortak malıdır. Sağlıklı bir ortamda yaşamını sürdürmek her bireyin hakkıdır. Su hakkı da, insanın yaşamını idame edebilmesi için gereken en önemli unsurdur. Bu nedenle su konusunda yaşanan problemlerin çözümlenebilmesi için her sedyen önce kapsamlı ve uygulanabilirliği güçlü bir su hukuku ve insan hakkı olarak su hakkı hazırlanmalıdır. Bir insanın günde ihtiyacı olan su miktarı esasına göre düzenlenmesi gereken bu hak, evrensel nitelikte olmalıdır ki; kıtalar, ülkeler, şehirler ve gruplar arasında kirli su-temiz su sorunu çözülebilsin.
Su hakkı, bazı uluslararası metinlerde görünmesine karşın, 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, 1966 Uluslararası Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (ICESCR) ya da Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme’de (ICCPR) yer almamaktadır. Bunun nedeniyse çoğu yazara göre; sözleşmelerin yapıldığı o dönemde suyun insanlık için henüz ciddi bir tehlike unsuru olmadığıdır[3]. Fakat özellikle İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin yaşam hakkı (3. Madde) ilkesi üzerinden su hakkına ulaşılabilmektedir.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 3.Maddesinde yer alan “Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır” ibaresinin suya erişim hakkını da içerdiğinin kabulü gerekir. 1994 Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programında herkesin yeterli standartlarda yaşama hakkı içinde su ve sağlığın korunması da yer almıştır. 1999’da Genel Toplantı Kararı (53/175) temiz suya erişimi temel insan haklarından biri olarak tanımıştır. Dünya Sağlık Örgütü de temiz suyun bütün koşullardan bağımsız olarak bireye mutlaka ulaştırılması gereken bir sağlık hizmeti olduğunu ifade etmiştir. Yine evrensel tüketici haklarının başında tüketicilerin en temel gereksinmesi olan yeterli ve sağlıklı suya erişim hakkı vardır. Bütün bu düzenlemelerden anlaşılıyor ki, “sağlıklı ve yeterli suya erişim hakkı” insan hakları kavramı içerisinde yer bulmaktadır[4].
2. ORTADOĞU VE ORTADOĞU’NUN SU POTANSİYELİ
2.1. Ortadoğu’nun Tanımı ve Özellikleri
Bugün Ortadoğu diye adlandırılan bölge, Mısır’dan Irak’a kadar uzanan, üzerinde değişik din ve etnik yapıya sahip insanın ve altında dünya petrollerinin hemen hemen yarısının bulunduğu bir alanı kapsamaktadır[5]. Genelde İslam kültürünün hakim olduğu ve çerçevesi kesin çizilemeyen Ortadoğu; Mısır, Yemen, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Katar, Kuveyt, Suudi Arabistan, Irak, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Türkiye, İran, Afganistan ve Ürdün’ü kapsamakta olup, 8.012.779 km²’lik bir alanı belirtmektedir[6].
Kuzeyde Türkiye, doğuda İran, güneyde Arabistan ve Sudan ile batıda Mısır’ın çevrelediği Ortadoğu; M.Ö. 3000 yıllarından itibaren insanlığa sağladığı su kaynakları ve su ulaşım yolları ile dünya üzerinde temel yerleşim alanlarından biri olmuştur. Tek tanrılı dinlerin manevi merkezi olarak kabul edilen Ortadoğu, bu dinlere bağlı olarak birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. İlk yerleşim alanı olan Mezopotamya Ortadoğu sınırları içinde bulunmaktadır.
Ülkenin Adı | Yüzölçümü (km²) | Nüfus(Temmuz 2003) | Başkent |
Bahreyn | 695 | 667.238 | Manama |
BAE | 77700 | 2.484.818 | Abu Dabi |
Irak | 435052 | 24.683.313 | Bağdat |
İran | 1638057 | 68.278.826 | Tahran |
İsrail | 20700 | 6.116.533 | Kudüs |
Katar | 11427 | 817.052 | Doha |
Kuveyt | 17818 | 2.183.161 | Kuveyt |
Lübnan | 10230 | 3.727.703 | Beyrut |
Mısır | 997759 | 74.718.797 | Kahire |
Suriye | 185180 | 17.585.540 | Şam |
S. Arabistan | 2240000 | 24.293.844 | Riyad |
Umman | 306000 | 2.807.125 | Maskat |
Ürdün | 88946 | 5.460.265 | Amman |
Yemen | 531869 | 19.349.881 | Sana |
Ortadoğu, nüfus artışının en hızlı olduğu bölgelerden biridir. 1. Dünya Savaşı’nın bitimiyle Osmanlı’nın bu topraklardan çekildiğinde kalan bir avuç nüfus, 2. Dünya Savaşı biterken 40 milyona ulaşmıştır. Bundan sonraki artış daha da hızlıdır ve şekil 12de gösterilmektedir.
ÜLKE |
Nüfus Artış Hızı |
1950 yılı Nüfus (milyon) |
1990 Yılı Nüfus (Milyon) |
2000 Yılı Nüfus (milyon) |
2025 yılı nüfus (milyon) |
Suriye | 3.6 | 3.5 | 12.4 | 17.5 | 35.2 |
Ürdün | 3.3 | 2.3 | 3.5 | 5.3 | 10.8 |
Irak | 3.4 | 5.2 | 18.1 | 24.8 | 46.3 |
Lübnan | 2.2 | 1.5 | 2.7 | 3.3 | 4.5 |
İsrail | 1.7 | 1.3 | 4.6 | 5.6 | 6.5 |
Filistin | 3.0 | 1.0 | 1.6 | 3.0 | 4.5 |
Suudi Arabistan | 3.8 | 3.2 | 14.9 | 20.7 | 40.4 |
Katar | 3.4 | 0.3 | 0.4 | 0.55 | 0.7 |
BAE | 2.2 | 0.07 | 1.6 | 2.0 | 2.8 |
Kuveyt | 2.8 | 0.15 | 2.2 | 1.7 | 2.8 |
Bahreyn | 3.1 | 0.12 | 0.5 | 0.65 | 1.0 |
Umman | 3.7 | 0.44 | 1.5 | 2.5 | 4.7 |
Yemen | 3.7 | 4.3 | 12.4 | 18.1 | 43.1 |
Mısır | 2.2 | 20.3 | 56.5 | 67.9 | 90.5 |
Toplam | – | 43.7 | 132.9 | 173.6 | 293.8 |
Ortadoğu aynı zamanda, dünya petrol rezervinin yaklaşık %60’dan fazlasına sahip olduğu bilinmektedir. 1985 yılında yapılan değerlendirmede dünya petrol rezervleri 691 milyar varil olarak hesaplanmıştır. Bu rezervin 362 milyar varilinin 5 Ortadoğu ülkesinde olduğu saptanmıştır. Buna göre; 167 milyar varil ile Suudi Arabistan dünya birincisi, Kuveyt 82 milyar varil ile dünya ikincisi, Irak, İran, BAE diğer petrol zengini ülkelerdir[7].
2.2. Ortadoğu’nun Su Kaynakları
Zengin su kaynaklarına ve petrol rezervlerine sahip olan Ortadoğu başlıca beş su kaynağından beslenmektedir[8].
- Türkiye’den doğup, önce Suriye’ye ardından Irak’a geçen Fırat ve Türkiye’den doğup Irak’a geçerken Fırat Nehri ile birleşerek Şattülarap adını alan Dicle Nehri havzası.
