193) KAFKAS KÜLTÜRÜ
Yayin Tarihi 17 Şubat, 2012
Kategori KÜLTÜREL
KÜLTÜR TEORİLERİNİN IŞIĞI ALTINDA
KAFKAS KÜLTÜRÜNÜN SOSYOLOJİK ANALİZİ
Kafkasya, konuya yüzeysel yaklaşan politikacıların, gazetecilerin, amatör araştırmacıların ve sözde bilim adamlarının kolaylıkla anlayamayacağı kadar karışık bir etnik ve sosyo-kültürel yapıya sahip olan, tarih boyunca topraklarını yurt olarak benimseyen ve bu topraklarda devlet kuran pek çok kavim ve medeniyetin kültürel mirasını günümüze taşıyan, birbirinden değişik dillerde konuşan kırktan fazla halkın bir arada yaşadığı, dünyanın en karmaşık bölgelerinden biridir.
Kafkasya, tarih boyunca kader birliği etmiş, tarih boyunca meydana gelen sosyolojik süreç neticesinde ortak bir “Kafkas Kültürü” yaratmış, bu arada etnik açıdan birbiriyle karışmış çeşitli Kafkas halklarının yaşadıkları kültürel coğrafyanın adıdır.
“Kafkasya” adını bir siyasî ya da fizikî coğrafî bölge olarak görüp, etnik ve sosyo-kültürel açıdan “Kafkas Kültür Alanı”na girmeyen milletleri de bu kültür sahasına dahil etmek bilimsel açıdan son derece yanlıştır.
Kafkasya adını verdiğimiz kültürel coğrafyada yaşayan ve “Kafkas Kültür Alanı”na dahil olan Kafkas halkları Karadeniz ile Hazar denizi arasında yaşamakta olan Abhazlar, Adige boyları, Abazinler, Kabardeyler, Karaçay-Malkarlılar, Osetler, Çeçen-İnguşlar, Kumuk, Avar, Lezgi, Dargı, Lak gibi Dağıstan halklarıdırlar. Bu halkların yaşadıkları bölge tarih boyunca Kafkasya olarak adlandırılmış ve yüksek Kafkas sıradağları ile “Kafkas Ötesi” (Transcaucasus / Zakavkaz) adı verilen Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’dan ayrılmıştır.
Bu bilimsel gerçek ortada iken, hâlâ Kafkasya’yı Kuzey ve Güney olarak ikiye ayırmak Kafkasya gerçeğini hiç anlamamak, Kafkasya’nın tarihî, etnik, kültürel ve sosyolojik yapısını idrak edememek anlamına gelmektedir.
Kafkas Kültürü bugün Kafkas Kültür Alanı olarak adlandırdığımız geniş bir coğrafyada, farklı dillerde konuşan pek çok halkın küçük nüanslarla birbirinden ayrılan ortak hayat tarzını, ortak dünya görüşünü, âdet ve geleneklerini, folklor değerlerini ifade etmektedir.
Kafkas Kültürü’nün tarihî, etnik ve sosyolojik kökenlerinin ortaya çıkarılması meselesi günümüzde henüz tam olarak aydınlığa kavuşturulamamıştır. Kafkas Kültürü konusunda araştırma yapan Kafkas kökenli araştırmacı ve bilim adamlarının pek çoğu “kabile milliyetçiliği” zihniyetini üzerlerinden atamamışlardır ve bunu araştırmalarına da yansıtmaktadırlar. Bu tip araştırmacıların bir kısmı ise sosyolojik gerçeklerden habersiz oldukları için, Kafkas Kültürü ile ilgili meselelere “etnosantrik” bir bakış açısıyla yaklaşmaktadırlar.
Bir bilim adamının ya da sıradan bir insanın kendi kültürünü bir bütün olarak görebilme yeteneği, o kültürün kalıplarını değerlendirebilmesi ve sonuçlarını onaylayabilmesi objektifliği gerektirir. Ancak, insanlar etnosantrik bir eğilim içindedirler. Yani, diğer kültürleri kendi kültürlerini ön plana alarak değerlendirirler (İlbars 1987: 202).
