151) GÖKTÜRKLER’DEN TÜRKİYE’YE, TÜRKÇENİN GELİŞİMİ
Yayin Tarihi 19 Mart, 2008
Kategori TÜRK DÜNYASI, TÜRKÇE
Göktürklerden Türkiye´ye,
Türkçenin Gelişimi
Türk dili zaman ve saha bakımından geniş bir alana yayılmış, farklı kültür daireleri bakımından ayrı dönemleri olmuştur…
Göktürklerden Türkiye´ye Türkçe…
Diller arasında önemli bir yere sahip olan ve geniş coğrafyaya yayılmış olan Türk dilinin önemi Göktürk Kitabeleriyle gün yüzüne çıkmış ve özellikle de Anadolu’da 1277 yılında Karamanoğlu Mehmet Bey’in Konya’yı ele geçirmesiyle ayrı bir döneme girmiştir.
Türkçe farklı değerlendirmelere rağmen bu gün dünya dilleri arasında Ural-Altay dil ailesine bağlı bir dil olarak kabul edilmektedir. Bu dil ailesinin de Türk, Moğol, Tunguz Mançu grubuna dâhil olup, 24 şivesi mevcuttur.
Türkçenin belli başlı yapı özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür.
1-Türkçede çekim ve türetme sırasında kelime kökü değişmez. Yeni kelimeler türetilmesi, isim ve fiil çekimleri, köklere ekler getirilmek suretiyle yapılır. Çekim ve türetme ekleri kelime kökünden sonra gelir. Kelimelerin anlam ve ilişki değişiklikleri son eklerle (suffix) yapılır. Türkçede ön ek (prefix) ve iç ek (infix) yoktur. Kelimelerde eklerin sıralanışı kök + türetme eki + işletme eki şeklindedir. Bir köke gerekirse dokuz on ek üst üste gelebilir. Fiil çatılarda eklerle ifade edildiği için bazı dillerde birkaç kelime ile hatta bir cümle ile ifade edilen kavramlar, Türkçede bir kelime ile anlatılabilir. Türkçede kelime kökleri, isim kökleri ve fiil kökleri diye ikiye ayrılır.
2- Bazı dillerde isimlerin başında bulunan belirleyici unsur (article) Türkçede yoktur.
3- Gramer cinsiyeti (dişilik, erkeklik ve nötr ayrımı) yoktur.
4- Sayı ifadesi teklik ve çokluk olmak üzere iki şekildedir. Bazı dillerde görülen ikilik (tesniye) Türkçede yoktur.
5- Türkçe ünlü bakımından zengin bir dildir.
Türk Dilinin Gelişme Alanları
Diller de insanlık tarihi boyunca sürekli değişim ve gelişim içerisinde olmuştur. Özellikle her bakımdan ilerleme göstermiş ve dilde yeni kavramlar ortaya çıkmıştır. Burada değişmenin gelişmeyi de ihtiva ettiği hemen belirtilmelidir. Çünkü dilin gelişmesi aynı zamanda onun değişmesidir.
Gelişmenin önemli bir vesikası niteliğinde olan ve Türkçenin günümüze kadar ulaşabilen en eski metinleri Orhun ve Yenisey yazıtları kabul edilir.
552 yılında Türk adı ile tarih sahnesine çıkan Göktürkler zamanındaki Türk dilinin gelişmiş, yüksek anlatım gücüne sahip, işlenmiş edebî bir dil olduğu kabul edilmekte; abideler iyice düşünülmüş, özenle düzenlenmiş gerçek bir sanat eseri olarak değerlendirilmektedir.
Göktürk devresinden başlayarak günümüze kadar Türk dili zaman ve saha bakımından geniş bir alana yayılmıştır. Bu genişlik içerisinde dâhil olduğu farklı kültür daireleri bakımından ayrı ayrı dönemleri olmuştur. “Bunlar ayrı birer yazı dili değil, gramer yapısı bakımından aynı Türk yazı geleneğinin gelişmiş dönemleri sayılır.”
I-Göktürk-Uygur Sahası (Eski Türkçe)
Türk dilinin VI- XI yüzyıllar arasını kapsayan ve yazıtlardan başlayarak Uygur devresini de içine alan dönemi ilim dilinde Eski Türkçe diye adlandırılmaktadır. Bu ise esas olarak Göktürklerin kullandığı dil ile Uygurların kullandığı dile dayanmaktadır.