İsrail, Ürdün ve Filistin tarafından kullanılan, Golan Tepeleri’nin batısından başlayarak önce Tiberiya Gölü’ne ve oradan İsrail işgali altındaki toprakları geçerek Ölü Deniz’e dökülen Ürdün (Şeria) Nehri havzası.
- Lübnan, Suriye ve Türkiye arasındaki Asi Nehri havzası.
- Bir kolu Viktorya Gölü’nden, öteki kolu Burundi Nehri’nden başlayan ve Burundi, Raunda, Tanzanya, Kenya, Etiyopya, Uganda, Kuzey ve Güney Sudan ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden geçen Nil Nehri.
- Lübnan topraklarında doğup denize dökülen Litani Nehri.
Bu nehirlerden Fırat ve Dicle Nehri’nin toplam su potansiyeli yaklaşık Nil Nehri’ne eşit ve yıllık ortalaması 87.7 milyar m³’tür. Fırat Nehri, Erzurum Dumlu Dağından doğup, ana kaynaklarını Doğu Anadolu Bölgesi’nden alarak Suriye ve Irak topraklarına geçmekte, Dicle Nehri’yle birleştikten sonra Şattü’l Arab adını almaktadır[9]. Nehir, yıllık ortalama akımı olan 31.6 milyar m3 suyun %90’ını Türkiye’den, %10’unu da Suriye topraklarından almaktadır[10]. Irak’ınsa bu nehre herhangi bir katkısı yoktur. Dicle Nehri, Doğu Anadolu’da Baba Dağı’nın güney eteklerindeki kaynakların birleşmesiyle meydana gelir. Ambar, Kuru, Pamuk, Hazro, Batman ve Garzan Çayları ile beslenerek Habur’dan Irak’a girer[11]. Yıllık kapasitesi 48.67 milyar m3 olan bu nehre Irak’ın katkısı %52, Türkiye’nin katkısı %48’dir ve Suriye’nin herhangi bir katkısı yoktur[12].
Ürdün Nehri’ninse yıllık ortalama su miktarı 1.4 milyar m³ olup, Fırat ve Dicle’nin veya Nil Nehri’nin taşıdığı su miktarının ancak %1.5’ine tekabül etmektedir[13]. Yüz ölçümü 18.000 km²’dir. Bu alanın %54’ü Ürdün’de, %30’u Suriye’de, %14’ü İsrail’de ve %2’si Lübnan’da bulunmaktadır. Nehir sularınınsa %27’si Ürdün’den, %32’si İsrail’den, %31’i Suriye’den ve %10’u Lübnan’dan kaynaklanmaktadır. İsrail, Ürdün, Filistin, Suriye ve Lübnan arasında çatışmalara neden olan Ürdün Nehri, 1967 yılında 6 Gün Savaşları’na neden olmuştur[14].
Dünyanın en büyük dördüncü nehri olan Nil Nehri havzası dokuz ülke arasında bölüşülmüştür. Bunlar; Burundi, Raunda, Tanzanya, Uganda, Etiyopya, Kenya, Kuzey ve Güney sudan ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti’dir. Nil Nehri’nin sularında hiçbir katkısı olmayan Mısır, yıllık ortalama su miktarı 84 milyar m³ olan Nil Nehri sularının %70’inin kendine ait olduğunu iddia etmektedir. Nehrin %80’ini kullanan Etiyopya ve Sudan ile sorun yaşayan Mısır, Nil Nehri üzerinde ön kullanım hakkı[15] olduğunu ileri sürerek kullandığı suyu paylaşmak istememektedir[16]. Mısır ile Sudan arasında Nil Nehri ile ilgili yapılan ilk antlaşma 1929 yılında imzalanmıştır. Bu anlaşma ile yılda 4 milyar m³ su Sudan’a bırakılırken, Mısır’a yıllık 48 milyar m³ su tahsis edilmesine karar verilmiştir.1959 yılında yapılan ikinci anlaşmada Etiyopya’nın bu nehir üzerinden su kullanımına büyük ölçüde kısıtlama getirilmiştir[17].
Litani Nehri, Lübnan’ın Bekaa vilayeti sınırları içinde doğmakta ve Bekaa Vadisi’ndeki tarım alanlarını sulamaktadır. Ortadoğu’nun diğer su kaynaklarından farklı bir statüde olan Litani Nehri, doğduğu ülkenin topraklarından çıkmadan Akdeniz’e dökülmektedir. Nehrin yılda taşıdığı su toplamı 700 m³’tür. Bu su tutarı, İsrail gibi su sıkıntısı çeken ülkeler için ilgisini bu bölgeye çekmektedir[18] Uluslararası bir akarsu olmamasına rağmen İsrail bombardımanı ile bu Nehir üzerindeki barajlar zarar görmüştür. İsrail’in, uluslararası bir akarsu haline getirmek istediği Litani Nehri’ni Ürdün Nehri ile birleştirme amacı vardır[19].
Litani gibi Bekaa Vadisi’nden doğan Asi Nehri, Litani’den farklı olarak Lübnan dışında Türkiye ve Suriye’yi de ilgilendirmektedir[20]. Toplam uzunluğu 228 km olan Asi Nehri’nin 40 km’si Lübnan’da, 140 km’si Suriye’de, 88 km ise Türkiye’de bulunmaktadır. Su kaynağının %6’sı Lübnan, %92’si Suriye ve %2’si Türkiye’deki sulardan oluşur. Su kaynağının %98’i Lübnan ve Suriye tarafından, kalan %2’lik kısmıysa Türkiye tarafından kullanılmaktadır[21].
2.3. Ortadoğu Ülkeleri
2.3.1. Suudi Arabistan
Suudi Arabistan, Arap yarımadasının en büyük yüzölçümlü ülkesidir. Zengin petrol kaynaklarına sahip olmasına rağmen, su konusunda sıkıntı çeken bir ülkedir. Geniş topraklarının büyük bir bölümü çöldür ve kalan kısımların çoğu az yağış nedeniyle kurak bölgelerdir. Yer üstü suları açısından sıkıntı çeken Suudi Arabistan yer altı akiferleri konusunda daha şanslıdır. Ürdün sınırından gelen fosil akifer sistemi, Suudi Arabistan’a 2000 milyar m³’lük su rezervi sağlamaktadır[22].
Dünyanın 7500 deniz suyu arıtma tesisinin üçte ikisi Ortadoğu’da ve bunun%60’ı da nehri olmayan Suudi Arabistan’dadır. Bu tesislerden günde ortalama 2.5 milyon m³ içme suyu temin edilmektedir. Tarıma büyük yatırım yapan Suudi Arabistan, içilebilir suyunun %90’ını tarımsal amaçlı sulamada kullanmaktadır[23]. Gelecek kuşaklar için ayırması gereken suyu bilinçsizce harcayan Suudi Arabistan’ın fosil su rezervlerinin yakında tükeneceği tahmin edilmektedir.
2.3.2. Irak
Yarı kurak iklimin egemen olduğu Irak’ta yağışlar her yerde eşit değildir. Yıllık ortalama yağışı 211 mm’dir. Irak’ın toplam su miktarı yılda 75.61 milyar m³ iken, toplam su tüketimi 66 milyar m³’tür. Türkiye’den doğan Fırat ve Dicle Nehirleri, Irak’ın sınır aşan sularıdır. Bu nehirler birleşmeden önce, Fırat Nehri 1000 km, Dicle Nehri 1300 km Irak topraklarından akmaktadır[24]. Ayrıca 1.2 milyar m³ dolaylarında yer altı suyu bulunmaktadır[25].