Etnosantrizm yeryüzünde belki de en güçlü biçimde Kafkas halklarının arasında yaşamaktadır. Kafkasya’daki her kabile, ya da boy Kafkas Kültürü’nün merkezine kendini koymakta ve bütün kültürel değerlerin kendilerinden diğer Kafkas halklarına geçtiğini iddia etmektedirler. Her kabile kendisinin “en savaşçı”, “en kahraman”, “en asil”, “en medenî” kabile olduğunu kabul etmekte ve Kafkas Kültürü’nün yaratıcılarının kendileri olduğunu düşünmektedirler. Onlara göre, Kafkas millî kıyafeti, Kafkas halk dansları, Kafkas Nart destanları, Kafkas gelenek-görenekleri kendilerinden diğer Kafkas halklarına yayılmıştır.
Etnik yapı, kültürel yayılma, kültürleşme, asimilasyon, kültür bütünleşmesi gibi sosyolojik süreçlerden haberi olmayan Kafkas kökenli sıradan insanların “etnosantrik” düşünmeleri bir dereceye kadar hoş karşılanabilir olsa da, aynı yaklaşım tarzına Kafkas kökenli bilim adamı ve araştırmacıların yazılarında da rastlanması Kafkas Kültürü’nün bilimsel temelde ciddî biçimde incelenmesini ve analizinin yapılmasını gerekli kılmaktadır. Ancak, başlı başına bir araştırma konusu olan bu meselenin kısa bir makale kapsamında detaylı olarak incelenebilmesi imkansızdır. Bu sebeple, bu makale konuya ancak giriş mahiyeti taşımakta ve ileride yapılacak araştırmalara bir başlangıç olma gayesini gütmektedir.
Kültür, insanoğlunun kazandığı bilgi, inançlar, sanat, ahlak, yasalar, görenekler ve tüm öteki beceri ile alışkanlıkları içeren karmaşık bir bütündür (Wells 1984: 43). Kültür, içgüdülere ve kalıtıma bağlı değildir, her ferdin doğduktan sonraki yaşantısı içinde kazandığı davranış ve tepki eğilimleridir. Topluluk hayatı olmaksızın kültür söz konusu olamaz. Kültürün unsurları aynı topluluğun diğer üyeleriyle bir sosyal grup oluşturularak elde edilir. Bir grubun üyeleri tarafından paylaşılan alışkanlıklar, kabul edilen davranış, tutum ve değerler o grubun kültürüdür.
Kültür olgusunun dış dinamiğinin temelinde her kültürün yalnızca kendine benzemesi ilkesi bulunmaktadır. Hiçbir kültür diğer kültürlerin ürünlerini kendi bünyesine uyum sağlayacak biçimde özümlemeden alamaz (Özönder 1984:141).
Kültürün kesin sınırlarını çizmek, belli bir coğrafî sınır içine yerleştirmek mümkün değildir. Kültürün en önemli özelliklerinden biri onun sınırlarındaki belirsizliktir. Siyasî ya da coğrafî açıdan sınırları kesin olarak çizilemeyen kültürler birbirleri ile devamlı temas halindedirler ve sürekli olarak birbirlerini etkilemektedirler.
Kültür açısından birbirlerinden belirgin farklılıklarla ayrılan iki topluluğun birbirleriyle uzun süreli ve sıkı temas halinde yaşamaları sonucunda meydana gelen kültür değişmeleri “kültürleşme” (acculturation) kavramıyla ifade edilir (Erdentuğ 1988: 78). Kültürleşme farklı toplumların karşılıklı olarak birbirlerinden etkilenmesidir. Kısacası, kültürleşme farklı kültürlere sahip fert gruplarının sürekli temasları neticesinde her iki grubun orijinal kültür kalıplarında meydana gelen değişmeleri ihtiva eden bir fenomendir (Spicer 1968: 22).