Günümüze gelen yadigârları “Orhun Abideleri veya Göktürk Yazıtları” diye adlandırılan, Orhun ve Yenisey yöresindeki çoğunluğu taş üzerine yazılmış belgelerdir. Göktürk Yazıtlarında dil hemen hemen arı Türkçedir. Bununla birlikte bazı yabancı sözcükler de bu metinlerde bulunmaktadır.
Turfan kazısında ele geçen yazıt ve kitapların çoğu Uygur lehçesi ve Uygur harfleriyle yazılmıştır. Göktürkçeden ayrı olan bu lehçe eski Çağataycanın ve belli bir ölçüde de çağdaş Özbekçe ve Uygurcanın kökü sayılmaktadır.
II-Karahanlı Sahası – Türklerin İslam’ı Kabulü
X. yüzyılda Türklerin İslam’ı kabul etmesiyle, Türk devletleri yavaş yavaş eski kültür sahalarından ayrılıp yeni bir kültür alanına girdiler. Böylece eski Türkçe dönemi kapanarak XI. yüzyıldan itibaren İslam kültür ve medeniyeti altında gelişme gösteren yeni bir dönem başladı.
940 yılında Karahanlı Hükümdarı Satuk Bugra Hanın İslam’ı resmen devlet dini kabul etmesiyle ilk Müslüman Türk devleti doğmuş oldu. Böylece eski Türk yazı dilinden gelişen ve Hakaniye veya Karahanlı Türkçesi diye adlandırılan yazı dili ile İslami bir Türk edebiyatı oluşmaya başladı.
Karahanlı Türkçesinden kalmış fazla eser olmamakla birlikte eldeki eserler bu dönemin dilini yeteri kadar aydınlatabilecek niteliktedir. Bu devirden bize kadar ulaşabilen eserler Kutadgu Bilig, Atabetü’l-Hakâyık, Divanü Lügati’t-Türk ve Kur’an tercümeleridir. Fakat Divanü Lügati’t-Türk’teki bazı savlar ve şiirler Uygurcadır. Yine bu eserlerden Kutadgu Bilig’in asıl nüshası henüz elde bulunmayıp üç kopya nüshası mevcuttur. Viyana nüshası Uygur harfleriyle hicri 843/m.1439 Herat şehrinde yazılmış olup, 185 sayfadır. Mısır nüshası Arap harfleriyle yazılmış olup 392 sayfadır. Fergane nüshası Arap harfleriyle yazılı olup 443 sayfadır. Türk Dil Kurumu 1942 yılında bu üç nüshayı tıpkı basımlarıyla yayımlamıştır.
III- Harezm Sahası – Harizm Türkçesinin Çıkışı
XI. yüzyıl sonrası Orta Asya’dan Türk boyları için sürekli bir göç devri oldu. Bu göçlerin önemli bir kısmı da Amuderya (Ceyhun) Nehri etrafındaki bölge olan Harezm’e olmuştur.
1017’de Gazneli Mahmut’un bölgeyi fethetmesi ve 1041 yılından itibaren de Kıpçak ve Kanglı Türk boylarının burada görülmesiyle bölge Türkleşmiş oldu. Burada Karahanlı Türkçesine dayalı fakat Kıpçak, Kanglı, Türkmen ve Oğuz şiveleri tesirinde gelişme gösteren bir Harizm Türkçesi teşekkül etti.
Karahanlıcadan Çağataycaya bir geçiş devresi olarak dil tarihi açısından büyük önem taşıyan Harizm Türkçesiyle pek çok eser meydana getirilmiştir. Zemahşeri’nin Arapça bir sözlük olan Mukaddimetü’l- Edeb’i, İslam adlı bir şahsiyet tarafından kaleme alınan Muînü’l- Mürid ve Kutb’un Hüsrev ü Şirin’i dönemin önemli eserlerinden sadece birkaçıdır.