Dönem | Fırat | Dicle | Yeraltı Suyu | Toplam |
1932-1970 | 30 | 48 | 1 | 79 |
1971-2003 | 19 | 48 | 1 | 68 |
Irak’ta kişi başına düşen yıllık su miktarı konusunda değişik rakamlara rastlansa da ortalama olarak 5500 m³ su olarak değerlendirilmektedir[26]. Bu rakamdan anlaşılacağı gibi Irak’ın su azlığı konusunda çok da büyük bir sıkıntısı yoktur. Esas sorun, kalitesiz su konusundadır. Çünkü genelde aşağı kıyıdaş durumunda olan Irak’a dışarıdan gelen sular yol boyunca tuzlandığı için Irak bu suları içme suyu ve tarımsal su olarak değerlendirememektedir.
Irak, su konusunda yaşadığı sıkıntıyı Türkiye’nin Fırat ve Dicle konusundaki tavrına bağlamaktadır. Irak’a göre; tarihin ilk medeniyetleri bu iki nehri Irak topraklarında kullanmaya başlamıştır. Bu nedenle Irak’ın bu nehirler üzerinde kazanılmış hakkı vardır. Türkiye ise Fırat ve Dicle’yi ortak tek havza olarak görmekte ve suyun kullanımı konusunda taraflardan oluşturulacak ortak bir heyet tarafından paylaştırılması düşüncesindedir. Fakat Türkiye’nin bu önerisi Irak tarafından reddedilmektedir.
2.3.3. Suriye
Suriye’de yer üstü su kaynakları Fırat Nehri hariç, 9.94 milyar m³’tür[27]. Bu yüzey sularının çok büyük bölümü, Fırat aracılığıyla Türkiye’den, Asi aracılığıyla Lübnan’dan gelir. Bu su kaynaklarına yağışlarla Fırat, Asi ve kollarından sızan sularla beslenen yeraltı sularını da eklemek gerekmektedir. Bu yeraltı su kaynakları, Ürdün ve Suudi Arabistan’a doğru giden akifer sisteminin bir parçasıdır[28].
Yağışların normal olduğu zamanlarda yeterli su kaynaklarına sahip olan Suriye’de su kaynakları ile şehir merkezleri arasındaki uzaklık büyük sorunların yaşanmasına sebep olmaktadır. Bu sorun, hızlı nüfus artışı, endüstriyel gelişme ve su kirliliğinin artış göstermesi sebebiyle gittikçe büyümektedir[29].
Özellikle Irak ve Türkiye ile sınır aşan suları konusunda sorunlar yaşayan Suriye’ye göre, Fransa’nın savaşta kendi yanlarında olmaları için Türkiye’ye verdiği Hatay’dan geçen Asi Nehri sınır aşan bir su değildir. Bu nedenle Asi Nehri konusunda yıllardır Türkiye’yle sorun yaşan Suriye, bu suyu paylaşmak istememektedir. Türkiye ile Suriye arasındaki sularda Türkiye’nin inşa ettiği barajlar gerilimi tırmandırmıştır. Türkiye ile anlaşmaya varamayan Suriye PKK kartını kullanmayı seçmiştir. Bu tercihiyle sorunu uluslararası hale getiren Suriye, Fırat ve Dicle konularını da uluslararası platforma taşımak için bir takım çalışmalar yürütmüş, Türkiye’nin kestiğini iddia ederek ülkesinde suları kesmiş ve dış medyada Türkiye karşıtı bir tutum yaratmaya çalışmıştır.
Suriye, Fırat ve Dicle sorununu İsrail-Suriye barışında bir koz olarak kullanarak, ABD’yi yanına çekmeye çalışmıştır. Bunun için de su kaynaklarını İsrail’e kullandırmasının Türkiye’den alacağı daha fazla suya bağlı olduğunu ifade etmiş ve İsrail ve ABD’nin Türkiye’ye karşı baskı yapmasını sağlamaya çalışmıştır. Ancak Suriye’nin özellikle 11 Eylül 2001 saldırılarından ve Arap Baharı’ndan sonra ABD ile karşı karşıya gelmiş olması nedeniyle, ABD’yi yanına çekme politikasının bir tutarlılığı kalmamıştır. ABD, Suriye’yi teröre destek veren “haydut/serseri devletler” kategorisinde değerlendirerek baskı altında tutmakta ve çevrelemektedir[30].
2.3.4. Lübnan
Akdeniz’in doğu kıyısındaki 10 bin m³’lik küçük Lübnan, bölgenin en yağışlı iklimine sahiptir. Kıyılarındaki kuzeyden güneye uzanan dar düzlük alanlar da, hemen arkasında çabucak dikleşen ve 2500-3000 metreye ulaşan dağlar da kış boyunca bol yağış alır. Bu nedenle Lübnan’ın yağış ortalamaları 2000-1500 mm. ile Ortadoğu ülkelerinin üzerindedir. Lübnan dağlarındaki yüksek yağış ve kar örtüsü, yalnızca yüzey suları beslemekle kalmamakta, aynı zamanda bu dağlık yörede bulunan akiferleri besleyen temel kaynak da olmaktadır[31].
Litani Nehri, Lübnan topraklarında doğup, sınır aşmadan aynı ülke içinde denize dökülen bir nehirdir. Dolayısıyla Litani Nehri, Lübnan’ın bir iç suyu olup, sınır aşan niteliği bulunmamaktadır. Ancak, Litani Nehri’nin Ürdün Nehri’ne çevrilmesi için Araplar ve İsrail tarafından birbirinden farklı projeler teklif edilmiş ve bu nedenle Litani Nehri sık sık gündeme gelmiştir[32].
İsrail Lübnan’a komşu bir ülkedir ve Lübnan’ı su zengini bir ülke olarak lanse etmektedir. Lübnan’ın kaynaklarından faydalanmayı strateji haline getirmiş olan İsrail, 1982 yılında Güney Lübnan’ı işgal ederken, hem bu bölgedeki su kaynaklarından faydalanmayı hem de FKÖ’nün (Filistin Kurtuluş Örgütü) etkinliklerini yok etmeyi amaçlamıştır. Buna karşılık Lübnan su konusunda ancak kendine yetecek kadar suyu bulunduğunu iddia etmektedir. İsrail Güney Lübnan’a yaptığı bu girişim ile Lübnan içinde yaklaşık 40-45 km²’lik bir alanda güvenlik bölgesi oluşturmuştur. Litani Nehri konusunda anlaşmaya varılması halinde bu güvenlik bölgesinden çekileceğini iddia etmektedir[33].
2.3.5. Körfez Ülkeleri (Kuveyt, Bahreyn, Katar, BAE)
Arabistan Yarımadası’nın doğusundaki bu küçük ülkeler su konusunda benzer niteliktedirler. Çok düşük bir yıllık yağış yüzdesi nedeniyle hiçbir yüzey suyunun bulunmaması, tüm bu ülkeleri yeraltı su kaynaklarına yöneltmektedir. Yararlanılan yeraltı sularını sağlayan akiferlerden yenileme kapasitesinin üstünde su çekilmesi, su yüzeyinde düşmelere ve suyun niteliğinin bozulmasına yol açmaktadır. Tuzlanma, deniz suyuyla karışma gibi nedenlerle yeraltı sularının da kullanılabilirliği azalmıştır[34].
Körfez ülkelerinin birçoğu içme suyu ihtiyacını su arıtma tesislerinden temin etmektedir. Bu tesisler ile yılda sağlanan su miktarı Bahreyn’de 125 milyon m³, Kuveyt2te 365 milyon m³, Katar’da 96 milyon m³ ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde 264 milyon m³’tür[35]. Dışarıdan su ithal edilmesi suretiyle ihtiyaçların giderilmesi önerilerinde bulunulmuşsa da, dışarıya bağımlı kalınacağı düşüncesiyle bu öneriye sıcak bakılmamıştır[36].