Toplumun komşu kültürlerden aldığı yenilikler kendi kültürü tarafından benimsendiği anda kültürleşme süreci başlamış demektir. Bir toplum bir başka toplum tarafından istila edildiğinde ya da ele geçirildiğinde, geniş bir sahada kültürleşme meydana gelir. Kendi kültürlerine düşkün olan toplumlar kültürleşmeye karşı koyabilmek için sosyal ilişkilere engeller koyarlar, ancak bu teşebbüslerin çok azı başarılı olabilir ve hiçbir zaman amaçlarına tam olarak ulaşamazlar. Bir başka kültürle uzun bir zaman periodu süresince sosyal ilişki içine giren toplumlarda kültürleşme daha çabuk olur (Bierstedt-Meehan-Samuelson 1964: 75). Bir topluma ait yenilikler ve kültürel formlar bir başka toplumun kültürüne geçerken, bunları kendi kültürüne adapte eden toplum, o fikir, gelenek ya da kurumları kendine göre geliştirir (Park 1948: 282).
Kültür unsurlarının coğrafya bakımından yer değiştirerek bir toplumdan diğerine geçmesi süreci “yayılma” (difüzyon) olarak adlandırılır (Harris 1971: 152). Bir kültüre giren yeni kültür unsurları ile toplum mücadeleye girer. Yeni kültür unsuru çok üstün olsa da, toplum yıllardır alıştığı eski kültür unsurunu bir anda terk edemez. Ancak yeni kültür unsuru eskilerden daha yararlı ve verimli sonuçlar sağlarsa toplumda süreklilik kazanır (Murdock 1965: 126). Kültüre giren her hangi bir yeniliğin kültürün bir unsuru haline gelebilmesi için, onun toplum tarafından kabul edilmesi gerekir. Ancak kültürel değişme seçicidir. Sosyo-kültürel kimliği tehdit eden güçlü yenilikler toplum tarafından reddedilirler (Lurie 1968: 297). Toplum tarafından kabul edilen yeni kültür unsuru toplumun diğer kültür unsurları ile bütünleşir. Yeni kültür unsurunun toplumun kültür yapısına tamamen uyum sağladığı bu aşamaya “bütünleşme” adı verilir (Murdock 1965: 127).
Bütün kültürler, onları taşıyanların göçleri sonucunda yayılmakla birlikte, bir kültür değişime uğratılmadan ve yeniliklerin seçimi yapılmadan hiçbir zaman bir başka toplum tarafından kabul edilmez. Bir kültürel yenilik unsurunun bir başka toplum tarafından kabulü, o yeniliğin toplumun kültürüyle bütünleşmesine de bağlıdır (Heine-Geldern 1968: 170).
Kültürün bir başka boyutu da asimilasyondur. Farklı etnik mirasa dahil fert ya da grupların toplumun hâkim kültürü karşısında erimesi süreci “asimilasyon” olarak adlandırılır. Asimilasyon, iki ya da daha fazla kültürel sistemin birleşmesi ya da fertlerin orijinal toplumlarından ve kültürel ortamlarından yeni sosyo-kültürel çevrelere geçmeleriyle başlaması yönünden “ kültürleşme” ya da “kültürel değişme”den ayrılır (Simpson 1968: 439).
“Kafkas Kültür Alanı” olarak adlandırdığımız bölgeyi, Abhaz-Abazin, Adige, Karaçay-Malkar, Oset, Çeçen-İnguş ve Dağıstan halklarının ortak kültürü olarak nitelendirdiğimiz “Kafkas Kültürü”nü, yukarıda kısaca temas ettiğimiz kültür teorileri temelinde ele aldığımızda, Kafkas Kültürü’nün Kafkasya’da ortaya çıkmış ve gelişmiş saf bir kültür olmadığını, tersine dışarıdan Kafkasya’yı etkileyen pek çok kültür ve medeniyetin izlerini taşıdığını rahatlıkla görebiliriz.