IV-Kıpçak Sahası – Sonradan Birleşen İki Türk Kavmi
Müslüman yazar tarafından “Kıpçak” Avrupalılar tarafından “Kuman” adı verilen kavim veya kavimler birliği, sonradan birleşen iki ayrı Türk kavmidir. Kumanlar 1017 yılında Kara Kıtaylıların zorlamasıyla batıya doğru göç ederek Doğu Avrupa’ya yerleştiler. Hakimiyetlerini 1103 yılındaki Rus yenilgisine kadar sürdürdüler. Bu tarihten sonra yerlerini doğudan gelen Kıpçaklara terk ettiler. Böylece buraya gelen Türk boyları “Kıpçak” adı altında birleştiler. Kuman ve Kıpçak adı da aynı halk için kullanılmaya başlandı.
Türkler XIII. yy. ortalarına doğru hepten Moğol akınlarıyla dağıldılar. Büyük bir kısmı Macaristan’da olmak üzere Bulgaristan, Romanya, Rusya ve Gürcistan’da Hristiyanlığı benimseyerek onların içinde eriyip gittiler.
Yerleşik bir devlet ve medeniyet kuramayan Kıpçaklardan kalma tek eser iki yabancı millete mensup şahıs tarafından tertip edilen ve sonradan bir araya getirilen iki defterden oluşan Codex Cumanicus’tur. İtalyan tüccarlar ve fransisken tarikatına bağlı Alman rahipler tarafından yazılmış olduğu sanılmaktadır.
Bu eserin dışında Kıpçak Türkçesiyle meydana getirilen eserlerin büyük kısmını Memlûk Kıpçakçası ile yazılan eserler oluşturmaktadır. Suriye ve Mısır gibi Memlûk hakimiyetinin söz konusu olduğu bölgelerde ortaya konan bu eserler öncelikle Arapça konuşan yerli halka hakim unsurun dili olan Türkçeyi öğretmek üzere kaleme alınan sözlük ve gramer kitaplarıdır.
V- Çağatay Sahası – Timurlular Döneminin Tesiri
XIII-XV. yüzyıllar arasında gelişme gösteren ve Timurlular döneminde (1405-1506) İslam medeniyetinin tesiri altında zengin bir edebiyat meydana getiren Türk yazı diline Çağatay Türkçesi adı verilmektedir. Bu Türkçe Ali Şir Nevâi ile klasik bir nitelik kazanmasından dolayı Nevâi dili olarak da isimlendirilmiştir.
Çağatay dili, Karahanlı ve Uygur yazı diline dayanmakla birlikte bu edebî dilin teşekkülünde Moğol istilasından sonra Orta Asya’daki mahallî şivelerin karışmasının da önemli rolü olmuştur. Ayrıca bu oluşumda İslam kültürü ve Fars edebî dilinin de tesiri olmuştur.
Hucendî’nin Letâfetnâme’si, Ali Şir Nevâi’nin Divan’ı, Belhi Ata’nın Şiirler’i, Harizmî Divanı, Ebu’l Gazi Bahadır’ın Şecere-i Türk ve Şecere-i Terâkime adlı eserleri bu sahanın en meşhurlarıdır. Özellikle Çağatay edebiyatında Ali Şir Nevâi’nin Türk diline teşvik için ele aldığı eseri “Muhakemetü’l-Lügateyn” ve ahlaki nitelikte olan “Mahbûbu’l-Kulûb”da ayrı bir öneme haizdir.
VI-Anadolu Sahası – Atayurttan Anadolu’ya Göçün Tesirleri
Orta Asya’dan Türklerin göçleriyle Türk dilinde de bazı farklılaşmalar başladı. Dolayısıyla bu saha üç bölümde ele alınmaktadır.
a-Eski Anadolu Türkçesi – Anadolu Selçukluları
Anadolu Selçuklularının son devirlerini, beylikler dönemini ve imparatorluk hâline gelmeden önceki Osmanlı devrini içine alır.
Anadolu Selçuklularının XII. yy. sonuna kadar ilim ve edebiyat dili olarak Arapça ve Farsçayı kullanması, bu dilin gelişmesinde menfi bir durum meydana getirmiştir. Beylikler döneminde Karamanoğullarının bu sahada önemli bir yeri vardır. Karamanoğlu Mehmet’in yayınladığı fermanla Türkçeden başka dil kullanılmamasını emretmesinin bu dönemden itibaren ayrı bir yeri ve önemi vardır.