Kuveyt’in birkaç verimli toprak alanı dışında büyük bölümü çöllerle kaplıdır. Bu nedenle Kuveyt’in geneli tarıma elverişsiz topraklardır. Son yıllarda sulu tarım yapılan yerlerin dışında toprağın büyük kısmı çalılar ve fundalıklarla kaplıdır. Tarımda kullanılan suysa, yeraltı sularından çekilmektedir. Yeraltı su rezervlerine 50 yıllık bir ömür biçilen Kuveyt’in gelecekte ciddi su sıkıntısı sorunu yaşayacağı değerlendirilmektedir. Kuveyt’te 1930’larda yaşanan su sıkıntısından sonra ilk defa dışarıdan su getirme önerisi ortaya atılmıştır. Zamanın Irak Başbakanı Nuri Said, Güney Irak’ta Khor Abdullah Kanalı’ndan Kuveyt’e su sağlamayı önermiştir. Bu öneri Irak’ın üzerlerinde üstünlük sağlamayı amaçladığı şüphesiyle Kuveyt Şeyhi tarafından reddedilmiştir. 1953 yılında yeni bir öneri ile Şattülarap’tan Kuveyt’e açılacak bir kanalla su taşınması gündeme gelmiştir. Fakat bu kez de bu kanalın askeri amaçlarla kullanılabileceği düşüncesiyle öneri Kuveytlilerce reddedilmiştir. 19702lerde imzalanan anlaşma ile ilişkileri düzelmeye başlayan Irak ve Kuveyt, İran-Irak Savaşı nedeniyle kesintiye uğramıştır. 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgal edip, burayı on dokuzuncu ili ilan etmiştir. 1991 yılında Irak işgalinden kurtulan Kuveyt bir daha bu ülkeyle su veya başka bir konuda anlaşmaya gidilemeyeceği değerlendirmesinde bulunmuştur[37]
2.3.6. Umman
Umman, Arabistan Yarımadası’nın güneydoğu kıyısında Umman Denizi’ne bakan bir ülkedir. Ülkenin verimli toprakları daha çok doğudaki kıyı boyu uzanmakta, bu verimli toprakların yerini batıya doğru çöller almaktadır. Umman’ın mevcut su varlığı 2 milyon civarındaki nüfusun gereksinimini karşılamaya yeterli görünmektedir. Ancak, belli yörelerdeki yeraltı su kaynaklarının, açılan kuyularla zorlanması zaman zaman karşılaşılan bir olgudur. Ayrıca bölge halkının “aflaj” adı verilen su çekme yöntemleri ile akiferlerin zorlanması, taze suyla beslenme fırsatı bulamayan bazı akiferlerin niteliğinin bozulmasına ve veriminin düşmesine yol açmaktadır[38].
Umman’ın yıllık yağış miktarı ülke genelinde 100 mm. dolaylarındadır. Ülkede yıl boyunca akan akarsu yoktur. Yağışların az ve yılara göre büyük farklılık göstermesi nedeniyle tarım büyük ölçüde sulamaya bağımlıdır. Yeni kurulan “Su Kaynakları Bakanlığı”nın delgi makineleri nerede çalışmaya başlarsa, köylüler ve bölgenin toprak sahipleri bu çalışmaları dikkatle izlemekte, suya ulaşılması durumunda halk tarafından o bölgede düzinelerce kuyu kazılmaktadır[39] Bu durum, yeni su kaynaklarının da optimum kullanımını imkansız hale getirmektedir.
Umman’da kişi başına düşen yenilenebilir su kaynakları 950 m³ü bulmaktadır. Bu tutar, Ortadoğu gibi kurak bir bölge için hatırı sayılır bir büyüklüktür. Ancak, asıl tehlike gelecek yıllarda Umman’ın hızla artacak nüfusuyla ilgilidir. Umman’ın 2025 yılında nüfusunun 5 milyon olacağı tahmin edilmektedir[40] Şu anki yerüstü ve yeraltı kaynaklarının bu nüfusun ihtiyacını karşılamayacağı açıktır.
2.3.7. Mısır
450 km²2ye yaklaşan Mısır topraklarının Nil Vadisi dışındaki tüm yöreleri çöl koşulları altında yaşamaktadır. Ülkenin yağmur alan yerleri, yalnızca kuzeydeki Akdeniz kıyıları boyunca uzanan ve iç kısımda Kahire’ye kadar ulaşan bir şerittir. Burada da yıllık yağış ortalamaları 200 mm.’nin altındadır[41].
Nil Nehri, Mısırın temel su kaynağıdır fakat yeraltı sularının da katkısı büyüktür. Yeraltı sularının bir bölümü Nil’den ya da sulama kanallarından sızan sulardan beslenmektedir. Batıya doğru uzanan çöllerin altındaysa büyük akiferler bulunmaktadır. Toplam hacmi 40 milyar m³ olan akiferlerle ilgili iki temel sorun; suların bir süre sonra bitecek olması ve çok derinde olmaları nedeniyle işletme maliyetinin yüksek olmasıdır[42].
Mısır, Etiyopya ve sudan arasında Nil Nehri’nin suyu konusunda yıllardır paylaşım sorunu yaşanmaktadır. Daha önce değinildiği gibi, Mısır Sudan’la Nil Nehri konusunda birkaç anlaşma yapmış, bu anlaşmalar Nil Nehri suyunun Etiyopya için sınırlanmasına neden olmuştur. Mısır, Nil Nehri ile ilgili aldığı tüm kararlarda Sudan’la beraber Etiyopya’ya karşı bir tavır sergilemektedir[43].
Mısır ve Sudan arasında 1959 yılında yapılan anlaşmayla Nil suları yılda en az 55 milyar m³’ü Mısır’a, 18.5 milyar m³’ü de Sudan’a bırakılmak üzere bölüşülmüştür. Aşağı kıyıdaş devlet olan Mısır’ı güvence altına alan bu anlaşmada yukarı kıyıdaş Etiyopya’nın ihtiyacı göz önünde bulundurulmamıştır[44] Etiyopya, su zengini bir ülke olmasına rağmen, iç karışıklığı ve gelişmemiş ekonomisi nedeniyle yukarı kıyıdaş olduğu Nil Nehri’ni Mısır ve Sudan’a karşı koz olarak kullanamamaktadır.
2.3.8. Yemen
Yemen’de yağışların dağılımı coğrafyadaki farklılığı yansıtmaktadır. Güney batıdaki sam dağlara düşen yıllık ortalama yağış 1000 mm.’yi bulurken, kuzeyde Kızıl Deniz kıyısındaki kuşağın ve doğudaki çöllük yörenin ortalama yağışı 80-100 mm. dolaylarındadır. Yağışların büyük kısmı sağanak şeklindedir ve gelişmiş bir baraj-set sistemi bulunmadığından taşkın gibi olaylar yaşanmaktadır. Bu nedenle Yemen’in toplam su kaynakları ile fiilen kullanacağı su miktarı arasında farklılıklar ortaya çıkmaktadır[45].