Dünyada “saf ırk” olmadığı gibi, “saf kültür”ün de olmadığı bilinen bir gerçektir. Kafkasya gibi, tarih boyunca pek çok kavmin istilasına uğrayan, üzerinde yüzyıllar boyunca bir çok devletin siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürel baskısını taşıyan, sarp ve derin vadilerine, sık ormanlarına, yüksek dağlarına asırlar boyunca sığınmış pek çok kavim, kabile ve etnik gruba ev sahipliği yapan bir bölgede saf ırk kalmayacağı gibi, saf kültürün korunması da söz konusu olamaz.
Kafkas Kültürü’nün sosyolojik boyutunu değerlendiremeyen, Kafkasya’nın tarihî, etnik, kültürel arka planının göremeyen bazı art düşünceli araştırmacılar konuya siyasî açıdan yaklaşarak, Kafkasya halklarını “otokton” (yerli) halklar ve “dışarıdan gelen halklar” olarak bölmek gibi ırkçı-şovenist bir eğilim içersindedirler. Onlara göre Kafkas Kültürü’nün ve Kafkasya’nın asıl sahibi otokton (yerli) halklardır. Kafkasya’ya dışarıdan gelerek yerleşen halklar ise otokton Kafkas halklarının kültürlerini benimsemiş ve onların içinde asimile olmuşlardır.
Bilimsel açıdan son derece yanlış ve sakat olan bu şovenist görüşün aksine, tarihî, arkeolojik, etnolojik veriler Kafkas Kültürü’nün temelini oluşturan kültür ve medeniyet unsurlarının hemen hemen tamamının Kafkasya’ya dışarıdan geldiğini belgelemektedir.
Kimmer, İskit, Hun, Bulgar, Hazar, Alan, Kıpçak gibi kuzey bozkırlarından gelerek Kafkasya’yı binlerce yıl hâkimiyetleri altında tutan Türk kavimlerinin kültürel ve etnik unsurlarının yanı sıra, Karadeniz yolu ile batıdan gelen Yunan, Roma, Ceneviz, Bizans ticarî kolonilerinin beraberlerinde getirdikleri kültür unsurları, Ön Asya medeniyetlerinin Kafkasya’ya taşıdıkları kültür unsurları ile Kafkas Ötesinden Gürcüler’in Kafkasya’ya getirdikleri kültürel ve etnik unsurlar Kafkas Kültürü’nün oluşumunda en önemli paya sahiptirler.
Yayılma (difüzyon) adını verdiğimiz sosyolojik süreçle Kafkasya halkları arasında yayılan yabancı kültürlere ait kültür unsurları toplumun diğer kültür unsurları ile bir süre sonra bütünleşmiştir. Bu arada göç, ticarî ilişkiler, istila gibi sebeplerle Kafkasya’ya yerleşmiş bulunan değişik kavimlerin kültürleri ile Kafkasya halklarının kültürleri sıkı temasa geçmiş ve uzun süreli birlikte yaşamanın sonucunda her iki toplumun kültürleri birbirlerinden etkilenerek değişime uğramış ve “kültürleşme” adı verilen sosyolojik süreç sonunda toplumlar arasında ortak bir kültür meydana gelmiştir. Ancak, ana hatlarıyla ortak bir kültürün etrafında birleşen halklar, kendi orijinal kültürlerine ait bazı unsurları da titizlikle korumayı başarmışlardır. Bunların başında her halkın, her kabilenin konuştuğu dil gelmektedir. Bugün Kafkas halkları Karadeniz’den Hazar denizine kadar olan bölgede birbirinden tamamen farklı pek çok dil ve lehçe konuşmaktadırlar.
Dil etnisitenin belirleyici unsuru olmadığı gibi, etnik kökenin bir göstergesi de değildir. Çünkü aynı etnik kökene, ya da ırka mensup topluluk ya da halkların çeşitli sebeplerle birbirlerinden koparak farklı dillerde konuşmaya başladıkları tarihî ve sosyolojik bir gerçektir.