Bu devir Türkçesi sade bir Türkçe idi. Yunus Emre’yi bu dönemin en önemli şairi olarak burada zikredebiliriz.
b-Osmanlı Dönemi – Farsça ve Arapçanın Etkisi
XV. yy. ortalarından itibaren İstanbul ve bazı illerin birer kültür merkezi hâline gelmesiyle sarayda Farsçanın, medreselerde Arapçanın önem kazanması, şair ve yazarların bu dillere olan ilgisini artırdı. Böyle olunca da Farsça kelime ve deyimler Türkçeye yoğun bir şekilde girdi. Türkçe kelimelerin aruz ölçüsünün yapısına uymaması nedeniyle şairler Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaları kullanmaya doğru gittiler. Nihayet ağır bir dille “Klasik Türk Edebiyatı” teşekkül etmiş oldu.
Fakat normal Türkçe, konuşma dili olarak halk arasında ve halk için yazılan eserlerde canlılığını korumaktaydı. Böylece yazı dili ile konuşma dili arasında büyük bir uçurum meydana gelmiş oldu. Osmanlıca diye adlandırılan yazı dili artık ortaya çıkmış oluyordu. Bu durum XIX. yy. ortalarından, özellikle Tanzimat’tan itibaren Batı’ya yönelen Tanzimat Edebiyatının çıkışına kadar devam etti. Yüzyıllarca İslam kültür ve dillerinin etkisinde kalan Türk toplumu Tanzimat’la birlikte Batı dünyasındaki bir takım yeni akımların ve bunlarla ilgili kültürlerin tesiri altında kalmaya başladı. Bunun sonucu olarak da kültür ve fikir sahasında bir takım yeni düşünceler ortaya çıktı.
1875-1901 yılları arasında dilde sadeleşme konusu epey tartışıldı. Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin, Halid Ziya gibi Serveti Fünuncular terkipli dili savunurken buna karşılık Ahmet Mithat, Necip Asım, Rıza Tevfik, Şemsettin Sami gibi yazarlar da sadeleşmeyi benimsediler.
c-Bugünkü Türkiye Türkçesi
Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde konuşma ve yazı dili olarak kullanılan Türkçeye verilen addır. XX. yüzyılın başından itibaren Türkçe ile ilgili hareketleri şöyle özetleyebiliriz:
1908-1913 yılları arasında faaliyet gösteren “Türk Derneği” kendi adını taşıyan bir de dergi çıkarır. Bu derneğin hedefleri arasında “dilimizin açık, sade, güzel ilim dili olabilecek surette geniş ve medeniyete elverişli bir dereceye gelmesine çalışmak ve imlasını ona göre tetkik etmek” de vardır.
Tanzimat’la birlikte güçlenen dilde sadeleşme düşüncesi, 1911’de Selanik’te Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Ali Canip ve arkadaşları tarafından çıkarılmakta olan “Genç Kalemler” dergisinde ilk defa sistemli bir şekilde ortaya kondu. Bu sade Türkçe kervanına Türk Ocağı tarafından çıkarılan Türk Yurdu, Halka Doğru ve Türk Sözü adlı dergiler de katıldı.
Cumhuriyetin ilk yıllarında konuşma dili ile yazı dili artık birbirinden farksız duruma gelmişti. 1928 Harf İnkılabı’ndan sonra, 1932 de Atatürk’ün Dil İnkılabı’nı başlatmasıyla dilde bir tasfiyecilik hareketi kendini gösterdi. Atatürk 1 Kasım 1932’de meclisi açış konuşmasında “Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için bütün devlet teşkilatımızın dikkatli, alakalı olmasını isteriz.” diyerek devletin bütün kuruluşlarını özleştirme işiyle görevlendirmiştir.
1940’lı yıllardan itibaren özleştirme hareketiyle birlikte birçok uydurma kelime yazı diline girmeye başladı. Bugün artık uydurmacılık hareketi eski hızını kaybetmiş görünmektedir. Fakat Türkçe bu kez Batı kaynaklı kelimelerin istilasına uğramış olup her gün yüzlerce kelime dilimize girmektedir.
Dilimizi Korumak Mecburiyetindeyiz
Dilimizin gelişmesini engelleyecek, tutarlılığını bozacak dış tesirlere karşı onu korumak mecburiyetindeyiz. Bugün dilimiz yeteri kadar sadeleşmiş, konuşma ile yazı dili arasındaki fark en alt seviyeye inmiş durumdadır. Yapılacak iş, dilimizin gelişmesini sağlamak için onu ilmî metotlarla incelemek ve Batıdan gelen kelimelere dilin ses, şekil ve anlam bütünlüğünü bozmayacak şekilde Türkçe karşılık bulmaktır.