Şu an mevcut bir su sıkıntısı olmayan Yemen’in gelecek yıllarda hızla artan nüfusu ile birlikte su sıkıntısı yaşayacağı değerlendirilmektedir. Şu an 14 milyon civarlarında olan ve yılda %4 oranla artan nüfusunun 2025 yılında 43 milyon olması tahmin edilmektedir. Böylesine bir nüfus patlamasının su sıkıntısı yaratması kaçınılmaz olacaktır. Üstelik Yemen’in petrol veya doğalgaz zenginliği de bulunmamaktadır. Bu nedenle deniz suyunu tatlı suya çevirecek tesislerin kurulması da zor görünmektedir[46].
Dünya Gözlem Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırmada, dünyada su kıtlığı çeken 26 ülkenin 14’ünün Ortadoğu topraklarında olduğu değerlendirilmiştir. Buna göre; ABD’de kişi başına düşen yıllık su miktarı 10.000 m³ ve Kanada’da 12.000 m³ iken bu rakamlar Irak’ta 5.500 m³, Türkiye’de 3.500 m³’tür. Suriye’de kişi başına düşen yıllık su miktarı 1.800 m³, Mısır’da 1.100 m³, İsrail’de 460 m³, Ürdün’de ise 260 m³’tür. Bunlar kesin rakamlar olmamakla birlikte yağışa göre suyun debisi değişebilmektedir. Fakat genel bir değerlendirmeye göre; yıllık kişi başına düşen su miktarı 1.000 m³’ten az olan ülkeler su fakiri, 2.000 m³’ten az olan ülkeler su azlığı, 8.000-10.000 m³ arasında suya sahip olan ülkeler ise su zengini ülkelerdir. Buna göre Ürdün ve İsrail ciddi anlamda su sorunu yaşayan, Mısır ve Suriye ise su ortalamasına göre normal bir durumda olan, İran ve Türkiye ise ihtiyacından fazla suya sahip ülkeler sınıfına girmektedir[47]. Fakat gelecekte artacak nüfus ve doğal unsurlar Mısır ve Suriye’yi su sıkıntısı çeken ülkeler konumuna düşürebilecekken; Ürdün ve İsrail için tahminler çok daha karamsardır. Halen aralarında Golan Tepeleri ile ilgili sorunlar olan bu iki ülkenin su savaşına girmeleri muhtemeldir.
1. 3. İSRAİL-ÜRDÜN-FİLİSTİN ÜLKELERİ SU POTANSİYELLERİ VE ARALARINDAKİ SU SORUNLARI
Ürdün Nehri’ni paylaşan İsrail ile Arap Devletleri (Ürdün, Suriye, Lübnan)ve Filistin arasında, hem Ürdün Nehri, hem de bu nehrin en önemli kolu olan Yarmuk Nehri her zaman sorun sebebi olmuştur. Bu nehirlerin paylaşımında sert girişimlerde ve tavırlarda bulunan bu ülkelerin su sorunları günümüzde de devam etmektedir.
Kuzeyden güneye doğru akan Ürdün Nehri, kaynağını İsrail’in kuzeyinde, üç akarsuyun getirdiği suların birleşmesinden alır. İsrail’de doğan Dan, Lübnan’dan gelen Hasbani ve Suriye’den gelen Banyas nehirleri İsrail topraklarında birleşerek Ürdün Nehri’ni oluşturur[48]. Ürdün Nehri Havzası, 340 km uzunluğundadır ve 18.000 km²’lik bir yüzölçümüne sahiptir. Bu alanın %54’ü Ürdün’de, %30’u Suriye’de, %14’ü İsrail’de ve %2’si Lübnan’da bulunmaktadır. Nehir sularının %27’si Ürdün’den, %32’si İsrail’den, %31’i Suriye’den ve %10’u Lübnan’dan kaynaklanmaktadır[49].
ÜLKE |
Su Potansiyeli ( milyon m³/yıl) |
İsrail | 1600 |
Ürdün | 860 |
Filistin (Batı yakası ve Gazze Şeridi) | 170 |
TOPLAM | 2630 |
Ürdün Nehri’nin Taberiye’nin kuzeyinde yer alan bölümü, genellikle Yukarı Ürdün, Taberiye’nin güneyindeki ise Aşağı Ürdün olarak adlandırılmaktadır. Taberiye Gölü’nden çıktıktan birkaç kilometre sonra Ürdün Nehri sol yakadan en önemli kolunu, Yarmuk Irmağı’nı almaktadır. Suriye içinde, şu anda İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri’ne hayli yakın bir yerlerde doğan Yarmuk, Suriye ile Ürdün arasında, Taberiye Gölü yakınlarında da İsrail ile Ürdün arasında sınır oluşturmaktadır[50].
Ürdün Nehri’ne Katkıda Bulunan Sular | Ortalama Yıllık Akım (milyon m³) |
Dan | 245 |
Hasbani | 138 |
Banias | 121 |
Yarmuk | 500 |
Yan vadiler ve kaynak suları | 350 |
TOPLAM | 1354 |
3.1. Su Kaynakları
3.1.1. İsrail
İsrail, beş milyon nüfusa sahip, 21 bin km²’lik küçük toprak parçası üzerinde bir ülkedir. Ülke toprakları içinde iklim yerden yere farklılık göstermektedir. En batıdaki 190 km. uzunlukta sahil kesimine, kuzeye ve doğuya gidildikçe dağlar ve eklenir. Genellikle yumuşak yüksekliklerden oluşan bu engebeli bölge, kuzeyde Lübnan sınırından güneyde Kudüs’e kadar uzanır. Kudüs’ün doğusunda ise arazi, Ürdün Vadisi’ne doğru yeniden alçalır. Bu bölüm Filistin yönetimindeki Batı Şeria’dır. Batı Şeria ile Ürdün arasındaki sınırı Ürdün Vadisi’nin ortasından akan Ürdün Nehri oluşturur[51].
İsrail’in komşusu olan ve Ürdün Nehri paydaşlarından olan Ürdün, Filistin, Lübnan ve Suriye arasında su paylaşımı konusunda yıllardır çözümlenememiş su problemi bulunmaktadır. Bu problemin en büyük nedeni, 1988 yılından beri bölgeyi saran kuraklık ve Ürdün Nehri’nin sularındaki çekilmedir. Ürdün Nehri’nin su seviyesi ulusal güvenlik anlayışı çerçevesinde alarm olarak kabul edilen kırmızı seviyenin altına düşmüştür. 2001 yılı içerisinde Nehir suyunun seviyesi, deniz seviyesinin 215 m altına düşmüştür. Her 30 cm’lik seviye düşmesinin İsrail’in yıllık su tüketiminin %10’una karşılık geldiği düşünülürse, İsrail’in yaşadığı ve yaşayacağı su sıkıntısı anlamak daha kolaylaşacaktır. Yapılan tahminlere göre; İsrail’de bu günkü tarımsal üretime ileriki yıllarda da devam edilirse, İsrail’in 2020 yılında bugünkünden 210 milyon m³ daha fazla içme suyuna, 375 milyon m³ daha fazla tarımsal ve endüstriyel su miktarına gereksinimi olacaktır[52].
3.1.2. Ürdün
Ürdün Nehri’nin doğusunda yer alan Ürdün’ün büyük bölümü çöllerden ya da kayalık topraklardan oluşmaktadır. Nüfusun dağılımı da topraklara bağlı olarak gerçekleşmiş gibidir. Nüfusun %95 kadarı Ürdün Nehri’nin çevresiyle kuzeybatıda toplanmıştır. Yağışlar genel olarak kuzeye gidildikçe çoğalmaktadır. Kuzey ve kuzeybatıda yıllık yağış ortalaması 400 mm. ile 100 mm. arasında değişirken doğudaki çöllere doğru hızlı, güneyde Akabe’ye doğru yavaş fakat hissedilir biçimde azalmaktadır. Buralara düşen yıllık yağış ortalaması, 250 mm’nin altındadır. Bütünü itibariyle Ürdün topraklarının %80’i 200 mm ya da daha az yağış almaktadır. Ürdün Nehri’ne katılan Yarmuk ile Zarka nehirleri ve Ürdün Nehri’nin kendisi, Ürdün’ün temel su kaynaklarıdır[53].