Kafkas halklarının birbirinden tamamen farklı pek çok dilde konuşuyor olmaları onların etnik açıdan da birbirlerinden tamamen farklı oldukları anlamına gelmez. Etnik ilişkiler açısından Kafkasya halkları arasında büyük ölçüde bir etnik karışım ve bütünleşme olduğu görülmektedir. Bir etnik grubu diğerlerinden ayıran biyolojik, sosyo-kültürel ve linguistik özellikler bakımından ele alındığında, Kafkasya halklarını biyolojik ve sosyo-kültürel açılardan birbirlerinden tamamen farklı etnik gruplar olarak ayırmak mümkün değildir. Ortak bir “Kafkas Kültürü” etrafında toplanan Kafkasya halklarını birbirlerinden ayıran “dil” farklılığıdır. Ancak sosyo-linguistik araştırmalar onların dillerinin de birbirinden oldukça etkilendiğini ve aralarında önemli oranda kelime alış-verişi olduğunu göstermektedir (Tavkul 1995: 22).
“Kafkas Kültürü”nün yaratıcılarının ve asıl sahiplerinin Kafkasya’nın otokton (yerli) halkları olduğunu ileri süren bazı araştırmacıların gözden kaçırdıkları en önemli unsurlardan biri de, toprağa yerleşik ziraatçi kavimlerle, atlı-göçebe kavimler arasındaki siyasî-ekonomik-kültürel savaş ve ilişkilerin sosyolojik boyutları ve sonuçlarıdır.
İngiliz tarihçisi Toynbee’ye göre göçebelik bir çok yönden çiftçilikten üstün bir meziyettir. Çünkü, başta hayvanların ehlileştirilmesi, yabanî bitkilerin ehlileştirilmesinden üstün bir sanattır. Ekonomik bakımdan ise yerleşik ziraatçi toplum yetiştirdiği ham mahsulü doğrudan doğruya tüketirken, göçebe toplum aslında yenmesine imkân olmayan otları hayvanlara yedirerek onları süte, ete, yapağıya dönüştürür. Bunun için güç fizikî şartlara uyum sağlamak gerekir. Bu faktörler çobanlık mahareti yanında, askerî kabiliyetlerin de gelişmesini sağlar. İleriyi görüş, sorumluluk duygusu, fizikî ve ahlakî dayanıklılık gibi kabiliyetler kazandıran göçebe hayatı Toynbee’ye göre, hiç şüphesiz insan maharetinin bir zaferidir (Rasonyi 1988: 5).
Atlı-göçebe kavimler arasında son derece güçlü olan aile, geleneksel hukuk, toplumsal tabakalaşma gibi sosyal yapıya ait unsurlar, onları daima yerleşik-ziraatçi kavimler karşısında üstün kılmıştır. Askerî güç ve savaşçılık açısından daima yerleşik-ziraatçi kavimlerden üstün olan atlı-göçebe kavimler “sosyal organizasyon” açısından da onlardan güçlü oldukları için bir süre sonra, kaçınılmaz bir biçimde yerleşik-ziraatçi kavimleri siyasî ve kültürel açıdan hâkimiyetleri altına almışlardır.
Kafkasya’nın otokton halkları adı verilen, toprağa bağlı-yerleşik ziraatçi kavimler M.Ö. 1800-1700 yıllarından itibaren M.S. 1300 yıllarına kadar kesintisiz biçimde “Atlı-Göçebe Bozkır Kültürü”ne mensup Proto-Türk ve Türk kavimlerinin siyasî ve sosyo-kültürel hâkimiyeti altında yaşamışlardır.