Türkçemizin sadeliğini korumaya ve yabancı kelimelerin Türkçemizi istila etmesine karşı atılan adımlar desteklenmelidir. Özellikle Türk dünyası arasında ortak bir yazı dili meydana getirilmelidir. Bu sahada çok önceleri başlayan gayretler dikkate alınmalıdır.
Dr. Ramazan Kazan
Yorumlar
“151) GÖKTÜRKLER’DEN TÜRKİYE’YE, TÜRKÇENİN GELİŞİMİ” yazisina 6 Yorum yapilmis
Yorum yap
“Türkçede çekim ve türetme sırasında kelime kökü değişmez.”
Geçen sene, Temmuz’un başlarında memlekette, köy köy dolaşıyor, seçimlere hazırlık turları yapıyordum ki,
telefon geldi bir yakınımdan ve az sonra telefonda
konuşan bir Alman idi. Biraz konuştuktan sonra buluşmak üzere sözleştik. Bir hafta kadar sonra bu kişi (KLaus) ile eşi, birer devasa BMW motosiklet ile
çıka geldiler.Araçlarını güvenli bir yere bırakıp, benim arabamla, bizim ilçenin en görsel yeri olan Tomara Şellasini gezdirmeğe götürdüm onları. Yolda burada bulunmağ amaçlarını sorguladım. Meğer üç aydır bizim bölgede ve dolaşmadık yer bırakmamışlarmış. Her ikisi de genç, dediklerine göre işlerini kaybetmiş, yeni iş çıkıncaya kadar da her şeylerini satıp, bu araç-gereçlerini almış(gecelemek imkanları,çadır dahil)seyahata çıkmışlarmış. Bu arada dilimizi de öğreniyor, fotoğraf, film çekip, notlar alıyorlarmış. Şellale dönüşü yakın köyden iki bayanı da yolda arabaya alıncaya kadar o denli kuşkulanmamıştım hal ve niyetlerinden. Meğer dilimizi sandığımdan daha iyi öğrenmişler, öyle ki, onlara tam da şu birinci satırda ki alıntıdan bahsederken, bu kuralın geçerli olmadığını, zira kimi köylülerin Gidiyorum,git, gitmek değil, cidiyrum, celdum, dediklerini, dolayisi ile kökün de değişe bildiğini, ama o şekil telaffuz edenlerin aslında Türk değil, Rum olduklarını söylediklerinde bende şafak atmıştı. Bu adamlar meğer bölgemizin demokrafik yapısına dikkat ediyorlarmış. Büyük ihtimal ile de BND (Alman gizli servisi) mensubu idiler. Bu durumdan kuşkulandığımı hiç belli etmeden, onlara anlayacakları dilden açıklamağlar yapıp, gönderdim.
SELAM,
Sayin ergenekon site yapimcilari Kasgarli Mahmut Hazretleri hakkinda daha detayli bilgi verirseniz
cok memnun kalacagim
Lütfen E-mail adersime gönederebilirseniz Allahu Taala Sizlerden ve Türk Islam Aleminden Razi olsun
KUTLU DOGUM HAFTASINI KUTLAR TÜRK ISLAM ALEMINE HAYIRLARA VESILE OLMASINI CENAB- CELLUH-CELALÜHU RAHMAN VE RAHIM MUTLAK KADIR OLAN ALLAHU TALADAN NIYAZ EYLERIM.
TÜRKMENBEY
[…] s
siteniz çok
güzel
geçmişimiz hakkında yeterli derecede bilgilendirmeniz bizim oldukça yararımızadır.Ama bu eskı devletlerın tüm yabancı kelimelerinin türkce karsılığını vererek bir sözlük mayetınde verılip bılgilendirilmesi bizim sınavlarda oldukça yararımıza olacağını ümit edıyorum. TEŞEKKÜRLER……………….
ardıgımı buldum ama malesefki çok uzun kaç gün yazzam btmez cuma gnü bnm wermem lazm hocaya ama çooooooook ama çooooooooook uzun
Harika bir yazı bilgilendim