Ürdün’ün her yıl yenilenen toplam yeraltı su potansiyeli 385 milyon m³’tür. Ayrıca Ürdün’ün güneyinde Suudi Arabistan ile sınır teşkil eden bölgelerde, kullanım miktarına bağlı olarak bir süre yararlandıktan sonra tükenecek, yenilenemeyen, fosil su yatakları bulunmaktadır. En önemli fosil su kaynağı olan Disi yeraltı suyunun 50 yıl süreli yıllık kullanım miktarı 125 milyon m³’tür[54].
Ürdün, Ortadoğu’da en fazla su sıkıntısı çeken ülkelerden biridir. Ülkeyi bu duruma getiren sebep ise, su ihtiyacının karşılandığı Ürdün Nehri’ndeki kuruma ve kurumaya yüz tutmuş bu nehri Ürdün dışında İsrail’in de kullanmasıdır. Suriye ise Yarmuk’ta suyu tüketerek Ürdün’e su bırakmamakta, Suudi Arabistan sınırdaki yeraltı sularını kullanarak Ürdün’de yaşanan su sıkıntısını artırmaktadır[55].
3.1.3. Filistin
Filistin, Akdeniz ‘in doğu kıyılarıyla Ürdün’ün batısı ve Lübnan’ın güneyini kapsamaktadır. Bu haliyle toplam yüzölçümü 27.000 km²dir. sulak araziler Ölüdeniz bölgesi, kurumuş olan Hule Gölü ve Tiberiya Gölü çevresidir. Batı Şeria ve Gazze Şeridi olarak kabul edilen günümüz Filistin’i, Doğu Akdeniz’e kıyısı olan Mısır ile komşu Gazze Şeridi ile, Ürdün’ün batısında yer alan Batı Şeria’dan oluşmaktadır[56].
Filistin, Akdeniz iklimine sahip bir ülkedir. Yıllık yağışın %70’i Aralık, Ocak, Şubat aylarında düşmektedir. Kuzey kesimler daha fazla yağış almaktadır ve buharlaşma oranının yüksek olduğu bölgede yağışın %75’i akışa geçmeden buharlaşmaktadır[57].
Filistin’deki su kaynakları da diğer az gelişmiş bölgelerdeki gibi hızlı nüfus artışı nedeniyle azalmakta ve yetersiz alt yapı hizmetleriyle nedeniyle kirlenmektedir. Fakat bunun yanında Filistin’i diğer su sıkıntısı çeken az gelişmiş ülkelerden ayıran bir konu vardır. Filistin toprakları 1967 yılından beri İsrail işgali altındadır ve coğrafi nedenlerin yanında siyasi olarak da kasten suyu kısıtlanmaktadır[58]. İsrail Batı Şeria’daki su kullanımını dikkatle takip etmekte, yeni kuyuların açılmasına izin vermemektedir ve daha önce açılmış birçok kuyu kapatılmıştır[59].
Filistin’de kişi başı günlük 70 litre su harcanmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün koyduğu standarda göre; sağlık ve hijyen için kişi başına günlük en az 100 litre suya ihtiyaç vardır[60].
3.2. Ülkeler Arasında Su Paylaşımına İlişkin Sorunlar
Ürdün Nehri yüzünden yaşanan silahlı çatışmaların temeli, 1948 yılında İsrail’in kurulmasıyla gereken su kaynaklarının ülke sınırları dışında olduğunun görüldüğü döneme kadar gitmektedir. Ülkenin var olabilmesi, kaynağı Suriye ve Lübnan’da bulunan, suyu Taberiye Gölü’nde depolanan ve komşu ülkelerden akıp gelen kollarıyla Ürdün Nehri’ne bağlıydı. İsrail’in komşuları için de benzer bir durum söz konusudur ve onların varlığı da bu nehre bağlıdır[61].
1917 yılında Balfour Deklarasyonu ile birlikte İngiltere, Filistin toprakları içerisinde bir Yahudi devleti kurulmasını kabul etmiştir. Siyonist önderler kurulacak bu devletin sınırlarını belirlerken, bölgenin hem askeri açıdan savunulabilir hem de ekonomik ihtiyaçlarını karşılayabilir nitelikte olmasına özen göstermişlerdir. Ülkenin kuzey sınırlarının Ürdün Nehri kaynaklarının yanı sıra, o sıralar Fransız kontrolünde olan Lübnan’dan doğup denize ulaşan Litani Nehri’ni de kapsamasını istemişlerdir. İsrail, 1982 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Lübnan’da düzenlediği saldırıları önleme bahanesiyle Lübnan’ı işgal ettiği zaman da Litani Nehri’nden hukuka aykırı olarak kendi kullanımı için su çekmiştir[62].
1953 yılında ABD Başkanı Eisenhower, Araplarla İsrail arasında arabuluculuk yapması ve Ürdün Nehri sisteminin geliştirilmesinde kapsamlı bir plan hazırlaması için özel elçi olarak Eric Johnston’u görevlendirmiştir. Bu konuda, İsrailliler, Lübnan’daki Litani sularının birleşik plana alınması için baskı yaparken Araplar, İsrail’in Ürdün havzasından su taşımasının önlenmesini istemişlerdir. Büyükelçi Johnston, kayıtların tutulması ve inşaat projelerini denetlemek üzere üç üyeli tarafsız bir heyetin oluşturulmasını önermiştir[63]. Ürdün Nehri ve kollarının paylaşımı konusunda 1955 yılında ABD’nin arabuluculuğu ile taraflar yılda ortalama 1.213 milyon m³ olarak hesaplanan Ürdün sularının 35 milyon m³’ünü Lübnan’ın, 132 milyon m³’ünü Suriye, 720 milyon m³’ünü Ürdün’ün, kalan yaklaşık 326 milyon m³’ünü İsrail’in kullanması konusunda anlaşılmıştır[64]. Ancak, Arap Ligi Konseyi’nin 1955 yılındaki red kararı ile bu projedeki umutlar da sönmüştür[65]
Arap ülkeleriyle İsrail arasındaki tansiyonun artması sonucu, 5 Haziran- 11 Haziran 1967 tarihleri arasında, Ortadoğu’da Altı Gün Savaşı yaşanmıştır. Bu savaş sonucu İsrail; Mısır kontrolündeki Sina Yarımadası ve Gazze Şeridi’ni, Suriye’ye ait Golan Tepeleri’ni ve Ürdün’ün elindeki Bati Şeria ile Doğu Kudüs’ü işgal etmiştir[66]. 68 bin 300 kilometrekarelik bir alanı, Ürdün, Suriye ve Mısır topraklarını işgal eden İsrail sınırlarını altı günde iki buçuk kat genişletmiş oldu[67]. İsrail’in Golan Tepeleri’ni işgal etmesi, Ürdün Nehri’ndeki hakimiyetini artırmıştır. Ayrıca İsrail’in Golan Tepeleri’ni işgal etmesi, Araplar’ın Ürdün Nehri kaynaklarını değiştirme ihtimalini de ortadan kaldırmıştır