Bozkırların “Kurgan Kültürü”nü Kafkasya’ya taşıyan Kimmer ve İskit adlı Proto-Türk kavimlerini Hunlar izlemiş ve M.S. 3.-4. yüzyıllarda Kuban bölgesine yerleşen Hunlar’ın bir kolu olan Bulgar Türkleri 7. yüzyıla kadar bölgenin tek hâkimi olarak yaşamışlar ve bu arada hâkimiyetleri altındaki yerleşik-ziraatçi otokton kavimleri de kültürel yönden etkilemişlerdir. Bozkır-göçebe kültürüne mensup olmakla birlikte ziraat alanında da çok ileri seviyede olan Bulgar Türkleri Kuban bölgesindeki kavimlere ziraat tekniği açısından da pek çok yenilikler getirmişlerdir. Bozkır-göçebe kültürüne mensup Hazar Türklerinin kurduğu Hazar İmparatorluğu da Kafkasya’yı yüzyıllar boyunca siyasî ve kültürel açıdan hâkimiyeti altında tutmuştur. Hazarları takip eden Kıpçak Türkleri de 14. yüzyılda kurulacak olan Altın Ordu devletinin hâkimiyetine kadar olan sürede Kafkasya’nın tartışmasız tek hâkimi olmuşlar ve burada yaşamakta olan halkları etnik ve kültürel yönlerden büyük ölçüde etkilemişlerdir. 14. yüzyılda Altın Ordu devletinin Ak-Orda ve Kök-Orda adında iki parçaya bölünmesiyle Kafkasya Kök-Orda’nın hâkimiyeti altına girmiştir. Kök-Orda’nın da esas unsurunu Kıpçak Türkleri oluşturmaktaydı.
“Kafkas Kültürü”ne asıl karakterini kazandıranların Kafkasya’yı yaklaşık 4 bin yıldan beri siyasî, etnik, sosyo-kültürel açıdan hâkimiyetleri altında tutan “Bozkır Kültürü”nün atlı-göçebe savaşçı kavimleri olduğu anlaşılmaktadır. Atlı-göçebe kavimler ile yerleşik kavimlerin ilişkisi toplumsal işbölümünü yaratırken, birbirleriyle karşılıklı temasa geçen farklı kültürler bir süre sonra “kültürleşme” sürecine girmiştir. Kafkasya’da değişik dil grupları etrafında farklı kabileler, halklar ve etnik gruplar ortaya çıkarken ve farklı kültürler de kendi özelliklerini bir dereceye kadar korurken, ortak bir “Kafkas Kültürü” etrafında birleşmeye başlamışlardır. Bunda Kafkasya halklarının benzer hayat şartları etkili olurken, birbirleri arasındaki etnik ve sosyo-kültürel ilişkiler de son derece önemli rol oynamıştır. Kafkas halklarının “kültürel bütünleşmesinde” asimilasyonun da payı vardır. Toplumsal baskı, göç, ekonomik sıkıntı, kan davası, kölelik gibi çeşitli sebeplerle bir etnik gruptan diğerine geçmek zorunda kalan şahıs, aile hatta soylar Kafkas halkları arasında etnik ve sosyo-kültürel bütünlüğe katkıda bulunmuşlardır.
Sosyolojik veriler “Kafkas Kültürü”nün çok farklı kaynaklardan beslendiğini, Kafkasya halkları arasındaki kültürleşme, bütünleşme, asimilasyon gibi süreçler sonunda günümüzdeki şeklini aldığını ortaya koymaktadır. Bugün Kafkasya halklarını şovenist bir yaklaşımla, ırklarına göre değerlendirerek “otokton-yerli halklar” ve “dışarıdan gelen halklar” olarak ayırmak bilimsel açıdan mümkün değildir. “Kafkas Kültürü” bu halkları birleştiren en önemli unsurdur.
Doç. Dr. Ufuk TAVKUL
Kırım Dergisi, 6 (22), 1998, 25-28.ss
Kaynakça
· BIERSTED, R. ve E.J.MEEHAN, P.A.SAMUELSON, 1964, Modern Social Science, New York: Mc Graw-Hill Book Company
· ERDENTUĞ, Nermin, 1988, “Kültürleşme (Acculturation)”, Türk Kültürü Araştırmaları (Ankara), XXVI(1):77-81.
· HARRIS, Marvin, 1971, Culture, Man and Nature. An Introductıon to General Anthropology, New York:Thomas Y. Crowell Company
· HEINE-GELDERN, Robert, 1968, “Cultural Diffusion.” ınternational Encyclopedia of the Social Sciences, IV : 169-173, David L.Sills (Ed.), New York:The Macmillan Company & The Free Prees
· İLBARS, Zafer, 1987, “Kişiliğin oluşmasında kültürel etmenler”, A.Ü.D.T.C.F. Dergisi, XXXI, (1-2), 201-211.
· LURİE, Nancy O. 1968, “Culture Change.”, Introduction to Cultural Anthropology:275-303, James A. Clifton (Ed.), Boston:Houghton Mifflin Company
· MURDOCK, George Peter, 1965, Culture and Society, University of Pittsburgh Press,
· ÖZÖNDER, M. Cihat, 1984, “Kültür Bütünleşmesi ve Alt-Kültür Grupları Hakkında Düşünceler”, Türk Kültürü Araştırmaları (Ankara), XXII(1-2):132-152.
· PARK, Robert E. 1948, “Social Assimilation.”, Encyclopedia of the Social Sciences, I :281-283, Edwin R.A. Seligman (Ed.), New York:The MacMillan Company
· RASONYİ, Laszlo, 1988, Tarihte Türklük, Ankara:Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
· SIMPSON, George Eaton, 1968, “Assimilation.”, International Encyclopedia of the Social Sciences, I :438-444, David L. Sills (Ed.), New York:The Macmillan Company & The Free Press
· SPICER, Edward H. 1968, “Acculturation.”, International Encyclopedia of the Social Sciences. I :21-26, David L. Sills (Ed.), New York:The Macmillan Company & The Free Press
· TAVKUL, Ufuk. 1995, “Karaçay-Malkar Diline Kafkas Dillerinden Geçen Kelimeler”, Kırım Dergisi (Ankara), III (11): 22-25.
· WELLS, Calvin. 1984, Sosyal Antropoloji Açısından İnsan ve Dünyası, İstanbul: Remzi Kitabevi
Yorumlar
“193) KAFKAS KÜLTÜRÜ” yazisina 2 Yorum yapilmis
Yorum yap
Güzel bir çalışma yapılmış.. En azından Kafkasya nın tamamen Türk olmadığını kabul edebilmiş bir çalışma olması açısından bazı şeylerin öğrenilmeye başlandığını görmekteyiz ama bu demek değildirki yazılanlar tamamen doğrudur.. Kültür ektileşimi illaki söz konusudur.. Ama burda yazılan şekliyle olmuş olduğunu söylemek ne kadar gerçekçidir 😕 Kafkasya nın kavimler göçü öncesi tarihi gözardı edilerek hazırlanmış yavan bir çalışmadır.. kavimler göçü siz değerli tarihçilerimizin de bildiği gibi çok eski bir tarih değildir, insanlık açısından yakın tarih bile sayılabilir. Kafkas halkları M.Ö hristiyanlık öncesi pagan dinler döneminde günümüz suriyesi(fenike), libyası(kartaca), Mısırı ve Anadolusu ile etkileşim içerisinde idi. Sizler neden bu kadar sığ yazılar yazıyorsunuz anlamıyorum. İşinize gelenleri bulup yazmanız da düşündürücüdür..
Kafkasyalı bilim adamlarını etnosantrik olmakla suçluyorsun ki haklısın ancak kendin Kızılderililerde Türktür e bağlayacaksın işi biraz daha uğraşsan.Kafkasya Kafkasyadır her kabilesiyle bütündür Türklerin katkısı olmuştur vermekten çok almışlardır oraya gelip heryerden heryere talana gittiğiniz gibi Kafkasyayada geldiniz kaldınız ve artık kafkas oldunuz Tavlu.Şu topraklarda adam gibi ona buna sallamadan yaşayamacakmısınız tüm dünya sizden nefret ederken hala uçuyorsunuz yanı başında kültürünü paylaştığın adamları küçük görmeye çalışıyorsun sana tavsiyem Karaçay Balkarlar gibi sonradan Kafkas olan değil öz Kafkas bir ailenin yanına gitte biraz terbiye edin.