İsrail’in işgal ettiği Batı Şeria’da Filistinlilerin yeraltı su kaynaklarını kullanması engellenmektedir. Sistemli olarak Filistin’deki kuyular tahrip edilmektedir. Bu bölgede herhangi bir kuyunun açılması için İsrail yetkili makamlarından izin alınması zorunlu kılınmıştır. Aynı zamanda Filistin yerleşim yerlerinde su ve elektrik kesintisi rutin bir olay haline gelmiştir. Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te yerleşimciler, Filistinlilerin ödediği fiyatın evsel kullanım için 3’te 1’ini, tarımsal sulama içinse 10’da 1’ini ödemektedirler. Ayrıca Batı Şeria’da İsrailli yerleşimcilerin kullandığı su miktarı Filistinlilerinkinin yedi katıdır[68]. Gazze ve Batı Şeria’da Filistinlilerin yaklaşık 170 milyon m³ yeraltı suyu kullanımına müsaade edilmekte olup, toplam emniyetli kapasitesinin ancak %18’ine tekabül etmektedir. İsrail’in kullandığı su miktarı ise; 790 milyon m³’tür[69]
İsrail’in 6 Temmuz 1967 yılında 1200 m²’lik bir bölümünü işgal ettiği Golan Tepeleri su konusunda anlaşmaya varılamamış Ortadoğu’nun bir diğer sorunsalıdır. Bölgenin en verimli topraklarının yer aldığı Golan Tepeleri, etrafındaki düzlük alanların ortasında oldukça yüksek bir tepe olması nedeniyle özel bir jeopolitik önem kazanmaktadır[70]. Golan, İsrail’in güvenliği için Suriye’ye karşı doğal bir tampon bölge oluşturmakla birlikte Şeria Nehri’yle birlikte İsrail’in en önemli su kaynaklarından biridir. İsrail işgaliyle su kullanımın arttığı Golan Tepeleri’nde İsrail, Yahudi yerleşimleri kurmaya başlamıştır. Haziran 1967’de ilk Yahudi yerleşimi olan Kibbutz Merom Golan kurulmuştur. 1970’te, Golan’daki Yahudi yerleşimlerinin sayısı 12’ye ulaşırken 2000’li yıllarda bu sayı 30’u geçmiştir[71]. İsrail tarafında kalan Golan Tepeleri’nin işgal altında olduğu ve işgalci konumunda olanların suları kullanmasının Cenevre Sözleşmesine göre de yasak olduğu belirtilmektedir. Bu nedenle, Suriye tarafı İsrail’i suları çalmakla suçlasa da İsrail’in, su çektiği göllerin etrafında yaşayan Suriyelilere göl suyunu kullanma karşılığında çeşitli vergiler uygulamaya başladığı bilinmektedir[72].
Arap ülkelerinin birçoğunun su kaynaklarını elinde tutan İsrail, suyla ilgili veya suyla ilgili her türlü konuda bu devletlerin girişimlerini engellemekte, iyi niyet girişimlerini reddetmektedir. Bunlara örnek olarak; İsrail, Ürdün’ün Filistin askerlerinin kendi topraklarında operasyon yapmasına izin vermesi halinde, Ürdün’ün su sisteminin temeli olan Doğu Gor Kanalı’nın tümünü yok edeceği ihtarında bulunmuş, bunun üzerine Ürdün Kralı Hüseyin’in Filistin askerlerini ülkeden çıkarmasıyla su tesislerine zarar gelmemiştir. Buna ilave olarak; Ürdün’ün Yarmuk Nehri üzerinde Makarin Barajı yapma planları, İsrail’in onay bedeli olarak Yarmuk’tan daha fazla su istemesi ve aksi takdirde bu tesisi bombalayacağı tehdidiyle yarım kalmıştır. Yarmuk’tan taşan suları depolayıp ortak kullanmak üzere Ürdün-Suriye inşa edilecek olan Birlik/Wahda Barajı da aynı nedenlerle İsrail tarafından engellenmiştir[73].
26 Ekim 1994 tarihinde Ürdün ve İsrail arasında imzalanan barış antlaşmasında Ürdün Nehri ve onun kolu Yarmuk suları hakkında paylaşım yapılmıştır. Bu anlaşmayla İsrail’in Ürdün’e yılda 50 milyon m³ su sağlayacağını garantilemiş, fakat kurak yıllarda bu sözü yerine getirmemiştir. Yine iki ülkeye su kazandıracak olan y-tuzdan arındırma tesisleri kağıt üzerinde kalmıştır. Bu olumsuz gelişmeler üzerine 1997 yılında tekrar bir anlaşma imzalandı. Buna göre; tuzdan arındırma tesisleri hazırlanana kadar İsrail Ürdün’e 75 milyon m³ yüksek kalitede su verecektir. Fakat bu uzlaşmadan 3 yıl sonra İsrail tek taraflı olarak anlaşma hükümlerinin geçerli olmadığını belirtmiştir. 2002 yılında Güney Afrika’da düzenlenen Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Üzerine Dünya Zirvesi’nde, İsrail ve Ürdün delegeleri Kızıl Deniz-Ölü Deniz Kanal Projesi’ne başlayacaklarını belirtmişlerdir. Buna göre; her iki ülke arasında inşa edilecek olan kanal, doğal eğiliminden yararlanarak Kızıl Deniz’den Ölü Deniz’e deniz suyunu taşıyacak, bu sayede hem Ölü Deniz’in kuruması engellenecek hem de kanalın deniz suyunu boşaltacağı yerde kurulacak tuzdan arındırma tesisi sayesinde Ürdün’e su sağlanacaktır[74].
ÜLKE | 1990 Kullanım | 2000 Talep | 2025 Talep |
Suriye | 9000 | 16500 | 29000 |
Ürdün | 920 | 1500 | 1900 |
Lübnan | 1000 | 1400 | 2700 |
İsrail | 1900 | 2500 | 3500 |
Filistin | * | 500 | 800 |
Şekilde görüldüğü gibi, kısa zaman aralıklarıyla su ihtiyaçlarını katlayarak artıran bu ülkeler su konusundaki sorunlarını en yakın zamanda çözmezlerse; sorun ileride çözülemeyecek bir hal alacak gibi görünmektedir. Bu nedenle, 20-25 yıl içinde Ortadoğu’da su ihtiyacının nasıl karşılanacağı sorusu gittikçe önem kazanmaktadır.
SONUÇ
Ortadoğu, petrol ve diğer doğal madenler açısından maddi olarak zengin bir bölge olmasının yanında, insanlık tarihinin başladığı yer ve ilk medeniyetlere ev sahipliği yapmış olması bu bölgeye manevi olarak da ayrı bir önem katmaktadır. Tek tanrılı dinlerin kutsal mekanlarını içinde barındıran Ortadoğu, tarihi boyunca hakimiyet savaşlarına sebep olmuştur. Dünyanın en önemli su yollarının bu bölgede olduğunu da göz önünde bulundurursak, hakimiyet savaşlarının şekil değişikliği ile devam ettiğini söyleyebiliriz. Özellikle petrol açısından hala Batılı ülkelerin ilgisini çeken Ortadoğu, kendi içinde de doğal kaynakları nedeniyle çatışmalara sahne olmaktadır. Dışarıda petrol, içeride su hakimiyeti için kan kaybeden Ortadoğu, özellikle İsrail, Ürdün ve Filistin ülkeleri arasındaki paylaşılamayan su için uluslararası gündemdeki yerini her daim korumaktadır.
Bu üç ülkenin ortak noktası; hızlı nüfus artışı ve buna bağlı olarak azalan su kaynaklarıdır. İsrail’i Ürdün ve Filistin’den ayıran noktaysa; İsrail’in askeri amaçlarla görünen ama aslında su kaynaklarına sahip olmak için yaptığı girişimlerde başarılı olmasıdır. 1967 yılında Ortadoğu’daki kritik su yollarını ele geçiren İsrail, başta Ürdün ve Filistin olmak üzere komşu ülkelerine su tehdidiyle baskı uygulamaktadır. İsrail’in baskılarıyla hayati su bareminin altında hayatlarını devam ettirmeye çalışan Filistin halkı, İsrail’in su politikasından en acı şekilde etkilenen kesimdir.
İsrail, Ürdün ve Filistin arasındaki su sorunu için gerek içlerinden biri, gerek ABD gibi dış ülkelerden biri, gerekse Türkiye gibi bölge aktörlerinden biri sık sık projeler ortaya atmış, fakat İsrail işgal altında tuttuğu su kaynaklarından vazgeçmek istemediği için, Ürdün ve Filistin projelerin kabulüyle İsrail’in baskısının artacağı düşünceleri nedeniyle projelere sıcak bakmamışlardır.
Giderek artan su gerilimin çözülebilmesi İsrail’in zihniyetinden ve Ürdün ile Filistin’in geçmişte yaşadıkları kötü tecrübelerden dolayı pek olanaklı görünmemektedir. Tarafların iyi niyetli olarak bir araya gelip, insan onurunu yakışacak bir ortamda yaşanılması fikriyle hareket ettikleri takdirde özellikle Ürdün ve Filistin için gelecek endişeleri daha aza indirgenebilir. Fakat İsrail’in bu ülkelere su konusunda yaptığı baskıların dışında kendi iç tüketimindeki israfı da kontrol altına alması gerekmektedir. Çölde bitki yetiştirmek için tonlarca su harcayan İsrail’in Ürdün ve Filistin halkının su ihtiyacını göz önüne alarak ortak kullanılan su kaynaklarında optimum tavır takınması gerekmektedir.
NEVAL EKİNCİ
Dumlupınar Üniversitesi, Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalı
http://akademikperspektif.com/2013/12/31/ortadogunun-su-problemi/
Yorumlar
“689) ORTADOĞU’NUN SU PROBLEMİ” yazisina 1 Yorum yapilmis
Yorum yap
GÜNEYDOĞU ANADOLU PROJESİ
GAP, “Yukarı Mezopotamya” olarak bilinen ve eski çağlardaki uygarlığın beşiği olan Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin, sosyal ve ekonomik kalkınmasını amaçlayan insan odaklı bir bölgesel kalkınma projesidir.
Türkiye’yi bölgesel kalkınma da dünyaya örnek konuma getiren GAP; Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde yapımı süren baraj ve hidroelektrik Santralleri ile sulama tesislerinin yanı sıra kentsel ve kırsal altyapı, tarım, ulaştırma, sanayi, eğitim, sağlık, konut, turizm ve diğer sektörlerdeki yatırımları da kapsayan Türkiye’nin en kapsamlı entegre projesidir.
GAP, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan bölge halkının daha iyi bir yaşam daha iyi bir yaşam kalitesine ulaşmasına ve Türkiye’nin diğer bölgeleriyle arasındaki gelişmişlik farkını ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Bölgedeki yoğun işsizlik oranları en aza indirmeyi, işsizlik ve zaruretten nemalanan terör örgütlerine dolaylı yollardan darbe vurmayı da amaçlamaktadır. Proje, bölge halkının yaşam standartlarını daha şimdiden olumlu yönde etkilediğini söyleyebiliriz.
Projeyi kısaca özetleyelim. Aşağı Fırat ve Dicle Havzalarındaki geniş ovalardan oluşan Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak illeri yer almaktadır. Bu bölge’nin yüzölçümü 75.358 km² olup, ülke yüzölçümünün % 9,7’sini oluşturmaktadır. Türkiye’de sulanabilir 8,5 hektar arazinin % 20’si, GAP Bölgesinde yer almaktadır. Türkiye’nin iki önemli akarsuyu olan Fırat ve Dicle nehirleri GAP bölgesinden geçer. Doğu Anadolu Bölgesi’nden doğan bu iki nehrimiz sularını Basra Körfezine boşaltır. Güneydoğu Anadolu Bölgesi, diğer bölgelerden daha az yağış almaktadır. GAP Projesi ile Güneydoğunun bereketle toprakları sulanarak tarımsal ve hayvansal üretimin 3-4 kat artması hedeflenmektedir. Ayrıca Türkiye’nin artan enerji ihtiyacının bir kısmını karşılayarak enerjide dışa bağımlılığı da azaltacaktır.
Bu Projeyi ilk düşünen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’tür. Ülkenin maddi-manevi her alanda değişim ve gelişim çabası içinde bulunduğu yıllarda, özelikle elektrik enerjisi en belirgin ve öncelikli ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Böylece yurdun boşa akıp giden su servetinden elektrik enerjisi üretmek için Atatürk’ün emriyle 1936’da Elektrik İşleri Etüt İdaresi kurulmuştur.1954 yılında Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü kurularak, Türkiye 26 havzaya ayrılmaktadır.1980 yılında Aşağı Fırat Havzası ve Dicle Havza projesinin “GÜNEYDOĞU ANADOLU PROJESİ” şeklinde adlandırılması benimsenmiştir. Projenin koordinasyonu 1986 yılında DPT’ye verilmiştir. 6 Kasım 1989 yılında GAP Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilatı kurulmuştur. GAP İdaresi; Başkanlık Ankara’da ve Bölge Müdürlüğü Şanlıurfa’da olmak üzere örgütlenmiştir.
Proje tamamlandığında yılda 50 milyar m³’ten fazla su taşıyan Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde kurulan tesislerle, Türkiye toplam su potansiyelinin % 28’i kontrol altına alınacak, 1,7 milyon hektarın üzerinde arazinin sulanması ve 7476 megavatın üzerinde kurulu bir kapasiteyle, yılda 27 milyar kilovat saatlik elektrik enerjisi üretilmesi sağlanacaktır.
GAP’ın meydana getireceği yüksek tarım ve sanayi potansiyeli bölgede gelir düzeyini 5 kat artıracak, bölge nüfusunun yaklaşık 3,8 milyonuna iş imkânı sağlanacaktır.
Toplam yatırım değeri 32 milyar ABD doları olarak tahmin edilen proje, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük bölgesel kalkınma projesi olma özelliğini taşımaktadır. GAP Projesi için 2003 yılı itibariyle yaklaşık 16,6 milyar ABD doları harcanmıştır. Projenin toplam tutarı yaklaşık 32 milyar ABD dolarıdır ve 2013 yılına kadar tamamlanması planlanmaktadır.
Bu, yalnızca adil bir kalkınma özleminin yansıması olmayıp, aynı zamanda az gelişmiş bölgelerdeki kalkınma potansiyelinin ortaya çıkarılmasının, ekonomik büyüme, toplumsal istikrar ve ihracatın teşviki gibi ulusal hedeflerin gerçekleşmesine yüzde yüz katkı sağlayacaktır. Kısacası GAP, Yukarı Mezopotamya’ya medeniyeti yeniden getirecektir.
Ve iddia ediyorum ki: Türkiye terörü GAP ile dize getirecektir. Bölgeye zenginlik, huzur ve refah gelecek ve bu zenginlik ve refah Türkiye’mize yansıyacaktır. Projenin bir an önce bitirilmesi Türkiye için hayati önem arz etmektedir.
http://www.kalehaber.net/yazar-297-guneydoguanadoluprojesi.html